Tarihinde görülmemiş şekilde son 10 yıldır geniş kadrolarla çalışmaya başlayan ve sayıları hızla artan hukuk bürolarındaki insan kaynakları eksikliği ve çalışanların beklentileri, karşılaştıkları olumsuz olaylara ilişkin yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bir önceki yazımızda ilan verip de işe alma sürecinde işveren – çalışan arasında yaşanmış bir olayı anlatmış, şirketleşen hukuk bürolarında eleman alma sürecinde görevlendirilmiş ancak yerini hazmedemeyen, oturduğu koltukta şaşıran birinin durumunu anlatmıştık

Yıllar önce istisnalar kaide bozmaz diyebileceğimiz hukuk bürolarındaki manzarayı yaşı geçkin hukukçularımız bilir.

Parasızlıktan inim inim inleyen avukat odalarını onlar bilir, beş parasız günlerce bir müşteri gelecek diye beklemeleri onlar bilir. Karanlık, küçük odalarda tembel tembel oturmamak için hukuk dışı faaliyetlere katılanlar da genelde onlardı, avukatlardı.

Ancak kredi patlaması, ödenmeyen çek ve senetler, batık krediler, kredilerini ödemeyen, ödeyemeyen borçluları takip etmek, kurum tahsilâtları herkesin bildiği gibi hukuk sektöründe yeni bir alan açtı.

İcra takipçiliği, icra avukatlığı…

Yasal tahsilâtçılık.

Ve icra aşamasında hacizlerde şiddet gösteren borçlular, haciz arabalarında kaybedilen günler avukatları kâtip alımlarına, takip elemanlarına yönlendirdi.

Bugün avukatın işini yapan sayısız eleman ortalıkta boy gösteriyor. Adları ister takip elemanı, ister kâtip, ister çağrı elemanı, ister sekreter olsun sayıları hızla artan ve çoğunluğu 16 -20 yaş arasında bulunan gençler hukuk bürolarını doldurur oldu.

Gençler hukuk bürolarında çalışma heyecanı içinde bulunurken en büyük ümitleri haklarının tam anlamıyla verileceğini sanmalarıdır.

“Avukatın yanında çalışıyorum, hakkımız tam verilir” düşüncesi ile işe girilip hayal kırıklığı içerisinde 4-5 aylık çalışma sonunda işi terk edenler, birkaç yıl sonunda işten çıkartıldıklarında “benim neyimi şikâyet edeceksin. Ben avukatım, kanunu benden iyi mi bileceksin, birçok avukat arkadaşım, hâkimler benim dostum, boşuna masraf yapar, zararlı çıkan sen olursun, sana bir iftira atarım ki hapse bile girersin, benimle uğraşamazsın, koca hukuk bürosuna sen mi kafa tutacaksın, biz burada kaç kişiyiz, sen kimsin, ” gözdağları ile karşılaşmaları yadsınmayacak kadar fazla olmaya başlamıştır.

Bir avukat kıdem tazminatı ve işyeri alacağı için kendisine müracaat eden, vekillik veren bir işçinin alacağı için işverene karşı şahin olurken, kılı kırk yaran şekilde hukukun bütün inceliklerini kullanmaya kalkarken, kendi çalıştırdıklarına karşı tutucu, zalim, despot, hukuk tanımaz, yasa dinlemez, ücret koklatmaz, hak yiyici tutum içine girmesi bu ne perhiz bu ne turşu dedirtir hal almaktadır.

Bayram seyran dinletmeden günlük 10-12 saatlik çalışma yaptıran, 45 saati aşan çalışmalarda fazla çalışma ücretini uygulatmayan, resmi bayram tanımayan, sosyal güvenlik primini yatırmamak için sigortasız çalıştıran, sigortalı çalıştırsa da asgari geçim indirimi ücretini vermeyen avukatlar barolara şikâyet konusu olmaktadır. Bu tür hak bilmez söz de hak savunucuları zulmün örneğini yaşatırken, aslında diğer hukuk bürolarına leke sürmekte, kendi meslektaşlarına büyük zarar vermektedir.

Çalışmak isteyenlerin hakları yenmişleri dinledikçe güveninin yok olması, hak aramak için gidilmeyecek yer olarak görülmektedirler.

Hukukun ve hukukçunun saygınlığını yerle bir eden bu düşüncedeki hak yiyen avukatlar bu kategoride olmayan insan ve ahlak anlayışlarında hassas olanları da, koca bir camiayı da kirletmektedir.

İşin özünde bu durum yani, Adalet terazisinin ve adaletin savunucu olmaları yerine haksızlığın, zulmün temsilcisi olup kendileri için üçüncü şahıslara kalkan olan bu alt tabaka hukuk çalışanlarını aşağılamaları, horlamaları, hak yemenin merkezi haline gelmelerindeki tek neden bulundukları yerleri hazmedemeyen, fazla kazanma hırsı ile ne oldum deme şaşkınlığını yaşayanların zavallılığıdır.

Bugüne kadar birçok şirkette danışman olan, insan kaynaklarında görev yapan avukatlar şimdi kendi şirketlerinde eleman çalıştırdıklarında basit bir işyeri, kanun tanımaz bir işveren rolünü çabucak kapmış durumda gençlerin gözünde küçülmektedir.

İnsana verilen değeri biz hukukçular kendi ocağımızda, kendi büromuzda yaşatmazsak toplumlara karşı nasıl saygın oluruz, nasıl güçlü oluruz diye düşünmemiz lazım.

Oysa siyah cübbelerimizle adliye koridorlarında, mahkeme salonlarında vakarlı bir vaziyette durup, halkın gözünde saygın bir yer bulmamız gerekirken bu şekilde yapanlar karşısında yaşamışların, bunların ailelerinin, bunları tanıyanlarının yapılanları duydukça bize ne saygı göstereceklerini düşünmemiz lazım.

İnsan kaynaklarını hukuk bürolarında yaşatmamızın ilk noktası işe alımlarda göstereceğimiz görüntü ile ücret ve hak adaletinde yapacaklarımızı bilmemiz hukukun üstünlüğünü dile getirir


http://haber.icrada.net/1914-hukuk-burolarinda-ik-sancisi–2-haber.html