Bir çok mesleğin aksine, avukatlık mesleğinde, karşı tarafın vekille temsil edildiği durumlarda, avukatın rakibi, yine bir avukat olmaktadır. Rekabetten kastımız, ne karşı tarafa, nede vekile düşmanlık beslemek asla değildir. Avukatın görevi, müvekkilinin haklarını korumak, bunun için, yasalar çerçevesinde talepte bulunmak, savunma yapmaktır. Kimi avukatların, bu durumu abartıp, karşı tarafı veya vekilini, düşman gibi gördüklerini dahi üzülerek gözlemlemekteyiz.

Karşınızdaki avukat, istediği kadar kıdemli olsun, avukatın da elinde sihirli değnek olmadığı bir gerçek. Özellikle hukuk davalarında, haklı olmanın yetmediği, haklı olduğunuzu usul hukuku kuralları çerçevesinde mahkemede ispatlama yükü altında olduğunu düşünürsek,  hangi tarafın elinde, iddiasını ispata yarar araçlar daha güçlüyse, davayı kazanan taraf da çoğu zaman o olmaktadır. Bu nedenle, kıdemli olmaktan ziyade, müvekkilin mevcut davada size sunabileceği deliller, davayı kimin kazanacağını çoğu zaman belirlemektedir.

Çoğu zaman diyoruz, çünkü öyle zamanlar olur ki, karşı taraf vekilinin yapacağı usul hatası, ispat yükü kendisinde değilken, dilekçesinde yazacağı iki kelime ile ispat yükünün yer değiştirmesine sebep olması, kazanılacak davayı kaybetmesine dahi neden olabilmektedir.  Meslekte kıdem, bu noktada devreye girmektedir.

Basit bir örnek verecek olursak;

Muris, sağlığında, maliki olduğu bir gayrimenkulü satıp, parasını oğlu Ali’ye, diğer gayrimenkulünü satıp, parasını Veli’ye elden verir. Muris, bununla kalmayıp, oturduğu gayrimenkulü de, gerçek iradesi bağışlama olmasına  rağmen satış gibi göstererek Veli’ye devreder, ardından vefat eder.

Ali, bu durumu öğrenince, hemen bir avukata gider. Avukat gerekli araştırmaları yapar ve Veli’ye karşı, muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescil davası açar. Avukat, murisin, sağlığında mal satmaya ihtiyacının olmadığını, ölünceye kadar aynı evde ikamet etmeye devam ettiğini, davalı çocuğun satın alma gücü bulunmadığını, para transferi olmadığını, babanın oğula mal satmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu iddia ve ispat edip, davayı lehe sonuçlandırma imkanına sahiptir.

Davalı vekili, bakar ki durum vahim, savunma olarak murisin sağlığında satıp parasını Ali’ye vermiş olduğu yerden bahseder. Murisin sağlığında paylaştırma yaptığını iddia eder. Satılıp Veli’ye parası verilen yeri ise hiç işin içine karıştırmaz.

Mevcut durum itibarı ile, murisin sağlığında satmış olduğu evin parasını Ali’ye verdiğini iddia eden davalı taraf, bunu ispat yükü altındayken, bizim davacı vekili, dilekçesinde, bunu kabul eder, ancak murisin, sağlığında ayrı bir ev satıp parasını Veli’ye verdiğini iddia eder ve bunu ispat yükümlülüğü altına girer. Dolayısı ile inkar yoluna gitmesi halinde lehine sonuçlandırabileceği davanın ispat yükünü üzerine alarak kaybedilmesine vesile olur…

Peki akıl oyunlarında kıdemli olan, her zaman daha mı başarılı olur?

Elbette ki hayır… Sadece, geçmiş yıllardan kaynaklanan tecrübesi vesilesiyle, kıdemli bir avukatın böyle bir oyuna gelmeme ihtimali daha yüksektir. Kıdemli olmadığı halde, tecrübeli bir çok meslektaşını cebinden çıkarabilecek kapasitede genç avukatlar da yok değildir.

Davalar, kısmen  poker oyununa benzer. Akıllı avukatlar, dava dilekçesi hazırlarken, ellerindeki tüm kozları dava dilekçeleriyle birlikte ortaya dökmezler. Hatta öylesine hazırlık yaparlar ki, davanın seyrini etkileyebilecek bazı hususlara, dava dilekçesinde özellikle değinmezler. Dava dilekçesi, davalı veya vekiline ulaştığında, bu değinilmeyen hususlar, savunma yapılabilecek açıklar gibi görünür ve çoğu zaman savunma kurgusu, davalı tarafça bu hususlar üzerine kurulur. Cevap dilekçesinde yapılan savunmayı çürütecek somut delillere sahip olan davacı vekili, ardından elindeki bu kartları ortaya döker ve davalının savunmasını çökertir.

Bu nedenle, dava dilekçesi ile birlikte, eldeki tüm delilleri ortaya dökmemek oldukça önemlidir. “Süreyi kaçırırım, delil listesiyle birlikte tüm delilleri de sunayım” mantığı, çok da yerinde bir düşünce değildir. Elbette ki bunu yaparken, iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağını da gözardı etmemek elzemdir.

Adamın biri, bir tanıdığına elden 10.000 TL borç para verir. Vadesinde alamayınca bir avukata gider ve durumu anlatır. Elinde bunu belgeleyecek delil bulunmadığını söyler.

Avukat: “Borçluya  sana verdiğim 50.000 TL’nin vadesi geçti ödemiyorsan dava açacağım diye mesaj at”  der.

Müvekkil, avukatın dediğini aynen yapar. Borçludan mesaja karşılık gelir : ” Ben senden 10.000 TL aldım 50.000 nereden çıktı?”

Avukat, müvekkile döner: ”İşte aradığımız delil” der.

Böylesi 'sazan' borçluyu, ancak fıkralarda görürsünüz. Ancak usule hakim olmayan, ikrar içeren beyanları ile veya karşı tarafın yönlendirmesi ile hareket eden fakat bunun farkında dahi olmayan, ispat yükünün yer değiştirmesine sebep olan  “avukatlar” dan bir hayli mevcut.

Mevcut delillerle davayı kazanmaktan ziyade, karşı taraf vekilini yönlendirerek, yapacağı usul hatalarını lehe kullanarak davayı kazanmak, bir avukat için çok daha fazla keyif verir.

“Para ile dert satın almak” olarak tanımlanan avukatlık mesleğini daha keyifle yapabilmek için bu tür şeylere ihtiyacımız olduğu ortada. Ancak meslekten keyif alacağım diye de müvekkili hak kaybına uğratmamaya da aman dikkat!


Kaynak: Hukukitavsiyeler