“Örgüt Üyeliğine Kabul Şartı” başlıklı yazımızda; örgüt üyeliği için tek taraflı iradenin yeterli olup olmadığına dair farklı görüşlere ve Yargıtay kararlarına yer verip, konu ile ilgili şahsi görüşümüzü de açıklamıştık.

Örgüt üyeliği için bir taraflı iradenin yeterli olup olmadığına dair ilk görüşü ortaya koyan Türk Ceza Kanunu m.220/2’nin gerekçesine göre; “İkinci fıkrada, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olmak, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Örgüte üye olmak, fiili bir katılmadır. Örgüte üye olmak için örgüt yöneticilerinin rızasının varlığına gerek yoktur. Tek taraflı iradeyle de katılmak mümkündür”. TCK m.220/2’de; suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma fiili suç olarak tanımlanmakla birlikte, gerek madde metninde ve gerekse gerekçesinde örgüt üyesinden ne anlaşılması gerektiği tanımlanmamış, yalnızca gerekçede yukarıda yer verilen açıklama ile yetinilmiştir. Madde gerekçesinde suç örgütü üyesi, örgüt yöneticisinin rızasının varlığına gerek olmaksızın örgüte fiilen katılan kişi olarak tanımlanmıştır. Buna göre fail, örgütü sevk ve idare eden kişinin rızası olmasa da fiilen örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmuş ve örgütün faaliyetlerinde (bu faaliyetlerin mutlaka suç teşkil etmesine gerek olmayıp, suç örgütünün güçlendirilmesine ve etkinlik kazanmasına yönelik hazırlık çalışmaları da olabilir) yer almakla örgüt üyeliği suçunu işleyebilecektir.

İkinci görüşe göre; örgüt üyeliğinin varlığı için iki taraflı irade olması, yani örgüt üyesinin örgüte katılma iradesinin yanında hiyerarşik yapıda bulunan kurucunun veya yöneticinin de bu katılmayı açık veya örtülü olarak uygun bulması gerekir. Aksi halde, örgüt üyeliği sırf rastlantıya dayalı bir fiil olarak değerlendirilebilir hale gelecektir. Örgüt üyeliğinin tek taraflı irade ile gerçekleşmesi mümkün değildir, çünkü suç veya terör örgütünde hiyerarşik bir yapı vardır ve bu hiyerarşik yapıya dahil olabilmek için de üye ile örgütü temsil eden arasında irade uyuşması sağlanmalıdır.

Aşağıda Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin dört kararına değinilecek ve bu kararlardan ikisi arasında, örgüt üyeliğinin bir taraflı irade beyanı ile mümkün olup olamayacağına dair kabullerin çelişkisine kısaca yer verilecektir. Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki; Ceza Hukukunun “fikri suç” alanına uzak olmasını savunduğumuzdan dolayı çok zor ve özellikle de pratiğe tatbikinde sorunlar yaşanan suç veya terör örgütü ile ilgili suçların unsurlarını tespit etmek, teorik açıklamalarda belirginleşen soyut kriterleri somut fiillere tatbik edebilmek, dolayısıyla somut olaylarda ve kararlarda yeknesak uygulamalar oluşturabilmek çok zordur. Suç örgütü kurma, yönetme veya bu örgüte üyelikle ilgili yasal kriterleri ve bunlara ilişkin genel açıklamaları yapabilmek, deyim yerinde ise bunları alt alta sıralayabilmek ilk bakışta kolay ve mümkün gözükse de, farklılık gösteren suç veya terör örgütünün özellikleri karşısında, tespit edilen yasal kriterleri somut olaylara müşterek uygulayabilmek basit değildir.

“Hiyerarşik yapı” nedir? TCK m.220’nin gerekçesinde bu kavramdan bahsedilirken; örgütün soyut birleşme olmadığı, bünyesinde hiyerarşik bir ilişkinin hakim olduğu, bu hiyerarşik ilişkinin bazı örgüt yapılanmalarında gevşek nitelik taşıyabileceği, bu ilişki dolayısıyla örgütün mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliği kazandığı açıklamalarına yer verildiği görülmektedir. Hiyerarşi; altlık ve üstlük, aşama sırasına göre derecelendirme, rütbelendirme, emir komuta zinciri oluşturma anlamına gelir ki, esas itibariyle bir yapıda hiyerarşinin kurulabilmesi için kurucu veya yönetici ile üyenin birbirini bilmesi ve en azından kurucunun veya yöneticinin üyeyi örgütün hiyerarşik yapısı içinde görmesi veya zımni de olsa kabullenmesi gerekir. Bu açıdan bakıldığında; bir taraflı irade beyanı ile örgüte üye olunamayacağı, üyelik için en azından örgüt yöneticisinin zımni onayının, üyelik hakkında bilgisinin, örtülü de olsa üyeliğe kabulünün ve aksi yönde irade ortaya koymamasının aranacağı anlaşılmaktadır.

