Yasanın 13. maddesi ile Yargıtay Ceza Dairelerine yapılacak temyiz başvurularında 40 TL, İdari yaptırımlar konusunda Sulh Ceza Mahkemelerince verilen son karara karşı itirazen yapılacak başvurularda 20 TL, İcra Mahkemelerinin kararlarına karşı itirazen yapılacak başvurularda 20 TL temyiz ve itiraz harcı alınması hükmü sevkedilmiştir.

İstanbul Barosu olarak, -uyarılarımıza rağmen sevkedilen - bu yeni hükmün Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğunu ve uygulanmasında ciddi sorunlar yaşanacağını tekrarlamak gereğini duyuyoruz. 

Hak arama özgürlüğü, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenmiş ve herhangi bir sınırlama nedeni de öngörülmemiştir.

Öte yandan, kanun yoluna başvuru hakkı, adil yargılanma hakkının ve adalete erişimin kapsamı içerisindedir.   Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yoluyla belirli hak ve özgürlüklerin ortak güvenceye bağlanmasını sağlamak için daha ileri adımlar atma kararı ile getirilen Ek 7 numaralı protokolünün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesinde de, bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum olan kimsenin verilen hükmü bir üst mahkemede inceletmek hakkına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.

Düzenleme, sanık hakları bakımından da ciddi bir aykırılık içermektedir. Bir hakkın özü o hakkın kullanılabilir olması şeklinde tanımlanır. Adaletin tecellisi için koşul olarak kabul edilen ve “hak” olarak teminat altına alınan hususların özüne dokunan bir uygulama, evrensel hukuk normları ile bağdaşamaz.

 

Yargıyı hızlandırma amacıyla ceza davalarında temyiz harcı getiren yasal düzenleme, hak arama hürriyetini ve adil yargılanma hakkını kullanılmaz hale getiren, adalete erişimi olanaksız kılan, sanık haklarını ihlal eden ve bütün  bu yönleriyle de anayasaya aykırı olan bir düzenlemedir. Salt ekonomik olanaklardan yoksun olduğu için veya uygulanan tedbirler nedeniyle fiilen hak kullanımından yararlanamadığı için temyiz harcını yatıramayan sanığın, bu haklardan mahrum bırakılması asla kabul edilemez.

 
Bu nedenlerle, ivedi olarak uygulamadan vazgeçilmesini sağlayacak yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Ancak, yasanın Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş olması karşısında yapılan bu düzenlemenin oluşturacağı önemli bir soruna dikkat çekmek ihtiyacı doğmuştur:

Bilindiği üzere adil yargılanma hakkının tesisi için Barolar tarafından Ceza Muhakemesi Kanununu uyarınca müdafi/vekil görevlendirmesi yapılmaktadır. Atanan müdafilere ödenen ücret ve giderlerle ilgili bugüne kadar pek çok sorun yaşanmış ve süreç meslektaşlarımız aleyhine gelişmiştir. Halen bu görevi yapan meslektaşlarımız, miktarı ve ödeme zamanı itibariyle angarya niteliği taşıyan ücretlerini bile sağlıklı şekilde alamamaktadırlar. Bizzat Bakanlık tarafından düzenlenen Yönetmelikteki açık hükme rağmen “rayice uygun yazılı beyan” suretiyle masraflarını tahsil etme olanakları tümüyle yok edilmiştir. Meslektaşlarımız salt bu görevi yaptıkları için vergi kaynaklı icra takipleri ile muhatap bulunmaktadırlar. Bu koşullar devam etmekte iken sözü edilen yasanın yürürlüğü ile birlikte, mesleki sorumluluğu gereği üstlendiği görevi, hükmün kesinleşmesine kadar sürdürmesi gereken meslektaşlarımızın aleyhe hükümleri temyiz etmeleri esnasında bir de harç ödenmesi sorunu ile karşı karşıya kalınacaktır. Kuşkusuz ki, bu harcın yükümlüsü müdafi/vekiller değildir. Ancak anılan bedelin nasıl ve ne biçimde ödeneceğine ilişkin herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır.

2008 yılında Harçlar Kanunu düzenlemesinde kısa süre yaşanan benzeri sorunun müzakere edildiği aşamada Adalet Bakanlığı tarafından geliştirilen görüş; “Baroca tayin edilen müdafi tarafından itiraz yoluna başvurulduğu taktirde itiraz başvuru harcının sanık tarafından karşılanması gerektiği, sanık tarafından bu harcın yatırılmaması neticesinde müdafi olarak görevlendirilen avukatın hukuki ve cezai sorumluluğunun söz konusu olmayacağı,  bu harcın müdafi tarafından yatırılması durumunda müdafie bir ödeme yapılamayacağı” şeklindedir.

Bu görüş yeni yasal düzenleme bağlamında da korunmakta ise, zorunlu müdafilik görevini yapan meslektaşlarımızın sorumluluğunu kaldırsa bile, yukarıdan bu yana işaret etmeye çalıştığımız evrensel hukuk ilkelerinin ihlali bağlamında bir çözüm değildir. Bu nedenle, bir yandan zorunlu müdafiler açısından ortaya çıkan bu durumun giderilmesi diğer yandan da hakkın kullanımının sağlanması bakımından ivedi olarak yönetsel bir düzenleme ihtiyacı vardır.

Öyle umuyoruz ki, İstanbul Barosu tarafından Adalet Bakanlığına yapılan başvuruya verilecek olumlu yanıt ile sorunun giderilmesi bağlamında yeni bir düzenlemenin yapılması olasıdır. Baromuz, Bakanlık ve TBB nezdinde yürütmekte olduğu temaslarla, sorunun çözümü için katkı vermeye ve öneriler sunmaya devam edecektir.


İstanbul Barosu