Primary Goods/Birincil Değerler kavramı, siyaset bilimine ve teorisine Amerikalı hukukçu, siyaset bilimci, düşünür ve akademisyen John Rawls tarafından kazandırılmıştır. Rawls bu kavramı, İngilizceden Türkçeye tercüme ettiğim ‘A Theory of Justice/Bir Adalet Teorisi’ isimli eserinde kullanır. Yirminci yüzyılda ahlak ve siyaset felsefesi üzerine yapılmış en önemli çalışmalardan birisi olarak nitelendirilen ve hatta Kant’ın ve Mill’in eserleriyle eş tutulan bir klasik olarak kabul edilen Bir Adalet Teorisi’nde Rawls, adaletin doğru ilkelerinin, özgür ve rasyonel kişilerin yer aldıkları fiktif, yani varsayımsal, kurgusal bir durum olan  ‘orijinal pozisyon’da ve bir ‘veil of ignorance’, yani bir ’bilinmezlik/cehalet perdesi’ arkasından türetildiğini ileri sürer.

Hemen işaret etmek gerekir ise, ‘Birincil Değerler’ her insan tarafından sahip olunması arzu edilen ve insana yararlı olan değerlerdir. Değer kavramını rasyonel arzunun tatmini olarak tanımlayan Rawls, Birincil Değerleri, ‘Doğal Birincil Değerler’ ve ‘Sosyal Birincil Değerler’ olmak üzere ikiye ayırır. Doğal Birincil Değerler, zeka, yetenek, hayal etme, yaratıcılık, duyular, uzuvlar, sağlık vb. şeylerdir. Sosyal Birincil Değerler ise hakları (siyasal ve sivil haklar), özgürlükleri, geliri, refahı ve öz-saygının sosyal temellerini kapsar.

Rawls, Doğal Birincil Değerleri adalet ilkelerini değerlendirdiği kriterler kapsamında olan adil dağıtımın kapsamında görmemesine karşın, Sosyal Birincil Değerleri adil dağıtımın esaslı unsurları arasında sayar. Sosyal Birincil Değerlerin dağıtımıyla bağlantılı gördüğü öz-saygıya ise, adil dağıtımın kapsamında yer verir.

Birincil Değerlerin Rawls’ın tespit ve ifade ettiklerinden çok daha fazla olduğu, esasen Rawls’ın da bunları tahdidi olarak belirlemediği açıktır. Nitekim ahlak, vicdan, etik, empati gibi doğuştan gelen ya da sonradan öğrenilen veya kazanılan değerler, Rawls’ın Birincil Değerler sınıflamasında yer almazlar. Bunun nedeni, Rawls’ın adı geçen eserinde daha ziyade adil bir toplum nasıl olmalıdır sorusuyla ilgilenmesi ve Birincil Değerleri bu çerçevede ele almasıdır.

Rawls’ın Birincil Değerlerin kapsamını sınırlı tutmasının bir diğer nedeni ise, onun, birbirinden farklı görüşleri benimseyen bireylerden oluşan çoğulcu ve homojen olmayan bir toplumda, herkesin özgürlüğünü ve eşitliğini koruyacak ve yine herkes tarafından kabul edilecek bir adalet sisteminin nasıl oluşturulacağı konusu üzerine odaklanmış olmasıdır.

Kitabının genişletilmiş/düzeltilmiş ikinci baskısında, Rawls, Birincil Değerleri, yurttaşların özgür kişiler ve ait oldukları toplumun üyeleri olarak ihtiyaç duydukları şeyler olarak nitelendirir. Rawls’a göre Birincil Değerler arasındaki en önemli değerlerden birisi de ‘bir insanın kendi değerini bilme’ duygusudur. Ve elbette bu duygu insanın yeteneklerini, bu yeteneklerin sınırını ve dolaysıyla hemen her konuda haddini bilmesi, yani neye hakkı olduğunu, neye hakkı olmadığını, bu bağlamda özgürlüklerinin sınırını tayin edebilmesidir.

Bu duygu bir yönüyle, İtalyan Marksist, eylemci, gazeteci ve olağanüstü siyaset felsefecisi Antonio Gramsci’nin ‘Hapishane Defterleri’ adlı kitabında; ‘eleştirel bir iradenin başlangıç noktası, insanın gerçekte kim olduğunun bilincine varması ve bir kayıt listesi tutmaksızın içinde sonsuz izler taşıyan o güne kadar ki tarihsel sürecin bir ürünü olarak -kendini bil- mesidir’ şeklinde ifade ettiği ‘kendini bilme’dir.

İngilizcede çoğulu ‘goods’, tekili ‘good’ olan sözcük, ‘mal/emtia, iyi’ anlamlarına gelir. Rawls’ın yaptığı ayrımda yer alan özelliklerin mal veya iyi olmadığını, bir kısmının insana ait hasletler, özellikler, bireysel zenginlikler, diğer kısmının ise, yine insana ait maddi varlıklar ve düşünsel/fikri değerler olduğunu düşündüğüm için ‘Primary Goods’ kavramını ben Türkçeye ‘Birincil Değerler’ olarak tercüme ettim.

