Anıl EMRE / HT GAZETE

Ticaret hukuku, klasik anlamda dava avukatlığı kadar, yarınki konumuz olan son zamanlarda parlak gençlerin en çok rağbet ettiği, özelleştirmeler, dev enerji ve ulaşım projeleri, büyük şirket satın almaları gibi konularda hukuk danışmanlığı hizmeti verilen sözleşme avukatlığını da barındırıyor. Biz bugün uyuşmazlık çözümünü, yani dava avukatlığını Türkiye’de önde gelen 4 temsilcisiyle konuşuyoruz: Ticaret hukukunda uzmanlaşmış köklü bürolardan Cerrahoğlu Hukuk Bürosu’nun kurucu ortağı Prof. Dr. Fadlullah Cerrahoğlu; 2012’den beri yürürlükte olan Türk Ticaret Kanunu’nun başmimarı Prof. Dr. Ünal Tekinalp; icra hukukunun uzman isimlerinden Avukat Sümer Altay; uluslararası tahkim alanının önde gelen isimlerinden Noyan Göksu.


>> TÜRKİYE'DE AVUKATLIK
 

‘YARGITAY’IN TEK DAİRESİNDE 20 BİN DOSYA VAR’

Prof. Dr. Fadlullah Cerrahoğlu’nun kurduğu ofisin öne çıktığı alan ticari hukukun davalar kısmı yani şirketlerin ihtilafları. Kendisine şirketlerin ihtilafları denince ne anlamak gerektiğini sorduğumda, uzun bir listeden bahsedebileceğimizi belirtiyor: “Alım satımlarda, kamulaştırmalarda, inşaatlarda her zaman uyuşmazlık çıkar. Özellikle büyük projelerde. Şirketlerdeki pay sahipleri arasındaki ihtilaflar var. Şirketleri yönetenlerin sorumluluklarıyla ilgili davalar var. İş hukuku davaları var. Bunlar sadece örnek ama rahatlıkla çoğaltabiliriz, bir hukukçuyu meşgul edebilecek sayısız dava çeşidi var burada.”

>> HUKUK FAKÜLTESİ ENFLASYONU!

FADULLAH CERRAHOĞLU


Prof. Cerrahoğlu’na göre Türkiye’de bir avukatın karşılaştığı en büyük zorluk, aşırı uzayan dava süreleri. Davaların neden bu kadar uzun sürdüğünü sorduğumda mahkemelerin iş yükünü işaret ediyor: “Geçenlerde başkanıyla konuştuğum bir Yargıtay dairesinin önünde 16 bin dosya vardı. Başkan ‘Bu sayı yıl sonuna kadar 20 bini bulur’ dedi. Düşünün bu sadece bir daire.” Bir Avrupa ülkesiyle yaptığı karşılaştırma ise durumun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne seriyor: “Avusturya yargıtayının tüm dairelerinin yıllık yükü 350 dosya. Haklı olarak bizimkiler de diyor ki: Bize de 350’yi ver, gör bakalım nasıl karar yazıyoruz.” Böylece bir sonraki soruma da cevap vermiş oluyor. Avukatların özenerek, günlerce hatta haftalarca yaptıkları araştırma ve analizlerin meyvesi olan dilekçelerin hâkimler tarafından ciddi şekilde okunmaması meselesi: “Hâkimler, ‘20 sayfa falan yazmayın kardeşim bu okunur olmaktan çıkar’ diyorlar. Bu kadar iş yükünde suçlamak mümkün mü? Bu yüke rağmen Yargıtay’dan son derece detaylı, harikulade kararlar da okuyoruz. Haksızlık yapmamak gerekiyor.” Cerrahoğlu, bir dava açıldığında ortalama 3 yıllık bir sürenin göze alınması gerektiğini ancak 10 yıldan fazladır üzerinde çalıştıkları davalar da olduğunu belirtiyor.

