Prof. Dr. Ersan Şen yazdı;

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinde güvence altına alınan dürüst yargılanma hakkı, delillerin hangi şartlarda kabul edilebileceğine dair usul belirlemediğinden, delil değerlendirmesine yönelik takdirin öncelikle iç hukuk hükümleri uyarınca takdir ve tayin edileceği bilinmektedir. Hukuka aykırı yol ve yöntemlerle toplanan deliller hususunda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), yargılamanın bir bütün olarak dürüst seyrini ve hakkaniyete uygunluğunu gözetmektedir.

İHAM, hukuka aykırı şekilde toplanmış delillerin kabulünün; soyut, yani “in abstracto/mücerret” biçimde reddedilmesi gerektiği kanaatinde değildir. Ancak iç hukuk hükümlerine bırakılan bu takdir ve değerlendirmenin, “yargılanmanın bir bütün olarak dürüst olup olmadığı” hususunun tayini bakımından olası bir kaçınma hali öngördüğü kabul edilemeyecektir. Delil değerlendirme yasakları yönünden Türk Hukuku’na göre daha az koruma sağlayan Mukayeseli Hukuk dikkate alındığında; İHAM’ın sorumluluk sahasının tüm taraf devletlerin delil değerlendirme usullerini gözeterek, iç hukuka müdahale teşkil edecek nitelikte ortak bir payda sunması ve uluslararası düzlemde kabul görmeyecek bu tür bir tabiiyet anlayışını gözetmesi beklenemeyecektir. İHAM; hukuka aykırı delillerle ve yasak delillerin yargılamaya etki derecesinin gözetilmesinde, aynen tutuklamanın hukukiliğinde “yeterli şüphe” şartı ve temyiz aşamasında devam eden tutukluluğun azami tutukluluk süresinden mahsup edilmeyeceği tespitlerinde yaptığı gibi kendi dar görüşünü ortaya koyabilir, fakat bu iç hukukun daha üstün koruma sağlayan kurallarının gözardı edilmesine kaynak olamaz. Çünkü İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 53. maddesinde, iç hukuk kuralları ile tanınan daha üstün korumanın yok sayılamayacağı ve kapsam dışı bırakılmayacağı ifade edilmiştir.

İHAM, hukuka aykırı deliller konusunda işkence ve kötü muamele yöntemleri ile elde edilen delilleri reddetmekte, fakat iç hukukumuzdan farklı olarak diğer hukuka aykırı delil toplama yöntemlerini bir bütün olarak yargılamanın dürüstlüğünün ihlali ile sınırlı incelemektedir ki, “bariz takdir hatası” ve “açık keyfilik” gibi soyut ölçütleri kullanmaktadır. Anayasa Mahkemesi de benzer inceleme yolunu izlemekte, yerel mahkeme ve olağan kanun yolu olmadığını, yargı ombudsmanı olarak da hareket edemeyeceğini, bu nedenle de hukuka aykırı delillerin tespiti ve karara etkisine mesafeli olacağını, Anayasa m.38/6 ve İHAS m.6 ve 53’e aykırı olarak benimsemiştir. Oysa Anayasa Mahkemesi; İHAM’dan farklı ve iç hukuka daha yakın bir yüksek mahkeme olup, dürüst yargılanma hakkını bozduğunu tespit ettiği noktalara, bu çerçevede hukuka aykırı delilleri kullanma yasağına karşı sessiz kalamaz. Hukuka aykırı deliller, geniş manada delillerin değerlendirilmesi gibi görülse de, esasında Ceza Muhakemesi Kanunu m.206/2-a uyarınca delilin reddi, yani yargılamada kullanılıp kullanılamayacağı ile ilgili bir meseledir. Bu konuda Anayasa Mahkemesi, kendisini İHAM’dan daha farklı ve üstün bir yere koymalıdır. Aksi halde; Anayasa m.38/6’ya ve İHAS m.6’ya, esas olarak da İHAS m.53’e rağmen, hukuka aykırı delilleri kullanma yasağı gözardı edilmeye, en önemlisi de bu konunun delilleri değerlendirme kalıbı içine sığdırılmaya çalışılmasına devam edilecektir. İnsan hak ve hürriyetlerinin koruyucusu olana Yüksek Mahkeme, böyle hatalı bir anlayışa izin veremez.

