Av. Mehmet UÇUM

1-    GİRİŞ

 

Klasik demokrasi anlayışına göre siyasal yaşamlarını örgütlemiş toplumlarda güçler ayrılığı ilkesi gereği yargılama işlevi yürütme ve yasama işlevinden ayırt edilerek bağımsız bir organa, devredilmiştir.

 

Bilindiği gibi güçler ayrılığı ilkesinin teorik arka planını siyasal rejimin demokratik karakterini güvenceye almak fikri oluşturur. Bu fikre göre eşit kuvvette ve birbirinden ayrılmış fonksiyonlara dayalı bir rejimde fonksiyonların karşılıklı olarak birbirlerini etkileme, denetleme ve sınırlama imkânı olacağından yönetimin otoriter ve totaliter bir özellik kazanmasının önüne geçilebilir. Bunun için iktidar gücünün parçalı olarak örgütlenmesi ve bütünlüğün bir iktidar odağı vasıtasıyla değil her gücün kendi işleyişinin ve birbirleriyle ilişkisinin demokratik ilkelere dayandırılarak sağlanması gerekir.

 

Bu bakış açısıyla demokratik rejimlerde yargılama iktidarı bağımsız mahkemeler ile hâkimlere terk edilmiştir. Yargı bağımsızlığı, diğer iktidar odaklarının yani yasama ve yürütmenin, yargılama sürecinde etkili olacak yasal bir yetkisi olmaması anlamına gelmektedir.

 

Yasa yapma yetkisi açısından yargılama fonksiyonunun düzenlenmesi veya mevzuat değişikliği bu kapsama girmez. Ancak bu yetkinin sınırı da yargı bağımsızlığının özüne dokunmamaktır.

 

Yasal bir yetkinin olmaması yetmez yargının anılan odakların fiili etkilerinden de korunması gerekir. Ayrıca sosyal gurupların ve kişilerin de aynı şekilde yargılama sürecini etkileyecek tutumlarının engellenmesi gerekir.

 

2-    KLASİK ORGANİZASYON TEORİSİNE GÖRE YARGI ÖRGÜTÜ

 

Klasik organizasyon teorisine göre sakıncaların saptanması, ortaya çıkmasını engelleyecek önlemlerin alınması, ortaya çıkanlar açısından yaptırımların konulması bir örgütlenmenin etken ve başarılı olması için yeterlidir. Bu bakış açısıyla ve "önceden tahmin edilebilirlik ilkesi" temel alınarak yargı bağımsızlığı konusunda yasal önlemler alınmıştır. Kurumsal bağımsızlığı olan bir yargı örgütü oluşturulmuştur. Bu,  "kapalı sistem" teorisine göre oluşturulmuş bir örgütlenme şeklidir. Bu sistemin özellikleri şunlardır:

 

a-    Bir yargı örgütü: Genel ve özel görevli olan yargı kollarını oluşturan yerel ve yüksek mahkemeler ile kamu idaresine bağlı başsavcılık kurumları ve mahkemelerin idari birimlerinden oluşan örgütsel yapı. Kurumsal bağımsızlık idari birimlerden mahkemelere doğru derecesi artan bir düzey göstermektedir. Bu örgüte yargının formel(resmi) örgütü denebilir.

 

b-    İşbölümü: Gerek genel ve özel görevli mahkemeler arasında gerekse yerel ve yüksek mahkemeler arasında ihtisaslaşmaya ve kıdeme dayalı personel işbölümü ile yine ihtisaslaşmaya ve iş alanına dayalı kurumsal işbölümü.

 

c-     Merkezileşme: Yerel düzeydeki mahkemelerin son derece yargı yeri olarak karar vermeye yetkili oldukları fiil ve uyuşmazlık sayısının çok az olması ve olanların niteliğinin ise esasa ilişkin sorunlarla ilgili olmaması nedeniyle yargı erki belirleyici konum düzeyinde yüksek mahkemeler tarafından kullanılan bir fonksiyondur.

 

d-    Kural ve düzen: Gerek yargı örgütünün iç işleyişinde gerekse yargılama görevi yapılırken; fiillerin nitelenmesi, yaptırımların tayini ve uyuşmazlıkların çözümünde sıkı kayıt ve kurallara bağlılık, mevzuata uygun iş görme.

 

e-     Gayri-şahsilik: Görev ve konumların statü olarak tayini, kişiye bağlı ve kişiyle kaim görev ve konum tarifi yapılmayışı, kişilerin değişmesine rağmen statülerin devamlılığı ve dolayısıyla işlem ve karar sürekliliği.