Her ne kadar Rawls ifade etmemiş ise de, Sosyal Birincil Değerlerin üreticisi Doğal Birincil Değerlerdir. Zira Sosyal Birincil Değerler arasında yer alan ve Rawls tarafından yurttaşların özgür kişiler ve toplumun üyeleri olarak ihtiyaç duydukları şeyler olarak nitelendirilen hakları (siyasal ve sivil haklar), özgürlükleri, geliri, refahı ve öz-saygının sosyal temellerini üreten şeyler insanın zekasıdır, hayal gücüdür, yaratıcılığıdır, enerjisidir, sağlığı vb. şeylerdir. Esasen bir insanın Sosyal Birincil Değerler arasında yer alan hakları, özgürlükleri anlaması, bunların değerini kavraması, bunları koruması ve bunlara sahip çıkması da, sadece ve sadece Doğal Birincil Değerlerden olan zeka/akıl ile bunun sağladığı algılama gücü ve farkındalık yetisi sayesindedir.

Rawls Birincil Değerleri adaletin iki ilkesiyle bağlantılı olarak inceler. Ona göre bu iki ilkenin ilk açıklaması aşağıdaki şekilde okunur;

Birincisi: her kişi, başkalarının özgürlüklerinin sunulduğu şemadakilerle yarışabilen en geniş temel özgürlükler şemasındaki benzer eşit haklara sahiptir.

İkincisi: sosyal ve ekonomik eşitsizlikler şöyle düzenlenmelidir, bunlar şu iki şeydir, (a) herkesin avantajının kabul edilebilir olduğu beklentisi ve (b) ekli pozisyonların ve görevlerin herkese açık olması.

Rawls yukarıdaki başlangıç cümlelerini kurduktan sonra şöyle devam eder; ‘…İlk adım olarak, toplumun temel yapısının belirli birincil değerleri dağıttığını varsayalım, bunlar her rasyonel insanın isteyeceği varsayılan şeylerdir. Bu değerler, normal olarak bir insanın rasyonel hayat planında bir şekilde kullandığı şeylerdir. Kolaylık olsun diye, bu birincil değerlerin, hayat tasarrufundaki haklar, özgürlükler, gelir ve refah olduğunu varsayalım. (daha sonra üçüncü bölümde birinci değer olarak öz-saygının merkezi bir yeri olduğu ileri sürülecektir) Bunlar sosyal birincil değerlerdir. Sağlık, enerji, zeka, hayal gücü gibi diğer birincil değerler doğal değerlerdir; bunların sahipliği de temel yapıdan etkilenmekle birlikte, bunlar temel yapının doğrudan kontrolünde değildir. Daha sonra kurgusal olan başlangıç düzenlemelerinde, bütün bu sosyal birincil değerlerin eşit olarak dağıtıldıklarını hayal edelim: herkes aynı hakları ve ödevleri, geliri ve refahı eşit olarak paylaşmaktadır. Bu durum, ilerlemenin yargılanmasında bir kıyaslama sağlar. Eğer refahtaki eşitsizlikler ve otoritedeki farklılıklar kurgusal başlangıç noktasındaki herkesi varlıklı yapıyorsa, o takdirde, onlar genel kavramlar üzerinde anlaşırlar. En azından teorik olarak, temel bazı özgürlükleri verdiğinizde, insanların sosyal ve ekonomik kazançlarının sonuçlarını tatmin edici şekilde karşılamaları mümkündür. Genel adalet kavramı hangi tür eşitsizliklere izin verileceği hususunda hiçbir kısıtlama dayatmaz; o sadece herkesin durumunu ilerletmesini ister.  Biz yoğun olarak herhangi bir şeyin kölelik şartlarına rıza göstermesini varsaymak ihtiyacında değiliz. Bunun yerine ekonomik kazançlar önemli olduğu zaman, insanların belirli siyasal haklardan vazgeçmeye istekli göründüklerini düşünelim. Bu çeşit bir değişimde iki ilke kural dışı kalır; serisel düzenin dizayn edilmesindeki temel özgürlükler ile ekonomik ve sosyal kazançlar arasında değişim yapılmasına hafifletici durumlar altında olmak dışında izin verilmez…

Neden mi yazdım bütün bunları? Değerlerin alt üst olduğu bir dünyada, hem bundan nasibine düşeni aldığı için, hem de bundan bağımsız olarak kendi siyasal, toplumsal, ekonomik şartlarına bağlı olarak, hemen her alanda bir değer krizi ve kirliliği yaşayan Türkiye’de, herkesin, hepimizin ahlak gibi, etik gibi, hak ve özgürlükler gibi, adalet gibi, refah gibi pozitif değerlerle, kendisinin bu başlıklar altındaki değerleriyle yüzleşmesi için yazdım.