‘Demokrasi, siyasi karar alma gücünü elde etmek, bu amaçla halkın desteğini kazanmak için yapılan, yarışmacı bir mücadele biçimi ve kurumsal düzenlemeler toplamıdır.’ Bu tanımı Avusturyalı iktisatçı ve siyaset bilimci Joseph Schumpeter yapmıştır. İktidarın kaynağının kendisine destek veren halk olması, iktidarın halkın desteğini elde etmesiyle meşruiyet kazanmasına göre, iktidar, yaptıklarından, yapmadıklarından, yapamadıklarından dolayı halka hesap vermek zorundadır. Zira demokrasi, iktidarın halk tarafından sorumlu tutulması gereken bir yönetim biçimidir.
 
J. Schumpeter’in tanımını yaptığı modern demokrasi anlayışına ait klasik usuli yaklaşımın birçok yönünü benimsemekle birlikte, ne yazık ki Türkiye olarak biz, iktidarın halka karşı sorumlu olması gerektiğinin çok fazla farkında değiliz. Sadece bunun değil, liberal demokrasinin en önemli özelliğinin negatif yanı olduğunun, yani totaliter olmaması gerektiğinin de ayırtında değiliz.
 
Öyle olduğu için ne siyasal iktidardan yaptıklarının, yapmadıklarının, yapamadıklarının, kötü yaptıklarının hesabını sorabiliyoruz, ne de iktidarın totaliter uygulamalarının karşısında durabiliyoruz. Bu sadece siyasi iktidar bağlamında değil, daha mikro iktidar alanları olan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, dernek, vakıf gibi sivil topluma ait kuruluşlar yönünden de böyledir.
 
Liberal demokratik bir toplumun esas alması gereken üç temel değer vardır. Negatif nitelikte olan bu üç değer; barış, adalet ve özgürlüktür. Her üç değerin negatif nitelikte olmasının nedeni, her üçünün de müdahaleden hoşlanmamalarıdır.

Özgürlüğün negatif bir değer olmasının nedeni, ‘insanların belirlenen bir özel alan içerisinde sahip oldukları, başkalarının müdahalesi olmadan hareket etme ve tercih yapma haklarının’ olmasındandır.
 
Amerikalı siyaset bilimci John Rawls’a göre ‘Doğruluk fikir sistemlerinin birinci erdemiyse, adalet de sosyal kurumların birinci erdemidir.’ Adaletin negatif karakterde olması da, tıpkı özgürlüğün negatif karakterde olması gibi, bireyin kendi dışından gelen zorlama ve müdahalelere muhatap olmaması gerektiği anlamındadır.
 
Barışın negatif niteliği, ‘çatışmanın, savaşın, bunları yaratan örgütlü fiziksel şiddetin’ olmamasından kaynaklanır. Bu anlamda barışın tesisi ve sürdürülebilmesi, ancak ve ancak fiziki şiddete dayanan çatışmaların tamamen ortadan kalkması, hiç çatışma olmaması ile mümkündür. Barışın bu negatif niteliği de, tıpkı müdahaleden ve zorlanmadan hoşlanmayan negatif nitelikteki adalet ve özgürlük gibi ‘bir tehlikeden, bir riskten kurtulma, bir belayı savuşturma isteğine' dayanır.
 
Ne yazık ki, bugün Türkiye’de, toplumun bugünü ve geleceği, dahası bekası yönünden varlığı şart olan iç barış ciddi ölçüde bozulmuş durumda, adalet ve özgürlük ise ayaklar altındadır.
 
Mülkiyet hakkı gibi, yaşama hakkı gibi ‘Tanrı bağışı bir hak’ olan, yani dünyevi iktidarlar tarafından tanınan, bağışlanan değil, insanın doğarken beraberinde getirdiği bir hak olan, insan hayatının her alanında kendisine yer bulan özgürlük fikrinin önemli bir ayağı da ‘savunma ve savunmanın özgürlüğü’dür.
 
