Avukatlar Haftası dolayısıyla Barolar Birliği Özdemir Özok Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen törende konuşan Coşar, dünyanın en onurlu ve en zor mesleklerinden birinin avukatlık olduğunu ifade etti.

Bu zorluğun, avukatlık mesleğiyle statüko arasında sorun olmasından kaynaklandığını belirten Coşar, onun için dünyanın her tarafında avukatların siyasal iktidarlar tarafından pek sevilmediklerini dile getirdi. Bu zorluğun, hukuka aidiyet bilincinin yeteri kadar gelişmediği toplumlarda daha da ağır koşulları beraberinde getirdiğine işaret eden Coşar, şöyle devam etti:

"Yine bu zorluk, savunmanın yargılama faaliyetinin asli unsuru olduğunun, yargılama faaliyetini demokratikleştiren ve meşrulaştıran unsurun savunma olduğunun bilincinde olmayan, buna göre eğitilmeyen, yetiştirilmeyen, kendilerini bu yönde geliştirmeyen, insanı değil, insan haklarını değil, devletin menfaatlerini korumayı adalet sayan kimi hakim, savcı ve kolluk güçlerinin olduğu ülkelerde, avukatlık mesleğinin icrasını daha da zorlaştırır, ağırlaştırır. Nitekim ülkemizde de durum böyledir, bu bağlamda bugün ülkemizde hemen her zeminde, ister hukuk, ister ise ceza davası olsun avukatlık mesleğinin icrası son derece zordur ve giderek daha da zorlaşmaktadır."

Coşar, avukatlara yönelik son 10 yıl içinde 300'den fazla saldırı yaşandığını, bu saldırılardan kiminin ölümle kiminin de ağır yaralanmayla sonuçlandığını kaydetti. Coşar, bu saldırıların bir bölümünün bazı kolluk görevlilerince gerçekleştirilmesinin durumu daha da vahim kıldığını kaydetti.

"Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlara yapılan hak ihlali"

Avukatlarla ilgili soruşturma faaliyetlerinde gözaltı, arama, el koyma gibi işlemlerin özensiz ve hukuka aykırı yapıldığı yolunda çok sayıda ve birçoğu da haklı yakınma olduğunu söyleyen Coşar, şunları söyledi:

"Bu haklı yakınmalardan bir tanesi de Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya olmak üzere, birçok ilde Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi meslektaşlarımıza yönelik uygulamadır. Bu dernek üyesi meslektaşlarımızın arama, gözaltı, yakalama kararları, soruşturma ve kovuşturma usulleri Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (Cmk) 118, 130, 136. maddeleri hükümlerine, Avukatlık Kanunu'nun 58 ve 59. maddelerine aykırı yapılmıştır."

TBB Başkanı Coşar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Elçi ve diğerleri/Türkiye-2003 kararında, "avukatlara karşı yapılacak baskı veya tacizler sözleşme sisteminin özüne yapılmış saldırılardır. Bu yüzden her ne şekilde olursa olsun baskı iddiaları ama özellikle avukatların geniş ölçekli tutuklanmaları ve gözaltına alınmaları ve bürolarının aranmalarının mahkeme tarafından oldukça sıkı bir incelemeye tabi tutulması gerekir" denildiğini hatırlattı.

Bu kararda işaret edilen çerçevede uygulama yapılmadığını, avukatların tutuklandıkları günden bugüne kadar yaklaşık 2,5-3 ay geçmesine rağmen ortada hala hazırlanmış bir iddianame bulunmadığını söyleyen Coşar, bu durumun son derece ciddi bir hak ihlali olduğunu kaydetti.

"Tutuklama ceza değil önlem"

Tutuklama kararının, özgürlük hakkına hukuk yoluyla da olsa tecavüz niteliği taşıdığı, adil yargılanma hakkıyla doğrudan ilişkili olduğunu vurgulayan Coşar, tutuklamanın ceza değil önlem, kural değil istisna olduğu için son derece dikkatli biçimde verilmesi gereken kararlardan olduğunu söyledi.

Coşar, "Ne yazık ki, ülkemizdeki uygulama biçimi itibariyle tutuklama, istisna ve önlem olmaktan çıkmış, kurala ve hatta erken infaza dönüşmüştür" dedi.

Vedat Ahsen Coşar, "Tokyo Kuralları" olarak bilinen 1990 tarihli "Birleşmiş Milletler Hapis Dışı Tedbirler Hakkında Asgari Standart Kuralları" ile 1990 tarihli "Birleşmiş Milletler Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri"de yazılı olduğu üzere, yargılama öncesi tutukluluğun, iddia konusu suçun soruşturulması ve mağdurun korunması amacıyla ceza yargılamasında son çare olarak uygulanması gerektiğini vurguladı.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin, "adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesine göre, her sanığın ve sanık müdafinin, kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda ve ayrıntılı biçimde bilgili kılınmak, savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklarla sahip olma hakkı bulunduğunu ifade eden Coşar, şöyle devam etti:

"Ne var ki uygulama çoğu zaman bu şekilde olmamaktadır. İddia ve savunma makamlarının gerek sahip oldukları fiziksel koşullar, gerekse yargılama sürecindeki işlevleri itibariyle eşit olmaları gerekir. 'Silahların eşitliği' olarak ifade edilen bu ilke, Türkiye'de, sadece duruşma salonlarındaki avukat-savcı yerleşmesiyle, duruşma sırasında ve arasında hakim savcı yakınlığı ve işbirliğiyle ihlal edilmemekte, bunun dışında dosyaya ve delillere erişim konusunda da avukatların aleyhlerine olacak biçimde işletilmektedir. Oysa ki silahların eşitliği ilkesi savcının delillere eriştiği anda savunmanın da delillere erişmesini emreder. Türkiye uygulamasında avukat, dosyaya ve delillere bırakın soruşturma aşamasını, kimi davalarda kovuşturma aşamasında dahi erişmekte güçlük çekmekte ve hatta tam anlamıyla erişememektedir."

Türkiye'nin taraf olduğu Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler/Havana Kuralları'na göre, yargı organları ve hükümetlerin, avukatlar ile müvekkilleri arasında mesleki ilişkiler kapsamındaki bütün haberleşme ve görüşmelerin gizli olduğunu kabul etmek ve buna saygı göstermek zorunda olduklarını kaydeden Coşar, şöyle konuştu:

"Hal böyle iken KCK, Balyoz, Ergenekon olarak bilinen davaların yargılamasının yapıldığı duruşma salonunda sanık avukatlarının oturdukları bölüme

'tavandan aşağıya doğru sarkıtılmış, dört/beş metre uzunluğunda, ucunda ses ve görüntü alma cihazlarının bulunduğu kablolar yerleştirilmiş', yapılan bu uygulamanın ulusal ve uluslararası düzeyde koruma altında olan avukat/müvekkil ilişkisinin gizliliği ilkesine, adil yargılanma hakkı ile bu hak kapsamında bulunan savunma hakkına, evrensel nitelikteki savunmanın özgürlüğü, bağımsızlığı, dokunulmazlığı ilkelerine aykırıdır."



AA