HOCA AVUKATLAR

Hukuk dünyasında fakülteden mezun olur olmaz mesleğe atılan avukatların yanında, akademik dünyada kalarak piyasaya hukuki görüşleriyle hizmet veren üstat hukukçular da var. Bu isimlerden biri de, 2012 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Ticaret Kanunu’nun başmimarı olan Prof. Dr. Ünal Tekinalp. İnsan kanunun hazırlanışında rol alınca, bu kanuna göre yapılan yargılamalarda fikrine başvurulmaması mümkün mü? Peki hayatında bir kez bile davaya girmemiş olan Prof. Tekinalp nasıl avukatlık yapıyor? “Hiç mahkemeye gitmedim. Ama yaptığım yine de bir tip avukatlıktır. Çünkü mütalaa yazıyorum, sözleşme düzenliyorum, sözleşmeleri kontrol ediyorum, önerilerde bulunuyorum, bazı davalarda avukatlara yardımcı oluyorum yani devamlı olarak danışmanlık veriyorum, bu da bir avukatlıktır” diyor Prof. Tekinalp.

ÜNAL TEKİNALP

>> HUKUK DANIŞMANLARI KONUŞTU!


HUKUKÇU AKADEMİSYEN OLMALI MI?

Aktif avukatlık yapmak isteyenlerin de belli bir süre akademik kariyer yapmalarının, onları meslekte öne geçirip geçirmeyeceğini sorduğumda olumlu yaklaşıyor: “Kesinlikle. Türkiye’de teori ve uygulamanın çok farklı olduğu kanısı yaygındır, bence bu yanlış. İnsanın kendini belli bir alanda derinleştirmesi büyük bir artıdır.” Bu yola baş koymak isteyen birçok genç hukukçu var ancak akademisyenliğin çok uzun yıllar süren, bitmek bilmez bir yolculuk olduğundan yakınıyorlar. Prof. Tekinalp’e bir hukukçunun kendisininki gibi aranan mütalaaları kaleme alabilecek noktaya kaç yılda gelebileceğini soruyorum. Beni şaşırtıyor: “Eğer araştırmayı ciddiye alıyorsa, her konuyu ele almaktan imtina edip belli bir noktada uzmanlaşıyorsa, 10 senede gelebilir.” Katkıları olacağı kuşkusuz ancak bir hukukçu belli bir konuda uzmanlaşabilmek, bilimsel derinlik kazanabilmek için akademik kariyer yapmaya mecbur mu? Cevabın “Hayır” olduğunun canlı örneği Sümer Altay. Hukuk fakültesinden mezun olduğu günden itibaren fakültede fazladan bir gün bile geçirmemiş ama icra hukuku üzerine 6 kitabı var. Kendisine bu konuyu sorduğumda, cevabı net: “Akademisyen olmak avukatlık yapmak için geçilmesi gereken bir köprü değil. Orası ayrı bir dünya. Hukukta bilgi sahibi olmak için üniversite çatısı altında istihdam edilmek gerektiği düşüncesi çok yanlış. Önemli olan sizin bir konuyu bilip bilmediğiniz, başarıyla uygulayıp uygulamadığınızdır.”

Genç avukatların icra dairesi çilesi

Stajyerlik yapan veya mesleğin ilk yıllarındaki genç hukukçulara en sevmedikleri alanı sorduğunuzda istisnasız tek cevap alırsınız: “İcra hukuku”. Aslında ticari yaşamın sürdürülebilir olmasını sağlayan bu alan, birçoklarına göre avukatlığın belkemiği sayılır. Ancak gençlerce “hukukla ilgisiz” görüldüğü için sevilmiyor. “Bu işi yapmak için avukat olmaya gerek yok, bunun için mi hukuk okudum?” feryatlarını sıkça işitirsiniz. Buna rağmen çalıştıkları bürolar tarafından en çok bu tarz işlere muhatap ediliyorlar, bu da birçok gencin hukuktan soğumasına, hatta mesleği bırakacak hale gelmesine yol açıyor. Avukat Sümer Altay’a gençlerin kanaatine katılıp katılmadığını sorduğumda, kabahatin gençlerde olmadığını söyledi: “Bu algının sebebi, icra denilince akla sadece irili ufaklı yüzlerce alacağın takibinin yapıldığı, son derece şekli, bürokratik ve düşünceye dayanmayan bir alan gelmesi. İcra hukuku asla bunlardan ibaret değildir. Çok ince teknik, ciddi hukukçuluk gerektiren davalar vardır bu alanda. Ancak birçok büro ‘İcra takibi yap, haciz koy’ uygulamalarından ibaret çalıştıkları için, gençler de ‘Ben böyle hukukçuluk istemem’ düşüncesine kapılıyorlar.”

