İnci Aral'ın 'Gerekli bazı açıklamalar' başlığıyla yayınladığı açıklama şöyle: "Fatoş Güney'in bana on yedi yıl önce ısmarladığı ve 1998 - 2000 yılları arasında yaptığım senaryo çalışması sırasında, yararlanmam için verdiği Y.Güney Kültür Sanat Vakfı yayınlarından çıkmış üç kitap vardır.

Bunlar:

Selimiye Mektupları / 1995

İnsan Militan ve Sanatçı Yılmaz Güney /1995

Herkes Ondan Söz Ediyor /1997 adlarını taşımaktadır. Bunların yanında

Yılmaz Güney'in, Zavallılar, Salpa, Hücrem ve Baba filmlerinin kitap olarak eski tarihlerde basılmış senaryoları da bulunmaktadır. 
Kendisi bunlar dışında bana hiç bir özel belge, senaryo taslağı, mektup, ya da yazılı açıklama vermemiştir. Özel sözlü anlatım ve aktarımları olmuşsa da bunlar yazım sırasındaki diyalogları açmamı ya da üzerinde daha fazla durmamı istediği yerlere özgüdür. Senaryo yazımı sırasında bana özel ve önemli belgeler vermiş olduğu ve benim bunları Fatoş Güney'e iade etmeyip el koyduğum iddiası tümüyle gerçek dışı, açıkça yalandır. Yasal olarak kanıtlanmadıkça bir iftira, dolayısıyla suçtur. Eğer iddia gerçek olsaydı senaryo sonrası dostça ayrıldığımız kişinin bu belgeleri benden istemesi, dahası el koyduğum savıyla yasal girişimlerde bulunması gerekirdi. Oysa aramızla asla böyle bir olay yaşanmadı. Tersine, söz konusu iddiaya ait böyle bir durum olmamıştır. Ayrıca senaryodaki hikâyede bu hayali belgelerden yararlanıldığına dair bir işaret, çalışmaya katkıda bulunmuş oldukları yolunda bir anlatım da yoktur. Hikâye yalındır ve kişinin bana verdiği kitaplardan ve bir kısım sözlü anlatımlarından oluştuğu kolayca görülebilir.

Ayrıca, 4.11. 2001 tarihinde beni Yol filminin galasına davet etmiştir. Katıldığım bu galada daha önce bana eşi Yılmaz Güney ile ortak hayatları ve yaşadıkları üzerine aktardığı bilgi ve açıklamalarla, değişik kişilerle yaptığı röportajlar ve çeşitli yerlerdeki konuşmalarını topladığı Dağlar Kendini Seveni Sever adlı yeni çıkmış kitabını; sevgiyle imzalamıştır. Sözde değerli belgelerine el koymuş bir kişiye böyle bir yaklaşım göstermiş olması mümkün olamaz.

Gala gecesinden sonra Fatoş Güney'le görüşmedik ve telefon konuşması yapmadık. Bunun nedeni bir ihtilaf ya da kırgınlık değil, farklı çevrelerin insanları olarak böyle bir ihtiyaç olmayışıydı. Ayrıca yazdığım senaryonun ardından başka yazarlar ve filmcilerle yeni arayışlar içine girdiğini TV’lerde yaptığı söyleşilerde kendi beyanından öğrenmem ve bu konuda beni hiç aramayışı da kendisini rahatsız etmekten kaçınmama neden oldu. 
Bana verdiği kitaplardan ve anlatımlarından yararlanarak yazdığım ve 2000 baharında bitirip kendisine teslim ettiğim çalışmada yer alan bütün anılar, olaylar, 2001 yılından başlayarak, yani senaryonun filme çekilmeyeceği belli olduktan sonra, baştan sona, ayrıntılı biçimde magazin yazarlarına anlatılmış, tefrika halinde röportajlarda yer almış ve gazetelerde defalarca yayınlandıktan sonra sosyal medyaya da aktarılmıştır. Halen bu söyleşiler çeşitli sitelerde bulunmaktadır ve tarafımdan belge olarak toplanmıştır.

Senaryo çalışmasının bir sözleşmesi yoktur. Fatoş Güney, Yılmaz Güney Vakfı Başkanı olarak buna gerek duymadı ben de talepte bulunmadım. Çalışmamız aramızda herhangi bir anlaşmazlık olmadan sona erdi. Çalışma bittiğinde bu hikâyeyi ileride roman olarak değerlendirmek istediğimi kendisine söyledim. Yayınevine yazdığı mektuptaki gibi "Hayır" demek yerine, "Ama ben de yazacağım" dedi. "İkimiz de yazabiliriz, önce senin yazmanı bekleyeceğim, yazdıklarımız farklı olacak, senin yazdıkların bire bir, daha ilginç ve içerden olacak, benimki ise bir romancının gözünden ve roman kahramanlarına dönüştürülmüş kişiler üzerinden, edebi kurguyla, edebiyata yansıyacaktır" dedim. "Gerçek isim kullanmamak şartıyla olabilir" dedi.