Bu sebeple; İHAM’ın hukuka aykırı delillerin kullanılması ile ilgili görüşlerine, iç hukukumuz açısından mesafeli yaklaşılması gerektiği doğrudur. Çünkü hukuka aykırı delillerin hiçbir şekilde kullanılmayacağı yasağı Türk Hukuku’nda vardır ve bu hükümleri ile Türk Hukuku diğer ülkeler ile İHAM’ın önündedir. Hukuka aykırı delilleri değerlendirme yasağının istisnasız tatbiki doğrudur veya yanlıştır, fakat Anayasa ve Kanunumuzda var olan bu gerçek dikkatten kaçırılamaz. İç hukuk hükümlerimizin, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi içtihatlarında benimsenen asgari standartlardan çok daha üstün ve lehe koruma öngördüğü gözardı edilmemelidir. Bunun aksi, Sözleşmenin temel hak ve hürriyetler adına taşıdığı amaca aykırı olacaktır.

İHAM’ın; delillerin kabul edilebilirliğini ulusal mahkemelere ve dolayısıyla iç hukuk hükümlerine deyim yerinde ise emanet etmesi, öncelikle Mahkemenin Sözleşme kapsamındaki görevinde; delilin kabul edilip edilmeyeceğinin uygunluğundan çok, delilin toplanma şekli ve kullanım sahası bakımından (belirleyici, yegane, kuvvetli veya esaslı olmak üzere delillerin yargılamada kullanım derecesi çoğaltılabilir) yargılamanın bir bütün olarak dürüst olup olmadığının takdirine ağırlık verildiğini ortaya koymaktadır.

İHAM’ın hukuka aykırı yollardan elde edilmiş delillerin kabul edilebilirliğine dair görüşünü açıkladığı Chalkley - Birleşik Krallık kararında, “...Yasal bir temele dayanmadan ya da yasaya aykırı olarak elde edilmiş delillerin yargılamada kullanılması, eğer usule ilişkin güvenceler sağlanmış ve bu delillerin niteliği ya da kaynağı baskı, cebir ya da tuzak gibi yöntemlerle bozulmamış ise, İHAS m.6/1’de yer alan hakkaniyet standardı genel olarak zarar görmeyecektir.” şeklinde ortaya koyulmuştur .

Ancak işkence olarak tanımlanabilecek aşağılayıcı ve kötü muamele yöntemleri neticesinde elde edilen suçlayıcı delillere, gerek ikrar/itiraf ve gerekse maddi delil olarak ulaşılsın, ispat değerine bakılmaksızın, işkence mağduru aleyhine delil olarak dayanılmamalıdır . Bunun aksi, İHAS m.3’ün yasakladığı işkence eylemlerinin dolaylı olarak meşrulaştırılmasına veya Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin Rochin davasında ortaya koyduğu üzere “vahşiliği hukuk peleriniyle örtmeye” hizmet edecektir . Bu anlayıştan hareketle İHAM, aşağıda sıraladığımız içtihatlarında, İHAS m.3 özelinde hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin yargılamanın bir bütün olarak dürüstlüğünü zedelediğine karar vermiştir.

1 Haziran 2010 tarihli ve 22978/05 sayılı Gafgen - Almanya kararında İHAM; işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesinin, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik etme gibi sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekmiştir. Özellikle hüküm kurulurken; işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ile toplanan delillere dayanılmasının, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile bağdaşmayacağı belirtilmiştir.

Yine 19.06.2003 tarihli ve 28490/95 sayılı Hulki Güneş - Türkiye kararında vurgulandığı üzere; ikrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da önemli olup müdafiin hazır bulunmadığı ifadelerin hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların mevcut olup olmadığı denetlenecektir. İkrarın şahsın hür iradesine dayanıp dayanmadığı, kovuşturma aşamasında çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmelidir. Dahası, sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hakim önünde reddetmesi halinde, işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekli olup, aksi yöndeki uygulamalar hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklikler oluşturacaktır.