SÜMER ALTAY


‘KABAHAT İCRA DAİRELERİNDE DEĞİL BÜROLARDA’

Avukatları bu alandan soğutan bir etken de tüm stajyerlerin korkulu rüyası olan icra daireleri. Ne kadar genç hukukçuyla konuşsam, icra memurlarından gördüğü yakışıksız muameleden, işittiği azar ve küçümseyici sözlerden dert yanıp bir daha gitmek istemediğini söylüyor.

Altay, bu hoşnutsuzlukta icra dairelerinden çok hukuk bürolarına pay çıkarıyor:

“Gençler mezun olduktan sonra girdikleri hukuk bürolarında yeterince yetiştirilmedikleri için icra dairelerindeki memur ve müdürlerle gerekli iletişimi kuramıyorlar. Eksik bilgiyle gittiklerinde, bu dairelerin aşırı yoğunluğundan ötürü yeterli toleransla karşılanmıyor olabilirler. Bürolarda hazırlanıp, işin mantığı kendilerine öğretilerek adliyeye yollanmalılar.” Ve bu durumun sadece icra memurlarına özgü olmadığını söyleyerek aslında genç avukatlar için hayatın ne kadar zor olabildiğini de gözler önüne sermiş oluyor: “İlk yıllarda hâkimlerle pek muhatap olunmadığı ve ağırlıklı koşturmalı işlerde, fiili yönde çalışıldığı için daha çok icra dairelerinde bu mağduriyetler yaşanıyor. Yoksa hâkimler azarlamıyor mu? Mahkeme kalemlerinde toleranssız davranılmıyor mu?..”

‘Kendi hâkimini kendin seç’

Genel kanının aksine, uyuşmazlık çözümünün tek yolu mahkemelerde dava açmak değil. İki taraf, aralarındaki ticari uyuşmazlığı yine hukukçuların önünde ancak hiç mahkemeye gitmeden çözebiliyorlar. Nasıl mı? Cevap tahkim yargılaması. Maliyetleri yüksek olduğu için genelde yüksek montanlı ticari ilişkilerden doğan ihtilafların çözümünde başvurulan tahkim, Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcıların, yatırımlarından doğan uyuşmazlıkların çözümü için sıklıkla başvurdukları bir yöntem. Projelere ait sözleşmelere tahkim şartı konuluyor, bu sayede Türkiye’deki yatırımda uyuşmazlık çıksa da Türk mahkemelerine gidilmiyor, genelde Londra veya Paris merkezli tahkim kuruluşlarının kurallarına tabi olarak, yurtdışında tarafların seçtiği hakem heyetleri yargılamaları gerçekleştiriyor. Birkaç milyon doların altında meblağların pek telaffuz edilmediği, milyarlarca dolarlık davaların söz konusu olabildiği bu dünyanın kapılarını aralamak için, prestijli uluslararası tahkim bürolarından Pinsent Masons’ın Türkiye’deki ortağı Noyan Göksu’nun kapısını çaldım.

NOYAN GÖKSU (Sağda)


Göksu’ya, bir Türk işadamının yatırımının kaderini neden yurtdışında kurulan bir hakem heyetine emanet etmeye yanaşacağını soruyorum, bunun tüm dünyada uygulandığını anlatıyor: “Temel kaygı daima yatırımcıların diğer tarafın yargısına güvenmemesidir. Bir Türk Çin’de fabrika kurmak istediğinde Çinli ortağıyla kendini Çin mahkemelerine emanet eden bir sözleşme yapmak ister mi? Yabancı yatırımcı da bizim mahkemelerimize tabi olmak istemeyebiliyor, tahkim yargılamasını şart koşuyor. Bu herkes açısından böyledir.” Göksu’ya göre tahkim yargılamasının başkaca avantajları da ihtilaf konusu alanda uzmanlaşmış hakemlerle muhatap olmak, yargılamanın tarafların öngördüğü süreler içerisinde bitmek zorunda olması ve tamamen gizli yapılması.

Kamuoyu tahkimi Uzan ve Turkcell davalarından tanıyor ancak Göksu’ya göre bugün dünyada Türk şirketlerinin taraf olduğu 100’den fazla uluslararası tahkim davası görülüyor. Hükümetin İstanbul’u bir uluslararası tahkim merkezi yapma planı da göz önünde bulundurulursa bu alan gelecek yıllarda başarılı genç hukukçular için kesinlikle parlak bir kariyer vaat ediyor.