Türkiye Cumhuriyeti, Anayasamıza göre, bir “sosyal devlettir. Sosyal devlet, genellikle, vatandaşların refah durumlarıyla ilgili olan, onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlamakla görevli devlet olarak tanımlanır. Kuşkusuz, bir devletin sosyal devlet olma derecesi, anayasadaki “sosyal ve ekonomik hakları” gerçekleştirme gücüne bağlıdır. “Demokratik Devlet” ile sosyal devlet birbirine sıkı sıkıya bağlı olgulardır. Demokratik devlet, güçsüzlerin güçlerini, devlet yapısı ve siyasal kararlar üzerinde hissettirmeleriyle gerçek anlamda kurulabilir. Bunun için devlet sistemi içinde çalışanların yeri ve ağırlığının olması ve anayasal güvenceye kavuşturulması gerekir. Ancak bu şekilde, sosyal devlet, vatandaşlarına ”lütuf” dağıtan bir “sadaka devlet” olmaktan çıkar. Bu amaçla çalışma yaşamına ilişkin hükümler de sosyal ve ekonomik haklar içinde yer almaktadır.
   
Sosyal haklar; ailenin korunması, eğitim ve öğrenim, sosyal güvenlik hakları, kültürel ve sanatsal ödevlerdir. Ekonomik haklar da; sosyal haklar gibi, hem ülke kalkınmasını sağlamak, hem de “sosyal adaleti” gerçekleştirmek için devletin yerine getirmesi gereken ödevlerden oluşmaktadır. Siyasal haklar ise; vatandaşların yönetime katılmaları ve siyasal alanda söz sahibi olmalarını sağlar. Onun için siyasal haklar, demokratik yönetim anlayışının vazgeçilmez unsurudur.
   
Demokratik bir devlet olabilmek için; devletin, vatandaşlarına bu hak ve güvenceleri sağlaması gerekmektedir. O takdirde, devletin gelişimi ve refah düzeyinin yükselmesi sağlanabilir. Ancak bu şekilde demokratik devlet anlayışının benimsendiği bir toplum da, hoşgörü ve huzurun yer alması sağlanabilir.



Enes Şahin / hukukihaber.net