İstanbul Barosunun konuya ilişkin 30 Mart 2010 tarih ve 58855 Gündem sayılı yazısı şöyle:

CMK 250.madde ile yetkili İstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin soruşturma evresinde savunma yapılabilmesinin önünde gerek mevzuattan gerekse de uygulamalardan kaynaklı pek çok sorun yaşanmaktadır. Yaşanan bu sorunlar savunmayı simgesel olmanın ötesine götürmemektedir. Etkin yapılamayan bir savunmada yargılamanın adil olabilmesi mümkün değildir.

Tüm dünyada terörün ve organize suçluluğun yıkıcı etkisi bilinen bir gerçektir. Bu nedenle bu tür suçlara karşı yapılacak mücadelenin özellikli olması da doğaldır. Ancak bu suçların yargılanmasında, masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı kapsamında savunma hakkını hiç kullandırmamaya yol açabilecek özel yargılama usullerinin getirilmesi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü prensipleri ile bağdaşmaz

Yargı Reformu Stratejisi ve Eylem Planının 3.3 no’lu "Adil yargılanma hakkı ve silahların eşitliği ilkesi çerçevesinde savunmanın etkinliğinin arttırılması" başlığı altında "zorunlu müdafiliğin adil yargılanma hakkı kapsamında etkin hale getirilmesi sağlanacak avukatların yetkileri ile ilgili çalışmalar yapılacak, avukatların sunulan delilleri incelemeleri, bu tür belgelerin taraf vekillerine eksiksiz sunulması gibi konularda çalışmalar yapılarak gerekli mevzuat değişiklikleri gerçekleştirilecektir " denilmiştir.

Bu kapsamda Ceza Muhakemesinde tarafların etkin hukuki yardımdan faydalandırılması, silahların eşitliği ilkesinin önündeki engellerin kaldırılarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları doğrultusunda savunma makamının hak ettiği konuma yükseltilmesi için 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nın, bu suçların soruşturma ve kovuşturma usulü ile ilgili 10.maddesinin (b) ve (d) bendleri uygulamalarına aşağıda değineceğiz.

Silahların eşitliği prensibi gereği tüm dosya içeriği elinde olan Cumhuriyet Savcısına karşın yargının kurucu unsurlarından olan savunmanın da dosya hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. Bu prensip gereğince 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 153.maddesi uyarınca dosya içeriği savunmaya karşı gizli değildir. Ancak müdafiin dosya içeriğini incelemesi soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecekse müdafiin bu yetkisi kısıtlanabilmektedir.

Fakat bu kısıtlama kararına rağmen yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar müdafi tarafından incelenebilecektir. Kanun koyucu savunma hakkının kullandırılması ile soruşturmanın gizliliği ilkeleri arasında kurduğu bu denge, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesinin (d) bendinde korunmamıştır. Madde uyarınca neredeyse tüm Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerince soruşturmanın başında müdafiin dosya inceleme yetkisi kısıtlanmaktadır. Hatta müdafiin katıldığı ifade ve sorgu tutanağı dahi müdafiye verilmemektedir. Oysaki müdafiin katıldığı ifade ve sorgu, müdafi için artık gizlilik teşkil eden bir işlem değildir. Fakat bu tutanakların tam metinleri, ertesi gün kimi gazetelerde satırı satırına yayınlanmaktadır.

Müdafilere kısıtlama kararı dahi verilmemektedir. Bu karara itiraz edecek avukatlar, gerekçesini ve kendisini görmedikleri, bilmedikleri karara itiraz etmek zorunda bırakılmaktadırlar.

Yine Terörle Mücadele Kanunu'nun 10-b maddesi ile gözaltı süresince şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı 24 saat süre ile kısıtlanmaktadır. Bu kısıtlama kararı da soruşturmanın başında otomatik olarak verilmekte ve kısıtlama kararı müdafilere gösterilmemektedir. Yani kısıtlama kararı dahi müdafilerden gizlenmektedir.

Neredeyse bu tür tüm dosyalarda kısıtlama kararlarının alınması, istisnanın uygulamalar ile kural halini alması, soruşturmanın gizliliğini muhafazadan çok savunma hakkının peşinen ortadan kaldırılması sonucunu doğurmaktadır. Sanki suçların soruşturulmasını avukatlar engelliyor gibi bir anlayışın ürünü olan bu durum savunmanın temsilcisi olan Baromuzca kabul edilemez. Avukatına güvenmeyen bir hukuk anlayışı, mevzuatında avukatı varmış gibi sembolik olarak gösteren bir hukuk düşüncesi yerine gerçekten etkin bir savunma ile adil yargılama tesis edilmek suretiyle soruşturmaların sürdürülmesi, Ceza Muhakemesi Kanununun 160/2.maddesi uyarınca Cumhuriyet Savcılarının görevidir. Gerçeğe her ne pahasına olursa olsun değil temel hak ve hürriyetler gözetilerek ulaşılması, anayasa ve uluslararası düzenlemelerin bir sonucudur. Bu anlayış doğrultusunda uluslararası düzenlemelere aykırı olarak savunma hakkının tümüyle ortadan kaldırılmasına yönelik uygulamaların sonlandırılmasını dilerim.

 

Saygılarımla.

Av. Muammer AYDIN
İstanbul Barosu Başkanı


istanbulbarosu.org.tr