Silahlı örgüte üye olmak; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi, örgütle organik bağın kurulmasını, sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu gerektiren eylem ve faaliyetlerde bulunmayı gerekli kılar[1]. Örgüte yardımda organik bağ; canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede, örgüt yöneticilerinin veya diğer mensuplarının emir ve talimatları vardır. Örgüt üyeliğini tespitte ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tam bir teslimiyet duygusu ile yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir[2].

Yargıtay 16. Ceza Dairesi; silahlı terör örgütü üyeliğinin soyut kriterlerini bu şekilde belirlerken, hem bunların somut olaylara uygulanmasında ve hem de üyeliğin tek taraflı irade beyanı ile gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda bazı sorunlarla karşılaşmış ve çelişkiye düşmüştür. Dairenin bu kriterleri somut olaya uygularken içine düştüğü çelişki; “ilk derece mahkemesi” sıfatıyla 24.04.2017 gün, 2015/3 E. ve 2017/3 K. sayılı kararında kendisini gösterirken, bu zorluk önemli ölçüde karara konu örgütün nev’i şahsına münhasır yapısından, bugüne kadar karşılaşılan terör örgütlerinden farklı olmasından, gizeminden ve henüz çözülememiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin örgüte tek taraflı irade beyanı ile üyelik konusunda birbiri ile çelişen iki kararı vardır. Dairenin 20.04.2015 tarihli, 2015/1069 E. ve 2015/840 K. sayılı kararına göre; “Silahlı örgüt üyeliği suçu; silahlı bir örgütün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dahil olmayı tercih etmek suretiyle işlenmektedir. Bu bakımdan eylemin iradi olması ve örgüte iştirak bilinç ve iradesiyle hareket edilmiş olması gerekir. Suç, örgüte üye olma fiilinin gerçekleştiği anda tamamlanmakla birlikte, üyelik süresince eylem temadi etmektedir. Örgüte üye olmak fiili bir katılma olup örgüte üye olmak için örgüt yöneticilerinin rızasının varlığına gerek yoktur, tek taraflı iradeyle bile örgüte katılmak mümkündür.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında;