 

f-      Önceden tahmin edilebilirlik: Hem personel eylem ve işlemlerinin hem yargılama fonksiyonu gerektiren fiil ve uyuşmazlıkların önceden ve tamamen saptanabilir oluşu, yaptırımların belirlenişi, benzer olaylarda aynı çözüm tarzının ve yaptırımın uygulanışı ve bunun sonucu yaratılan güven duygusu ve istikrar.

 

Bu özellikleri taşıyan bir yargı örgütünün yargılama fonksiyonu yerine getirirken, dış etkilerden tamamen bağımsız olması beklenir. Dolayısıyla yargı bağımsızlığı sağlanabilir. Ve bağımsız yargının kararlarının objektif ve adil olduğu konusunda kesin bir güven duygusu egemen olabilir.

 

3-    KAPALI SİSTEM YARGI ÖRGÜTÜNÜN SORUNLARI

 

Ancak hiç bir ülkede yargı bağımsızlığı pür olarak sağlanamamış ve bu sorun tamamen çözülememiştir. Pür uygulamadan yargının tüm "dış" etkilerden arî bir şekilde yalnızca hukuka, yasaya ve vicdana göre iş görmesini kastediyoruz.

 

Sosyal ilişkiler, hukuksal düzenlemeler, toplumdaki iktidar ve çıkar kavgaları yargılama sürecinde yer alan süjeleri de ( yargıç,savcı, avukat,bilirkişi,,,) etkilemektedir. Bu nedenle yargı bağımsızlığını sağlamak için kurumsal olarak yargı erkinin bağımsız olması ve işleyişinde demokratik ilkelerin esas alınması yetmemektedir. Yargılama sürecini  "dış" etkilerinden korumak için alınmış yasal önlemlerde yetmemektedir. Çünkü tüm kurumsal güvencelere ve yasal önlemlere rağmen "dış" etki kaçınılmazdır. Bu nedenle problem "yargının dış etkilerden korunması" değil,    "yargı üzerindeki dış etkilerin sonuçlarından yargının korunması"dır. Bu korumayı tek başına 'yasal ' önlemler sağlayamaz. İşte bu noktada devreye yargılama işlevinde insan unsuru girer.

 

Yargılama sürecinde insan unsuru, klasik örgütlenme teorisinin gereği olan kapalı sistem anlayışında ele alınmamaktadır, çünkü bu anlayışa göre objektif kriterlere göre seçilmiş, eğitilmiş, deneyim kazanmış statüye uygun her insan; sübjektif özelliklerinden bağımsız olarak görevini eksiksiz yerine getirebilir. Statüye uygun her insan dış etkilere kapalıdır. Eğer görevi ihmal veya kusurlu görev ifası var ise bunun yaptırımı bellidir. Nihayetinde işleyişte ortaya çıkan aksaklık statüye uygun yeni birinin bulunmasıyla giderilebilir. Bu anlayış, sosyal görevleri yerine getiren örgütü öne çıkarıp bu örgütü oluşturan insanı sadece teknik bir aksam olarak görmek suretiyle insan unsurunu bütünsel ele alma gereğini atlamıştır.

 

Bu nedenle yargı örgütünde ve yargılama fonksiyonunda ortaya çıkan sorunlara yaklaşırken, kurala ve kuruma ilişkin eksiklere ve yanlışlara dikkat çekmek yetmemektedir. İnsan unsurunu ele almak bunu yaparken de klasik örgütlenme teorilerinden uzaklaşıp modern yaklaşımları ve insan ilişkileri (beşeri münasebetler ) denen akımları göz önünde tutmak gerekir.

 

Bu çerçevede, ilk saptanması gereken yargı örgütünün sadece formel (resmi) bir yapıdan oluşmadığı, her formel örgütte olduğu gibi bir enformel (gayri-resmi) yapı da içerdiğidir, Hem yargı örgütü içinde, (yargıçlar, savcılar diğer personel arasında yatay, dikey vb, tarzlarda oluşan) hem de yargı örgütü içindekilerle, uzmanlar, taraflar ve üçüncü kişiler arasında oluşan gayri-resmi örgütler sosyal yaşamın bir zorunluluğu olarak kaçınılmazdır. Ve her formel örgütte olduğu gibi yargı örgütü açısından da gayri-resmi örgütlerin yargısal süreçler açısından etkisi vardır.