Evrensel ve tarihsel bir perspektif içinde, temel bir insan hakkı olan savunmadan söz edebilmek için her şeyden önce savunma özgür olmalıdır. Buradaki özgürlük ‘bir şeyden özgürlük/freedom from’ olarak tanımlanan ve müdahaleden hoşlanmayan ‘negatif özgürlük’tür.
Avukatlık Yasası’nın 1.maddesinde ‘yargının kurucu unsuru olan avukat, bağımsız savunmayı temsil eder’ ifadesinde kendisine yer bulan ‘bağımsızlık’ kavramı, avukatın önce kendisine, kendi siyasi görüşleri ile dini inancına ve daha sonra da müvekkili ile devlete karşı bağımsızlığını, yani özerkliğini ifade eder. Bu anlamda bağımsızlık, aynı zamanda ‘özerklik olarak özgürlük’tür.
 
İngiliz siyaset bilimcisi Norman P. Barry’nin, ‘Modern Siyaset Teorisi’ isimli kitabında referans aldığı eleştiricilere göre, ‘negatif özgürlük’, ancak değerli bir şeye katkı sağladığı sürece önemlidir ve bu değer de özerkliktir. ‘Özerklik olarak özgürlük’, bir kimseye açık olan seçeneklerin genişliğine ve çeşitli amaçların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan koşullara işaret ettiği için, sınırlamanın yokluğu anlamındaki özgürlükten daha fazla bir şeydir. Özerklik olarak özgürlük, en aşırı pozitif özgürlük teorilerinde olduğu gibi, bireysel sübjektif tercihlerin devlet tarafından tamamen yok edilmesini gerektirmez, aksine soyut tercihleri gerçek fırsatlara dönüştürecek geniş kolaylıklar sunan kurumları talep eder.
 
O nedenle, bağımsız, özerk, özgür olması gereken savunma, adaletin gerçekleştirilmesi gibi son derece önemli bir değere katkı sağlayacağı için önemlidir. Eğer savunma bağımsız, özerk ve özerk olduğu için özgürse, adalet arayan veya talep eden bir kimseye, savunmanın gerektirdiği en geniş seçenekleri sunabilme olanağına sahip demektir.
 
Onun için savunmanın özgürlüğü, makul kabul edilebilecek bir sınırlama olmadan kullanılabildiği takdirde bir anlam ve değer ifade eder. Savunmanın özgürlüğü, her ne kadar soyut bir tercih değil ise de, öyle dahi olsa, adaletin gerçekleştirilmesi gibi somut ve gerçek bir fırsatı elde etmek amacına hizmet ettiği için, kendisine geniş kolaylıklar ve olanaklar sunan kurumları ve araçları talep eder.
 
Nitekim 12 ülkenin baro temsilcilerinin 28.10.1988 tarihinde Strazburg’da yaptıkları toplantıda oybirliği ile kabul ettikleri ‘Avrupa Birliği Barolar Konseyi Meslek Kuralları’ ile yine Avrupa Birliği Başkanlar Komitesinin ‘Avukatların Özgürlüğü Metni’, Sekizinci Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilen ve ‘Havana Kuralları’ olarak da bilinen ‘Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler’ gibi uluslararası metinlerin tamamında; ‘hukuka saygı ilkesi üzerine kurulmuş bir toplumda önemli bir role sahip olan avukatın görevinin, yasanın çizdiği sınırlar içinde sadece vekalet görevini özenle yerine getirmekle sınırlı olmadığına, hem adalete ve hem de hak ve özgürlüklerini savunmakla yükümlü olduğu yargılamaya tabi kişiler için vazgeçilmez değerde bulunduğuna’ işaret edilmek suretiyle, avukatların ifade ve örgütleme özgürlükleri güvence altına alınmış, hükümetlere, yargı mercilerine, avukatların hiçbir baskı, ceza tehdidi, engelleme, taciz ve yolsuz müdahale ile karşılaşmadan her türlü mesleki faaliyetlerini yerine getirme konusunda ödevler yüklenmiş, özgür savunmanın gereksinim duyduğu ve talep ettiği tüm kolaylıkların ve olanakların tamamı sağlanmıştır.
 