Öte yandan 24 Kasım 1986 tarihli Unterpetinger - Avusturya kararına konu somut olayda; başvurucu, eşine ve üvey kızına karşı kasten yaralama suçunu işlediğinden bahisle yargılanmaktadır. Başvurucu, yargılama süresince suçlu olmadığını beyan etmiştir. Kolluk görevlisi, duruşmadan önce başvurucunun eşinin ve üvey kızının ifadelerini almıştır. Ancak duruşmada, bu iki kişi yakın akrabaları olan başvurucu hakkında ifade vermeyi reddetmişlerdir. Bunun üzerine Savcılık Makamı, her iki müştekinin de duruşmadan önce verdikleri ifadelerin mahkeme huzurunda yüksek sesle okunmasını talep etmiş ve Savcının bu talebi Yerel Mahkemece kabul edilmiştir. Somut olayda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, ifadelerin bu şekilde okunmasının tek başına Sözleşmenin ihlali anlamına gelmeyeceğini belirtmekle birlikte, ifadelerin kullanılış biçimlerinin savunma haklarıyla bağdaşması gerektiğini vurgulamıştır. İHAM, başvurucunun mahkum edilmesinin esaslı dayanağının eşi ve üvey kızının beyanları olduğunu belirtmiş ve Yerel Mahkemenin bu ifadeleri yalnızca “bilgi maddesi” muamelesi yapmanın ötesinde, suçlamaların doğruluğunun da ispatı olarak gördüğünü tespit etmiştir. Başvurucunun yargılamanın hiçbir aşamasında duruşmada ifadeleri yüksek sesle okunan kişileri sorgulama imkanına sahip olmadığını belirten İHAM, Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrası ile 3. fıkrasının (d) bendi uyarınca dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir .

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Büyük Dairesi’nin, hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin kullanıldığı yargılamayı İHAS m.6 kapsamında tartıştığı 11 Temmuz 2006 tarihli ve 54810/00 sayılı Jalloh - Almanya kararını değerlendirecek olursak;

Vücudunda sakladığı uyuşturucunun çıkarılması amacıyla başvurucuya zorla/rızası dışında verilen emetizan (kusturucu ilaç), kullanımı ceza yargılamasında yasaklanmayan bir materyal sınıflandırmasına girebilecek nitelikte bir maddedir. Delillere ulaşabilmek amacıyla vücuda verilen emetizan, başvurucunun isteğine aykırı şekilde uygulanmaktadır. Bu maddenin vücuda enjekte edilmesi sırasında başvurulan güç derecesi, fiziksel bütünlüğe karşı gerçekleştirilen küçük bir müdahaleye pasif olarak katlanmanın ötesinde, aranan delili kusmaya zorlamak, burnundan bir tüpün zorla sokulmasını ve vücudunda patolojik reaksiyon yaratması için bir maddenin verilmesini gerekli kılmıştır. İHAM, bu davada kullanılan delilin İHAS m.3’ü ihlal eden bir yöntemle elde edildiğini gözlemlemekle birlikte, İHAS m.6 kapsamında değerlendirilen “nemo tenatur/ kendini suçlamama” ilkesinin somut davada uygulanabilirliğini tartışmıştır.

Bu hususta sırasıyla; delil elde etmek için başvurulan zorlamanın niteliği ve derecesi, sözkonusu suça ilişkin soruşturma ve cezada kamu yararının önemi, başvurulan işlemde ilgili koruyucuların mevcudiyeti ve bu şekilde elde edilen maddenin kullanımı incelenecektir. Başvurucunun uyuşturucuları kusmaya zorlanmasının, fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne önemli derecede müdahale oluşturduğunu yineleyen İHAM; kamu yararı hususunda, dava konusu yöntemin, nispeten küçük ölçekli uyuşturucu satıcılığı yapan ve sonradan ertelenmiş altı aylık hapis cezası ve şartlı tahliye alan bir sokak satıcısını hedef aldığını gözlemleyerek, bu nitelikte ağır bir müdahaleye başvurulmasının kamu yararı bakımından haklı çıkarılamayacağı kanaatindedir.

Hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delilin kullanımı hususunda İHAM; emetizan verilmesini müteakip elde edilen uyuşturucuların, başvurucunun uyuşturucu kaçakçılığından mahkum edilmesinde “belirleyici” delil niteliği taşıdığını yineleyerek, zorla emetizan verilmesi yoluyla elde edilen delillerin başvurucunun mahkum edildiği davada kullanılmasına izin verilmesinin, İHAS m.6 ile güvence altına alınan “kendini suçlamama” hakkını ihlal edeceğine ve dolayısıyla yargılamanın dürüstlüğünü bir bütün olarak zedeleyeceğine karar vermiştir.

Yine “yargılamanın bir bütün olarak dürüstlüğü” kavramının sorgulanıp tartışıldığı İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İkinci Bölümü’nün 2 Şubat 2016 tarihli ve 2082/05 sayılı Aydın Çetinkaya - Türkiye kararına konu somut olayda da; başvurucu işkence ve kötü muameleye tabi tutulmuş, işkenceye uğrayan diğer sanıklar da başvurucu aleyhinde ifade vermeye zorlanmış, baskı ve zorlama altında alınan diğer sanık beyanları Yerel Mahkemece mahkumiyet hükmünde esas alınmıştır.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 1. fıkrasında güvence altına alınan “dürüst yargılanma” hakkını ihlal edildiğine oybirliği ile karar veren Yüksek Mahkeme somut olayda; başvurucunun kolluk tarafından alınan ifadelerinin dava dosyasında yer aldığına, Yerel Mahkemenin dosya içeriğini gözönüne alarak mahkumiyet kararı verdiğine, ilk derece mahkemesinin başvurucunun emniyet ifadesine belirli bir atıfta bulunmadığı doğru olmakla birlikte, davaya ilişkin maddi gerçeğin değerlendirilmesinde ve başvurucunun mahkumiyetine hükmedilmesinde, başvurucunun emniyet ifadelerini de içeren “dava dosyası içeriği” ile ilgili gerekçeye yer verildiğini gözlemlemiştir .
Somut olayda İHAM;

-  Devlet Güvenlik Mahkemesi kararında, başvurucunun emniyet ifadelerini de içeren dava dosyasındaki her bir delilin tanımlandığını,
-  Devlet Güvenlik Mahkemesinin başvurucunun mahkumiyetine karar verirken, defaten “tüm dosya içeriği” gerekçesine yer verdiğini,
-  Devlet Güvenlik Mahkemesinin, davanın esasına girmeden önce dava dosyasında yer alan delillerin kabul edilebilirliğini değerlendirmediğini,
Vurgulamıştır .

Yüksek Mahkeme ihlal kararının 106. paragrafında; “Mahkeme halihazırda, kötü muamele neticesinde elde edildiği ileri sürülen delillerin ceza yargılamasında kullanılmasını, mahkumiyet kararında bu deliller belirleyici olmasa bile, yargılamanın dürüstlüğünü ihlal ettiğine, bu sebeple başvurucunun ceza mahkumiyetinin polis zorlaması altında alındığı iddia edilen ifadelerinin ceza mahkumiyetinin belirleyici unsuru olup olmadığının sorgulanmasına gerek bulunmadığını” bildirmiştir.

Yine kararının 107. paragrafında Yüksek Mahkeme; Yerel Mahkemece sunulan usul güvencelerinin, kötü muamele sonucu elde edildiği iddia edilen ifadelerin ceza yargılamasında başvurucu aleyhine kullanılmasını engellemediğine ve dolayısıyla belirleyici olmasalar bile bu ifadelerin başvurucunun mahkumiyetine karar verilmesinde kullanılması sebebiyle yargılamanın bir bütün olarak dürüst olmadığı kanaatine ulaşmıştır.

