Tarih boyunca yaşamış olan bütün büyük devlet adamları, felsefeciler, yazarlar ve daha nice hatrı sayılır kimse; bir ülkenin yurttaşlarının huzur ve refah içinde yaşamlarını sürdürebilmesi, bu huzuru ve refahı  gelecek nesillere taşıyabilmesi için, yurttaşların adalete olan inancının en önemli unsur olduğunu belirtmişlerdir. Tarih, bu önemi vurgulayan ve efsaneleşmiş birçok örneği bizlere anımsatır:

Bunlardan belki de en çok bilineni, bize hukuk devletinin felsefesini kısaca özetleyen ve 18. Yüzyıl Alman hükümdarlarından Büyük Frederik’in kendine yaptıracağı saray için dağda yaşayan bir değirmencinin arazisini satın almak istemesi, değirmencinin arazisini satmak istememesi, hükümdarın zorla alacağını söylemesi ve sonra da değirmencinin:  “Alamazsın! Belin’de hakimler var!” diyerek cevap verdiği hikayedir. Prusya’nın Avrupa’yı kasıp kavurduğu zamanları düşününce, yurttaşlarının adalete olan inancını anlatan bu hikayeye inanmakta zorlanmıyor insan.

Adaletin önemini anlatmak için külliyatlar dolusu yazılar yazılabilir. Ancak muhataplarının çoğu hukukçular olan bu yazıda, adaletin önemini tekrar tekrar ifade etmek yerine,  pek de farkında olmadığımızı düşündüğüm bir konuya aşağıda değinmek istiyorum.
         
Ülkemizdeki yargı sisteminin yanlışları ve doğruları her zaman tartışma konusu olmuştur. Yanlışları ve doğrularıyla var olan yargı sistemimizi ise, herkesin bildiği üzere üç unsur oluşturmaktadır: Hakimler, savcılar ve avukatlar. Her birinin ayrı önemi söz konusudur. Ancak uygulamada  ne yazık ki avukatlar pek çok bakımdan son sırada yer almaktadır, hem mesleki eğitimlerinin öneminde hem yargılama esnasında karşılaşılan sorunlarda lehine tercih yapılan taraf olma noktasında hem de daha sayılabilecek birçok hususta. İşte bu nedenle olacak ki artık yıllanmış ve kökleşmiş sıkıntıları hala çözülemeyen, sorunları sıralanırken en başa, önemi sıralanırken en son sıraya konulan, ruhsatlarını alana kadar pek çok konuda üvey evlat muamelesi gören ve buna rağmen yargının kurucu unsuru olan savunmanın geleceğini oluşturması beklenen bir grup var: Stajyer avukatlar.
           
Pek çok soruna sahip bir grup stajyer avukatlar: Hukuk fakültesini binbir zorlukla bitirdikten sonra eline bir belge listesi tutuşturulup “Bunları getir, stajını başlatalım.” denilerek, yargı sistemine ilk adımını atan; bir süre geçene kadar “Ben avukat olacağım, hukuk mezunuyum.” diyerek gururlanırken, bir anda kendini her gün yerin dibine geçirilme korkusuyla gittiği adliye ve icra dairelerinde bulan; sonra maalesef kendi kendine: “Etliye sütlüye karışmayayım da bir an önce stajımı bitireyim.” diyerek, bir çeşit zulmün sona ermesini bekleyen; üniversiteyi daha önce ya da aynı zamanda bitirmiş, gelir elde eden arkadaşlarına bakarak: “Ruhsatımı alayım, ben de para kazanacağım.” diyerek hayıflanan hukukçulardan oluşan bir “kesim”dir stajyer avukatlar, tabi eğer kendini şanslı sayabilecek küçük bir “kesime” dahil değilse.
           
Önemini, Ömer Hayyam’ın “Adalet kainatın ruhudur.”,  Immanuel Kant’ın “Adalet dünyadan kalkarsa, insan hayatına değer verecek bir şey kalmaz.” ya da Seneca’nın “Bir duruşmada tek tarafı dinleyerek verilen karar doğru olsa bile, hiçbir zaman adil olmaz.” diyerek vurguladıkları adalet kadar, adaleti uygulayacakların nasıl kişiler olacakları da önemli değil midir?
           
Yargılama faaliyeti içerisinde çalışan hakimler,savcılar ve avukatlar, birçok bakımdan kendini geliştirmelidirler. Özgür düşünceli, eleştirel bakış açısına sahip, analitik düşünme kabiliyetine haiz, dili iyi kullanan ve sadece hukuk alanında değil, başka alanlarda da en azından uğraşı düzeyinde de olsa ilgi ve beceri sahibi olan kimseler olmalıdırlar. Daha birçok özellikten bahsedebilir. Bu özelliklere sahip olmak ise pek çok açıdan ekonomik bağımsızlıkla ilgilidir. Ekonomik bağımsızlığını sağlamış kimseler, yukarıda sayılan özelliklere sahiptir demektense; yukarıdaki özelliklere sahip olmanın şartları arasında en başta ekonomik bağımsızlığı sağlamış olmak gerekir demek daha doğru olur. Bu sav, başta yargılama faaliyetinde çalışanlarla ilgisiz gibi dursa da üzerine biraz daha düşünülürse en azından stajyer avukatlarla çok ilgili olduğu görülecektir.
           