Tüm dosya kapsamında, sanık …'ın, iletişim tespit ile teknik takip tutanaklarına yönelik yapılan incelemede, … terör örgütünün ideolojisini benimsediği, sanığın evinde yapılan aramada çok sayıda örgütsel kitap ve dokümanın bulunduğu, örgüte adam kazandırma ve propaganda amacıyla kullanılan kitapları temin ettiği ve dağıttığı, örgütün … yapılanmasının oluşturulması yönünde faaliyette bulunduğu, örgütün diğer üyeleri ile sürekli irtibat kurduğu anlaşılmakla, eylem ve faaliyetlerindeki süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk durumu da dikkate alındığında, örgütle organik bağ kurduğu anlaşılan, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üyelik suçundan mahkumiyet yerine yazılı şekilde beraat kararı verilmesi” bozmayı gerektirmiştir. Görüleceği üzere Daire bu kararında, örgüt üyesi ile diğer örgüt üyelerinin sürekli irtibat kurmasını ve örgütle organik bağı yeterli görmüş, ayrıca hiyerarşik yapıya dahil olma ile ilgili örgütün kurucusunun veya yöneticisinin açık veya örtülü kabulünü aramamıştır.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 24.04.2017 tarihli, 2015/3 E. ve 2017/3 K. sayılı “ilk derece mahkemesi” sıfatıyla verdiği karara göre; “Doktrinde farklı görüşler (Özgenç, Suç Örgütleri s.22, Sözüer, Gökçen, vb.) olsa da istikrar kazanmış uygulamaya (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 10.06.2008 tarih ve 2007/9-270-164 sayılı kararı vb.) göre tek taraflı irade beyanı ile örgüte üye olmak imkanı bulunmamaktadır. Örgüt yönetiminin açık ya da zımni bir kabulü olmalıdır. Örgüt yöneticilerinin, örgüt faaliyeti kapsamında işledikleri bütün suçlardan asli fail olarak sorumlu tutuldukları (TCK m.220/5) bir sistemin, tek taraflı irade beyanı ile kendi içinde gizlilik, disiplin ve mutlak sadakat gibi zorunlu kuralları barındıran, dış dünyaya kapalı bir yapıya üye olunabileceğini de kabul etmesi beklenemez”. Daire bu kararında ise; tek taraflı irade beyanı ile örgüte üye olmanın mümkün olamayacağını, örgüt yönetiminin üyelik için açık veya örtülü bir kabulünün olması gerektiğini, örgüt yöneticilerinin örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlardan asli fail olarak sorumlu tutuldukları bir sistemin bir taraflı irade beyanı ile kendi içinde gizlilik, disiplin ve mutlak sadakat, yani hiyerarşik düzen gibi zorunlu kuralları barındıran, dışarıya kapalı bir yapıya üye olunabileceğinin de beklenemeyeceğini, bu sebeple de tek taraflı irade beyanı ile örgüte üye olunamayacağını belirttiği görülmektedir.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin aralarında çok fazla tarih aralığı bulunmayan, yöntemleri farklı olsa bile gayrimeşrulukları anlamında birbirine benzeyen, her ikisi de uluslararası düzeyde faaliyet gösteren iki ayrı yapıya üyelik konusunda farklı görüşler ortaya koyduğu, ilkinde örgüte üye olmanın fiili bir katılma olup örgüte üye olmak için örgüt yöneticisinin rızasının varlığına gerek olmayıp, tek taraflı iradeyle bile örgüte katılmanın mümkün olduğu, bu tespitle beraat kararını bozduğu halde, sonra verdiği kararda bu görüşünden en azından teorik kapsamda vazgeçtiği, tek taraflı irade beyanı ile örgüte üye olunamayacağı fikrini benimsediği görülmektedir.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi 26.10.2017 tarihli, 2017/1809 E. ve 2017/5155 K. sayılı kararında; “örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, hükme esas alınan ikrarı ve HTS kayıt içeriğine göre … İlçe Tarım Müdürlüğü’nde ziraat mühendisi olarak görev yaptığı dönemde, örgütün ilçe imamı olduğu iddia edilen ve örgütün ilçe yapılanması içerisinde görevli oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma yürütülen şahıslarla telefonla görüşmek suretiyle irtibat içinde olmak, çoğunluğu kamuoyu nezdinde örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan, hukuki kılıflarla kamu görevlileri ve sivil şahıslara yönelik bir kısım operasyonlara başladığı 2013 yılı öncesinde olmak üzere birkaç kez de bu tarihten sonra örgütün dini sohbet toplantılarına katılmak, örgüt tarafından çıkarılan gazetelere gerçek ismiyle abone olmak ve çocuğunu örgüte müzahir olması nedeniyle kapatılan … isimli okula göndermekten ibaret eylemlerinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt ütesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği” gerekçesiyle, tartışılıp değerlendirilmesi zorunlu olan tüm delillerin tartışma ve değerlendirmeye tabi tutulmadığından bahisle Yerel Mahkemenin mahkumiyet kararını bozmuştur. Karara göre; sanığın örgüt mensubu olduğuna dair ikrarı, yani örgüt üyeliği suçunu kabulü dahi suçun sübutu için yeterli olmayıp, örgüt hiyerarşisine dahil olduğuna ilişkin somut delil bulunmadığı sürece, sanık yönünden suçun unsurlarının oluştuğuna dair karar verilemez.

Suç veya terör örgütü ile ilgili özetle; “suçta ve cezada kanunilik” prensibi ve somut olayın özellikleri dikkate alınarak, kişinin suç veya terör örgütüne üye olup olmadığının belirlenmesi gerektiğini, örgüt üyeliğinin, bir taraflı irade beyanı ile gerçekleşen fiili katılma şeklinde olabileceği gibi, örgütün hiyerarşik yapısına kurucunun veya yöneticinin kabulü, hatta bir tören veya seremoni, örgüt üyeliği için aranan şekil şartlarının veya bazı zorlukların aşılması ile de gerçekleşebileceği, örgüt üyeliğinin yalnızca irade beyanına ve bunun karşılıklı olup olmadığına bağlanmaması gerektiğini, her somut olayda “hiyerarşik yapı” ve “organik bağ” kavramlarının ayrıca ve somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmesinin isabetli olacağını ifade etmek isteriz.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------------------------------

[1] Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 14.06.2016 gün, 2016/3380 E. ve 2016/3872 K.

[2] Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 26.10.2017 gün, 2017/1809 E. ve 2017/5155 K.