 

İkincisi; merkezileşme prensibi gereği, her ne kadar yerel hâkimlerin bağımsızlığı varsa da ve yüksek mahkeme ile ilişkileri hiyerarşik nitelikte değilse de uygulamada, yerel düzeylerde çoğunlukla "pasif ve bağımlı" yargıç tipleri ortaya çıkmaktadır. Yerel düzeyde verilen kararlar da uyulması zorunlu olmadığı halde (İBK hariç) yüksek mahkeme kararlarının belirleyici olması, direnme kararlarının azlığı, boşluk halinde yasa koyma yetkisinin kullanılmayışı, yorum ve takdir haklarının aktif ve yaratıcı kullanılmayışı bu nedenledir.

Üçüncüsü;  kapalı sistem anlayışına göre tüm olasılıkların önceden tahmin edilebilirliği prensibi, pratikte işlememektedir. Hele günümüz koşullarında "önceden tahmin edilebilirliğe" güvenilir bir ilke olarak bakmak imkânsızdır. Bugün esas alınması gereken ilke "olasılıklı özelliklere sahip süreç" ilkesidir. Bunu esas alırken; her şeyin önceden kurala, düzene ve yaptırıma bağlanamayacağını baştan kabul etmek gerekir, Genel olarak esasları çizilmiş kural, düzen ve yaptırım anlayışı içinde aktif, yaratıcı ve bağımsız yargıç tipinin oluşturulması sağlanabilir. Bir başka anlatımıyla içtihat hukukunun ağırlığının arttığı bir sisteme gerek vardır.

 

Yargılama sürecini belirleyen yargıçtır. Diğer süjelerin farklı derecelerde etkisinden söz edilebilir. Bu da teorik bir saptamadır. Uygulamada bazen en pasif süjenin fiilen verilen kararı belirleyen olduğu görülmektedir. Bu sorun da yargılamada insan unsuru ile ilgilidir. Yargıçların sorumlulukları, hak ve yetkileri yasalarla belirlenmiştir. Sosyal bir görev olan yargılama misyonunu yerine getirirken yargıçlar bu yasal çerçeveyi esas alırlar. Ayrıca yorum ve takdir haklarını kullanırken ve karar verirken adalet ve hakkaniyet ilkeleri ile vicdani duygularına göre hareket ederler. Ne kadar objektif kriterleri olursa olsun nihai karar sübjektif etkenlere bağlıdır ve kararın adil olup olmamasında yargıçların kişisel özellikleri, düşünsel ve duygusal yapıları, hayatı kavrayış tarzları, sahip oldukları ilke ve inanışlar, tercih ettikleri değerler vb. sanıldığının aksine (veya sanıldığı gibi) çok etkili olmaktadır. Bu durum, enformel yargı örgütü, pasif ve bağımlı yargıç tipi, önceden tahmin edilebilirlik ilkesinin sınırlı etkisi gibi faktörlerle birlikte ele alındığında;  "bağımsız yargı, hızlı ve adil karar" şeklindeki yargısal-toplumsal amacın gerçekleşmesinin her geçen gün daha da güçleştiği ortaya çıkmaktadır.

 

4-    NELER YAPILABİLİR

 

Yargı bağımsızlığını sağlamak için kurumsal düzenlemeler ile yasal gerekler yerine getirilmelidir. Ancak bunun bile sorunu çözmeyeceği ileri sürülebilir.

 

Bunlarla birlikte başta yargıç olmak üzere yargılama sürecinde yer alan insanları  "aktif, bağımsız, yaratıcı ve gerçekten aydın bireyler" olarak yetiştirmek en azından böyle yetişmelerine olanak sağlamak da son derece önemlidir.

 

-         İnsancıl ve demokrat, değerlere dayalı bir temel eğitim sistemi,

 

-         hukuk eğitiminde genel olarak hukukun öğretilmesinin yanı sıra bir hukukçunun nasıl olması gerektiğine ilişkin programların olması,

 

-         değişim sürecinin boyutları gözetilerek içtihat hukukuna yol açacak, yaratıcı bir usul ve yaptırım hukuku düzeni oluşturulması,

-         hukuk eğitimi kapsamında, sosyoloji, sosyal psikoloji, felsefe ve davranış bilimlerinin yalnızca hukuk bilimi ile bağlı olarak değil genel disiplinleri düzeyinde yer alması

 

gibi önlemlerle bu yolda adım atılabilir.

 

Ülkemiz egemen düzeyde bugün olması gereken hukukçu tipine dahi ulaşamamışken "geleceğin hukukçu tipi" üzerinde tartışmak çok anlamlı gelmeyebilir. Ancak en ideal hukuk sistemine de sahip olsanız, onu özüne sadık uygulayacak insanlara sahip değilseniz, hiç bir işe yaramaz. Bu nedenle geleceğin hukukçu tipi bugüne ait bir sorundur ve tartışılması gerekir.