Yargının kurucu unsurlarından hakimler ve savcılar girdikleri yazılı sınavın ve mülakatın sonucunda hakim savcı-adayı olarak kabul edilmekte ve henüz mesleki eğitim almaktayken dahi, yıllarını kamu dairelerinde çalışarak geçirmiş birçok memurdan çok daha fazla maaş alarak, ekonomik özgürlük kazanmaktadırlar. Ekonomik özgürlüklerini kazanmaları tabii ki çok önemlidir. Çünkü ekonomik bağımsızlığı sağlamak, bireyin özgüvenini de sağlamakta, özgüven ise beraberinde  bağımsızlığı ve özgürlüğü getirmektedir.
           
Hakim ve savcı adaylarının bu ayrıcalıklı durumu ne yazık ki stajyer avukatlar için geçerli değildir. Stajyer avukatlar, baroya ilk adımlarını attıkları andan itibaren ekonomik taleplerle muhatap olmaktadırlar. Staja başlamak, ikinci altıncı aya geçmek, staj bitince ruhsat almak için giderler yapmaktadırlar. Bunlar bir yana, bir yıl boyunca zorunlu stajlarını yaparken ücret almalarına engel hiçbir kanuni düzenleme olmamasına rağmen, yerleşmiş olan yanlış kabüller nedeniyle ücret almaları engellenmektedir.
           
Hukuk fakültesini bitirmiş, düzenli olarak stajını yapmak zorunda olan ve yargının kurucu unsuru olacak bir kitlenin, mesleğinin başından itibaren ailesinin desteğine mahkum edilmiş olmasına; aklı, mantığı, vicdanı ve adalet kaygısı olan hangi birey karşı çıkmaz?
           
Avukatlık Staj Yönetmeliği’nin 1. Maddesi: Bu Yönetmeliğin amacı Avukatlık stajının hukuk bilgilerini bilimsel verilerden ayrılmaksızın ve bilimin yöntemlerini kullanarak somut olaylara uygulayabilen, yargılama süresince yargılama faaliyetinin yönetimine ve kararın oluşumuna etkin biçimde katılabilen, meslek ilke ve kurallarına bağlı, hak arama özgürlüğünün yaşama geçmesi için uğraş veren, insan haklarına saygılı, demokrasi ve hukukun üstünlüğünden ayrılmayan, bağımsız ve özgür avukatların yetişmesi için hukuksal, sanatsal, eğitsel olanakların sağlanmasıdır.” demektedir. Uygulamayla ne kadar da çelişik bir madde olduğunu görmek için bir stajyer avukatla on dakikalık sohbet yeterlidir.
           
Sorulması gereken sorular şunlardır: Hukuk fakültesini bitirdikten sonra, avukat olma sorumluluğuna hazırlanan birinin, ekonomik sıkıntıları yokmuşçasına davranarak onun bağımsız ve özgür olmasını nasıl sağlayabiliriz? Üniversiteyi bitirince gelir elde etmeye başlayan birçok meslek grubu varken, stajyer avukatların; üstelik stajları bitince yargılamanın kurucu unsuru haline gelecek olan stajyer avukatların, hem mesleki hem bireysel gelişimlerini sağlamak için birçok kolaylık sağlamak gerekirken; yanlarında staj yaptıkları avukatlardan gizlice ücret almak zorunda bırakılmaları, hangi adalet anlayışına hizmet etmektir?
           
Stajyer avukatların birey olmalarını geciktirmek, öğrencilikleri bitmiş olmasına rağmen onları ailelerinden destek almaya mecbur etmek, ailelerinden destek alma şansı olmayanların ise staj dönemlerini mesleki eğitim görmek yerine para kazanmaya yönelik işleri yapmaya zorlamak ve üstelik bunları hiçbir kanuni düzenleme yokken mahkeme kararları ile yapmak, adaleti sağlamakla görevli olanların, yargının bir ayağını sakatlamasından başka ne olabilir?
           
İşte tam da bu noktada, stajyer avukatlar herkesin bildiği İŞKUR’un programından faydalanabilecekken, Bakanlık’ın olumsuz görüş yazısı belirtmesi ve bu imkandan faydalanma isteği olan stajyer avukatları, stajlarını kabul etmemekle tehdit etmesi, aslında avukatların gelişimine engel olmaktır. Dünyanın herhangi bir yerindeki hukuk devletinde, yargıyı böyle sakat bırakacak bir uygulama söz konusu olamaz.
           
Stajyer avukatların ücret alamamasıyla ilgili tartışılabilecek çok fazla konu olsa da bu zamana kadar göz ardı edilen bir konuya eğilmek istedik. Stajyer avukatların ekonomik bağımsızlığı ellerinden alınarak mesleki anlamda gelişimleri ve daha da önemlisi birey olarak gelişimleri engellenmekte, yargılama esnasında eşit durumda olması gereken hakim, savcı ve avukat dengesi, avukatlar aleyhine daha da bozulmaktadır. Sonuç ise açıktır, her gün adaletten biraz daha uzaklaşılmaktadır.
           
Ülkemizin tüm yurttaşlarının, Prusya’nın bir dağında yaşayan değirmencinin adalete inandığı gibi adalete inanmasını ve adalete hizmet edenlerin de adalete uygun davranmasını dilerim.
                                                                                             
Stj. Av. Tuna Gökalp Ergün

hukukihaber.net