Türkiye’nin taraf olduğu, Anayasa’nın 90.maddesi gereğince bağlayıcılığı ve iç hukukumuzun ayrılmaz bir parçası olduğu halde, ne yazık ki uluslararası nitelikteki bu metinler, gerek günümüzün siyasal iktidarı, gerekse yargıçlar, savcılar ve idari organlar tarafından uygulanmamakta, biz Avukatların hakları hemen her zeminde çiğnenmekte ve göz ardı edilmektedir.   
 
İşte, bu noktadan hareketle ve idealist bir grup meslektaşımızla birlikte ‘Avukat Hakları Derneği’ni kurduk. Biliyor ve inanıyoruz ki, hak ve özgürlük mücadelesi örgütle ve örgütlenerek kazanılır. Esasen demokrasi örgütlü toplum demektir.
 
Merkezi Ankara’da bulunan derneğin amacı: toplumsal çalışmalar yapmak; Avukatlık Mesleği ve Avukatların Mesleki Sorunları hakkında çözüm üretmek; adalet, hukuk ve yargı düzeninin geliştirilmesine katkıda bulunmak; bilgiye ve kaynaklarına erişim için bilgi teknolojisinin yaygınlaşmasını sağlamak; Avukatlık Meslek Etiğine, meslek düzen ve dayanışma kurallarına saygı gösterilmesini gerçekleştirmektir.
 
Önceliğimiz siyaset değil, meslektir, meslektaşlarımızın haklarıdır, hukuktur, adalettir.
 
Önceliklerimizin bunlar olması, siyasete kapalı olduğumuz ve olacağımız anlamına gelmiyor elbette. Aksine hem yurttaş, hem avukat olarak siyasetle ilgilenmek zorunda olduğumuzu, mesleğimizin sorunlarını çözebilmek, hukuki olmaktan daha çok siyasi bir kavram ve kurum olan, özellikle son yıllarda çok yara alan ve sorunlu hale gelen hukuk devletinin yeniden inşası, adaletin adil ve eşit biçimde dağıtılması için siyasete, siyaset yapmaya ihtiyacımız olduğunu biliyoruz.
 
Sadece bunlardan dolayı değil, 'meydanı ırkçılara, faşistlere, halkın samimi inancını istismar ederek dini kullananlara, demokrasinin varlığı içinde olan laiklik karşıtı güçlere, demagoglara bırakmamak; hakikat tekeline sahip oldukları iddiasıyla kendi nesnel anlayışlarını bize ve topluma kabul ettirmeye çalışan siyasetçilere/teknokratlara veya kariyer meraklılarına izin vermemek; bizi kendi anlayışlarına göre şekillendirmeye çalışan toplum mühendislerine fırsat tanımamak ve her şey olup bittikten sonra yolunda gitmemiş olan şeylerden şikayet etmek hakkımızı yitirmemek için’ siyasete ihtiyacımız olduğunun bilincindeyiz.
 
Siyasetin, insanları birbirlerinden ayırmak, kamplaştırmak için değil, bir arada yaşamanın erdemlerini ön planda tutarak, bunun içinde kin ve nefret ögeleri kullanılarak değil, hukukun, barışın, sevginin dili kullanılarak yapılması gerektiğine inanıyoruz. 
 
Her şey daha iyi bir dünya, daha iyi bir Türkiye, daha iyi bir hayat içindir. Kendimizden daha büyük, her şeyden daha büyük olan amaç budur. Daha iyi bir dünyayı, daha iyi bir Türkiye’yi, daha iyi bir hayatı gerçekleştirmek de bizim elimizdedir. Yeter ki buna inanalım, bunun için mücadele edelim. Yeter ki, yıkmayı değil, yapmayı; öldürmeyi değil, yaşatmayı; nefreti değil, sevgiyi; savaşı değil, barışı; tutsaklığı değil özgürlüğü; husumeti değil, rekabeti; hakkı, hukuku, adaleti, bir arada yaşamanın erdemlerini, yani daha iyi bir hayatı seçelim. 

Av. Şevki Gürel YÜCEER
Avukat Hakları Derneği Başkanı



(Bu köşe yazısı, sayın Av. Şevki Gürel YÜCEER tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)