Hukuka aykırı delillerle kurulan mahkumiyet hükmü neticesinde, dürüst yargılanma hakkını ihlal ettiği tespit edilen yargılamanın en etkin telafisinin davanın yeniden görülmesi olduğunu vurgulayan Yüksek Mahkeme; kararının 119. paragrafında açık ve net bir şekilde,

-  “Hak ihlali tespitinin en uygun telafi şeklinin, Sözleşmenin 6. maddesi uyarınca yapılacak yeniden yargılama olduğunu” ortaya koymuş,

-  Hak ihlalinin ortadan kaldırılabilmesinin, ancak yargılamanın yenilenmesi usulü ile mümkün olacağını, bu usule başvurulmasının zorunluluğunu bildirmiş ve Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararlarında olduğu gibi, hak ihlalinin yalnızca yargılamanın yenilenmesi yoluyla ortadan kaldırılabileceği sonucuna varmıştır.

“Yargılamanın bir bütün olarak dürüstlüğü” kavramını aşağıda yer vereceğimiz üç emsal kararında değerlendirip tartışan Anayasa Mahkemesi ise; İHAM’da benimsenen delil değerlendirme kriterini esas alarak İHAS m.6/1’de düzenlenen hakkaniyete uygun yargılamaya dair evrensel ilkeleri gözetmiş ve hukuka aykırı yollarla elde edilen delillerin yargılamanın dürüstlüğünü zedelediğini ve bu ihlal sebebinin yargılamanın yenilenmesini zorunlu kılarak, başvurucu bakımından asgari telafi usulü oluşturduğunu kabul etmiştir.

-  Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 09.09.2015 tarihli ve 2013/2541 bireysel başvuru numaralı Burak Çileli kararına konu somut olayda başvurucu; gözaltına alındığı sırada kolluk kuvvetleri tarafından işkenceye uğradığını, soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM’lerin) faal olduğu dönemde yerine getirildiğini, işkence ve baskıya dayalı ifadelerinin mahkumiyet hükmünde esas alındığını, bu sebeple Anayasa m.36’de düzenlenen “dürüst yargılanma” hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Anayasa Mahkemesi (AYM), gözaltı işleminin devamı sırasında düzenlenen ifade tutanaklarının, başvurucunun kendisi ve diğer şüpheliler hakkında isnat edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak nitelikte olduğuna, başvurucunun Cumhuriyet Savcısı ve Hakim huzurunda alınan ifadesinde, psikolojik ve fiziksel baskı altında ifade tutanağının zorla imzalatıldığını ve isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan ettiğine, DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen iddianamede suçun işlenişine dair yalnızca gözaltında alınan ifadelere dayanıldığına ve mahkumiyet kararının gerekçesinde de gözaltı ifadelerinin “belirleyici” biçimde hükme esas alındığına dikkat çekmiş,

- “…başvurucunun kabul etmediği ifadesinin mahkumiyetine dayanak oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulüne ilişkin diğer güvencelerin, soruşturmanın başında savunma hakkına verilen zararı gidermediği (paragraf 97)”,

- “…yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.148/4’ün kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte olduğu, ancak yargılamanın anılan ifadeler çerçevesinde sonuçlandığı ve bu durumun temyiz aşamasında dikkate alınmadığı (paragraf 98)”,

Gerekçeleriyle Anayasa m.36 uyarınca dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Kararın 91 ve 92. paragraflarında AYM; başvurucunun, gözaltında kötü muameleye maruz kalması sebebiyle ifade tutanağını imzaladığı iddiasını doğrulayacak somut bulgu sunmadığına, insan haysiyeti ile bağdaşmayan kötü muamelede bulunma yasağının ihlal edildiğine yönelik ayrıca bir şikayette de bulunmadığına dikkat çekmiş, ancak gerek AYM  ve gerekse İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM)  içtihatlarında belirtildiği üzere, bu durumun dürüst yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemeye engel teşkil etmediğini vurgulamıştır.

-  Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 27.10.2015 tarihli ve 2013/1138 başvuru numaralı Aligül Alkaya ve Diğerleri kararının 170. paragrafında işaret edildiği üzere; “Diğer başvurucuların mahkumiyetlerinin, esas olarak başvurucu Aligül Alkaya'nın kolluk aşamasında müdafi olmaksızın alınan ifadelerine dayandırıldığı, o ifadeler dikkate alınarak mahkumiyet hükmünün gerekçesinin oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu Aligül Alkaya'nın kolluk aşamasında müdafii olmaksızın ifadesinin alınması nedeniyle başvurucunun, İHAS m.6/3’ün (c) bendinde özel olarak düzenlenen ve Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında güvence altına alınan soruşturma aşamasında avukat yardımından yararlandırılma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu durumda başvurucu Aligül Alkaya'nın kolluk aşamasında müdafii olmaksızın alınan ifadeleri, diğer başvuruculara isnat edilen suçlamaların değerlendirilmesinde tek başına kullanılamayacağı gibi, bu ifadelerden yola çıkılarak diğer başvurucular hakkında mahkumiyet kararı verilmesi de hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir”.