Fatoş Güney'in kendi çalışmasını ya da romanını yazmasını beklediğim uzun yıllar boyunca, hikâyenin onun ağzından ve kaleminden özel detaylarla yukarıda andığım Dağlar Kendini Seveni Sever, adlı kitabına parça parça alındığını ve defalarca gazete sayfalarına düştüğünü, TV ekranlarına ve dolayısıyla internete yansıdığını izleyip gördükten sonra hikâyeyi bu yolla değerlendirmeyi seçtiği kanısına vararak, on yedi yıl sonra kendi yorum ve bakışımla romanımı yazma kararı aldım.

Sevgili adlı romanımda daha önce senaryoda yer almış hususlardan yararlanmaya gerek duymadım. Çünkü bunlar zaten kamuya açıklanmış ve eskimişti. Bu yüzden romancı olarak farklı bir kurgu yaptım. Yılmaz Güney üzerine yazılmış çok daha yeni ve kapsamlı araştırmalara yöneldim ve bu araştırmalarda yer alan bir kısmı yine Fatoş Güney'in beyanlarına dayanan çok daha ayrıntılı bilgilerden yararlandım. Bunlar kitabın sonunda bulunan kaynaklar listesinde yer almaktadır. Yayınlanmış kitaplardan kaynak göstererek yararlanmak ise kesinlikle intihal sayılamaz.

Roman kurgularımda hiç bir zaman gerçek isimleri kullanmadığım için kişilerim romanımda benim koyduğum isimlerle var oldular. Romanda Yavuz Günay adlı roman kahramanıma ve yanında duran Nilüfer adını taşıyan kadına en küçük bir yadsıma, eleştiri ya da karalama olmamasına dikkat edilmiş, saygı ve sevgi özenle önde tutulmuştur.

Sevgili, gerçekte bir Türkiye hikâyesidir. Hiç bir zaman doğru dürüst yönetilememiş bir ülkenin çilesini yoğun biçimde çekmiş insanlar yanında asıl amaç bir dönemi, döneme özgü koşullarda solun nasıl ezildiğini ve bu çerçevede, dünya çapında bir sanatçının varlık yokluk mücadelesini anlatmaktı. Konu, temelde kişisel bir evlilik ve dayanışma hikâyesi gibi görünmesinin ötesinde ilgi alanıma bu yanıyla girmiştir. Sürekli bellek kaybına uğratılan insanımıza geçmişi, iki askeri darbenin yaşandığı karanlık bir dönemi hatırlatmayı romancı olarak görev saydım ve uzun bir bekleyişten sonra, bir ülke, bir hayat ve insan hikâyesi olarak romana aktardım. 
Romanıma, Türkçenin en çok kullanılan, en sevilen sözcüklerinden biri olan Sevgili adını verirken bu sözcüğün hiç kimsenin tekelinde ya da patentinin alınmış olmadığını, olmayacağını ama birçok insanın birbirine böyle seslendiğini herkes gibi biliyordum. Bunu kişiselleştirmek ancak aşırı ve anlamsız bir hassasiyetle açıklanabilir.

Kırk yıldır hiç bir hikâye ve romanım için, yazacaklarımda gerçek kişilerden esinlenip yola çıkmış olsam bile, onları roman gerçeği içinde yeniden yaratmak zorunda olduğumdan, kimseden izin istemedim ve alma gereği duymadım. Eğer böyle amatör bir tutum içinde olsaydım hiç bir şey yazamazdım. Herkesin bir tek hayat hikâyesi vardır ama onun üzerine çok kişi çok şey yazabilir. Bu yazarın yorumu, bakışı ve asıl anlatmak istedikleri bağlamında farklılıklar taşıyacaktır. Kırk yıldır hayattan ve insanlardan bana yansıyanları yazar özgürlüğü içinde ama hem edebiyatın özü hem de etik ve hukuki kurallara uyarak yazıyorum. Buna aykırı davrandığımı iddia edecekler örnek ve tanıklarla kanıtlamak zorundadırlar.

Romandaki korunmuş ve kollanmış kahramanım Yavuz Günay'ı roman gerçeği içerisinde yorumlarken Yılmaz Güney'den esinlendim. Y.Güney aynı zamanda bir yazardı. Ölürken bile kendi hayatının romanını yazmak arzusunu taşıyordu ve bunu yapamadığı için yazılmasını vasiyet etmişti. Öleli, otuz dört yıl oluyor. Bu vasiyet bunca yıl yerine getirilemedi. Bu konuda gösterilen özveriye, çabaya ve anısına sadakate saygılıyım. Ancak istediği olmadı. Yıllar önce bir senaryo çalışmasıyla tanıma fırsatı bulduğum bu büyük sanatçıyı bir roman kahramanı olarak okura sunarken bir yazar olarak kendimi vasiyetini sınırlı da olsa yerine getirmiş sayıyorum."


Hürriyet