-  Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 18.11.2015 tarihli ve 2013/2516 sayılı Müslüm Turfan kararında; başvurucu, polisler tarafından düzenlenen "kendisini ve bazı kişileri suçlayıcı ifadeler içeren" tutanakları imzalamak zorunda bırakıldığını, soruşturma evresinden itibaren bu beyanların kendisine ait olmadığını belirtip itiraz ettiğini, ifadede isimleri geçen diğer sanıkların da ifadedeki suçlamaları kabul etmediğini, gerekçeli karar incelendiğinde işkence altında alınan bu beyanlara dayalı olarak tanzim edilmiş tutanakların delil olarak kullanıldığını ileri sürmüştür. Diğer sanıklardan A.T. ve D.E. hakkında daha önce verilen ve kesinleşen mahkumiyet kararı ise, sanık A.T. ve başvurucunun müdafii hazır olmaksızın savunmalarının alındığı ve işkence yasağının ihlal edildiği gerekçeleriyle hak ihlali tespit eden İHAM kararında “yenilenmesi gereken bir yargılama” olarak açıkça ortaya koyulmuştur.

Yüksek Mahkeme, başvurucu ile diğer sanıkların birbirlerini tanıdıklarına ilişkin bilgileri içeren yüzleştirme tutanağının, başvurucunun işkence gördüğü dönemde müdafii olmaksızın düzenlendiğini, gerekçeli kararda başvurucunun aleyhinde delil olarak gösterilen Y.D.’ye ait ifadelerin müdafii olmaksızın alındığını ve muhatabınca kovuşturma evresinde (korkudan imzalamak zorunda kalındığı gerekçesiyle) reddedildiğini, başvurucunun evinde yapılan aramada örgüte ait dokümanlar, sahte nüfus cüzdanı ve afişler ele geçirildiğini, aramada başvurucu dışında “yer gösteren” sıfatıyla sanık D.E.’nin hazır bulunduğunu, ancak Kanunda belirtilen işlem tanıkları hazır olmaksızın aramanın icra edildiğini tespit etmiştir.

Yüksek Mahkeme kararının 55. paragrafında; başvurucu hakkındaki yargılamanın, arama esnasında elde edilen “eşyalar”, başvurucunun işkence gördüğü dönemde müdafii olmaksızın alınan beyanlara dayalı olarak düzenlenen “tutanaklar” ve kollukça müdafii olmaksızın alınan diğer sanıklarca doğrulanmamış “beyanlar” üzerine kurulduğunu ifade etmiştir. Yerel mahkemenin mahkumiyet kararı incelendiğinde, başvurucu aleyhinde beyanda bulunan diğer sanıkların ifadelerinin, teşhis tutanaklarının ve aramada ele geçirilen delillerin yargılamada esas alındığı gözlenmektedir. “Diğer sanık beyanları” olarak hükme esas alınan ifadelerin bir kısmının İHAM tarafından işkence altında alındığının belirlendiği, diğer kısmının ise sanıklar tarafından Mahkeme huzurunda doğrulanmadığı ve müdafi hazır olmaksızın soruşturma evresinde alınmış beyanlar olduğu görülmektedir. Adli aramaya ilişkin tutanak ise kovuşturma evresinde işkence altında imzalandığı gerekçesiyle sanıklarca kabul edilmemiştir. Kaldı ki adli arama da usulüne uygun yapılmamıştır.

Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisinin kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olduğunu kabul eden AYM; somut olayda mahkumiyete esas alınan delillerdeki hukuka aykırılığın bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği, delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurduğu ve mahkeme huzurunda sanıklar tarafından doğrulanmayan beyanlara ilişkin “kanuna aykırılıkların” yargılamanın bütünü yönünden dürüst yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu gerekçeleri ile İHAS m.6’nın ihlal edildiğini tespit etmiş ve yargılamanın yenilenmesine oybirliği ile karar vermiştir.

Kişi hak ve hürriyetlerinin korunması ve geliştirilmesi amacıyla Türk Yargısını temsil eden Anayasa Mahkemesi'nin; yukarıda emsal gösterdiğimiz kararlarında benimsediği “yargılamanın bir bütün olarak dürüstlüğü” anlayışını genişletip yayması ve birçok uluslararası sözleşmeye göre daha koruyucu ve birey lehine düzenlemeler öngören üstün iç hukuk normlarımızı gözardı etmeyerek yargı yetkisini daha da etkinleştirmesi beklenmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin; İHAM tarafından iç hukuk hükümleri uyarınca Sözleşmeye taraf devletlere tanınan takdir yetkisini, dolayısıyla ulusal mahkemelere devredilen yargılama yetkisinin sınırlı geçerliliğini taklit etmesi beklenemez. Yüksek Mahkeme (AYM); İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nce uluslararası düzlemde benimsenen tamamlayıcı anlayıştan uzaklaşıp, birey yararına öngörülen iç hukuk hükümlerimiz ışığında, deyim yerinde ise “özgün” hak ihlali kararlarına imza atarak, başvuruları kişi hak ve hürriyetleri lehine neticelendirmekten kaçınmamalıdır.

Kişi hak ve hürriyetleri hususunda iç hukukta öngörülen kanun hükmünün uluslararası sözleşmeye göre daha lehe olması, yani daha hürriyetçi bir kavrayışı benimsemesi halinde; uluslararası hukukta benimsenen içtihatların, mevcut iç hukuk hükümleri dikkate alınmaksızın kişi hak ve hürriyetleri aleyhine yorumlanması kabul edilemeyecektir. Anayasa Mahkemesi, kanun hükmünün kişi hak ve hürriyetleri bakımından daha lehe ve üstün koruma içerdiği hallerde, İHAM içtihatlarına atıf yapmak suretiyle bu hükümleri doğrudan yok saymamalıdır.

Türk yargısının yegane hak savunucusu ve koruyucusu kabul edilen Anayasa Mahkemesi’nin; iç hukukta üstün koruma sağlayan Anayasa ve kanunlar ışığında, birey aleyhine sonuç doğuran işlem ve eylemlerden kaçınarak “demokratik hukuk toplumunun gerekleri” gibi evrensel standarda kavuşmuş ölçütleri daraltmadan, kısıtlamadan, gözardı etmeden yorumlaması ve makul düzeyde uzlaştırıcı tedbirleri benimsemesi gerekmektedir. Bu hususta İHAM'ın, sözleşmeci devletin iç hukukunda kişi hak ve hürriyetine üstünlük veren düzenlemelerini dikkate almaması ayrıca eleştirilebilir. İHAM'ın birey lehine düzenleme öngören iç hukuku gözönünde bulundurarak, taraf devlete pratikte de gerekli uygulamaları başlatmasını önermesi, iç hukuka müdahale edildiği anlamına da gelmeyecektir. Kaldı ki; İHAM'ın başvurulara ilişkin yaklaşımı, her somut olayın kendine özgü koşullarını uluslararası yargı sıfatıyla inceleyip içtihat hukukunun inşasına ve bu hususta hak ve hürriyetlerin korunmasına öncü olmaktır, bundan öte yerel mahkemelerin kişi hak ve hürriyetlerine lehine farklı bir anlayışı benimsemesi hiçbir surette kısıtlanmış değildir.  Anayasa Mahkemesi'nin, somut olaya ilişkin Türk Hukuku’nda öngörülen iç hukuk kurallarını esas alarak, “yargılamanın bir bütün olarak dürüstlüğünü” zedeleyen her başvuruyu birey lehine neticelendirmesine, ne İHAM içtihatları ve ne de Yargıtay tarafından istisnai şekilde verilen kararlar engel teşkil edebilecektir.



Kaynak: Haber7