İzmir Barosu Başkanı Sema Pekdaş: 'Türkiye'de yargı asli görevini adaleti sağlamak değil; sistemi korumak olarak görmeye başladı. İktidar yargıdaki zihniyetin sorumluluğunu kendinde de aramalı. Operasyonlarla çevrilmiş bir hukuk sistemimiz var bizim. Emniyet görev yapıyor, hükmü veriyor ve acıdır ki, o hüküm çerçevesinde Başbakan açıklama yapıyor. Yargı ne yapsın bundan sonra artık?'

ŞENAY YILDIZ / aksam.com.tr

Türkiye'de yargıda pek çok sorun var ama sizin öncelik sıralamanıza göre en büyük sorun nedir?

VİCDAN ve adalet problemi var. Hukukun üstünlüğü sadece lafta kalmış durumda. Hep iktidarın yargısı, iktidarın biçimlendirmesi söz konusuydu. Fakat bu dönemde daha da arttı.

TİMSAH GÖZYAŞLARI

- Yargının en çok eleştirildiği uzun tutukluluk süreleri konusunda Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Adalet Bakanı da şikayet ediyor. Yargı hükümetin ideolojisine göre karar veriyorsa, nasıl bu kararları alabiliyor?

Bu şikayetlerin gerçek bir şikayet mi, timsahın gözyaşları mı olduğunu tartışmak lazım. Bizde yargıçlar bulundukları kaba göre şekil alıyorlar biraz da. İktidar mensupları yargılanan kişilerle ilgili her gün 'Bunlar terörist, bunlar hükümete karşı darbe planlıyor' der ve muhaliflerini sistem dışı insanlar olarak gösterip, onların yok edilmesi gerektiğini vurgularsa, yargı onun gereğini yapmak durumunda kalıyor.

- Başbakan Erdoğan 'Üçüncü refom paketini geçirdik, hala uzun tutukluluk devam ediyor. Zihniyette problem var' serzenişinde bulundu. Yargıda zihniyet problemi olduğu görüşünü paylaşıyor musunuz?

Yargıdaki bu zihniyet problemi neden kaynaklanıyor, bunu da sormak lazım. Nasıl bir HSYK yapılanması yaptınız? Anayasa Mahkemesi'ni nasıl şekillendirdiniz? Yargıtay/Danıştay başkanları seçildiği zaman hükümet temsilcileri neler söyledi? Bütün bunlara beraber bakıp, yargının nasıl bir yapılanma ve şekillenme içinde olduğunu düşünmek lazım. Yargıçlar oturup kendi kendilerine bir zihniyet oluşturmadı. Bu ülkenin siyasi atmosferine göre, kendilerinden neler beklenildiğini düşünerek şekilleniyor onlar da. Bir yargıcın görevi hukukun üstünlüğü ve adaletin gerçekleşmesi için vicdanlı olarak görev yapmaktır. Bunu değil, sistemin bekçiliğini kendisine görev kabul ederse 28 Şubat'ta askerin brifinglerine de gider, bugün 'Sistem tehlikede, terörle mücadele etmeliyiz' dendiği zaman terörle mücadeleyi de kendisine görev olarak alır. Dolayısıyla yargıçlarımızla ilgili zihniyetin sorumluluğunu hükümetler, iktidarlar kendilerinde de bulmalı.

11 ÇELİK KAPI YOK

- Bu yeni bir durum değil ama herhalde...

DEĞİL, biz bu iklimde büyüdük zaten. Geçmişten beri 'Yargı görevini yapmadığı için suç işleniyor' algısı yaratıldı. Herkes öyle çok yüklendi ki, yargıya sistemi koruma-kollama görevi olduğu fikri verildi. Sistemi koruma kollama görevi dış güçlere karşı askeriye, iç güçlere karşı emniyettedir. Yargının göreviyse adaletin tesisidir. Ama 'Şehitlerimiz var. Onlara yönelik tedbirleri biz almak zorundayız' diye bir misyon edindiyse yargıç, orada adil yargılamadan söz edilemez. Bakın ÇHD operasyonunun yapıldığı gün Emniyet basın notu şeklinde bir açıklama yaptı ve 'Terörist avukat bunlar. Terör örgütünün avukat yapılanması' diyerek hükmü verdi. Biz hukuku operasyonlarla çevirdik. Operasyonlarla çevrilmiş bir hukuk sistemimiz var bizim. Emniyet görev yapıyor, hükmü veriyor ve o hüküm çerçevesinde acıdır ki, Başbakan bir açıklama yapıyor ve Emniyet'in basın notunu hüküm tesis edilmiş gibi, sonuçmuş gibi açıklıyor. Yargı ne yapsın bundan sonra artık! '11 çelik kapı arkasında hangi toplantıları yapıyorlar?' diye soruyor. Hiçbir avukatlık bürosunda 11 çelik kapı yok. ÇHD'nin kapısı çelik kapısı bile değil! Başbakan Emniyet'in gerçeğe aykırı basın notunu kamuoyuna partisinin grup toplantısında sunuyorsa burada ne yargı bağımsızlığından söz etmek mümkündür ne de Başbakan'ın uzun tutukluluktan şikayet etmesi doğrudur. Zaten o basın notundan sonra avukatlar tutuklanmasa biz şaşırırdık. Ceza almazlarsa yine şaşıracağız, çünkü hüküm zaten verildi!


İDEAL DE YİTİYOR

- Avukatlar savunma görevlerini yerine getirirken suç işleyemezler mi peki?

Avukatlar da suç işleyebilir. Savunma fiilinin dışında Ceza Kanunu kapsamındaki fiilleri işlediyse suçlu diyebilirsin ama 'Neden bunların avukatlığını yapıyorsun?', 'Neden susma hakkını kullandırdın? diye sorulamaz. Bu görevleriyle ilgilidir ve suç konusu yapılamaz ama soruluyor. Avukatlara 'DHKP-C'den yargılanan insanların yüzde 85'ini bu büronun avukatları temsil ediyor' deniliyor. Sen avukatı savunduğu insanlara göre kategorize edemezsin. Suç işleyen insanlar avukatlar tarafından temsil edilirler. Teröristin de avukatının olduğu yerde hukuk devleti vardır. O da bireydir aynı zamanda. Hükümlünün de, teröristin de hakları vardır.

- Bu soruları soranlar da hukukçu ama... Hakim-savcılar ile avukatlar arasında cepheleşme mi var yargı içinde?

Ülkenin siyasi kiliminden bağımsız değil bunların hiçbirisi. Sesiniz çıkıyorsa, hemen tehlikeli konuma atılıyor, sistem düşmanı oluyor ve ithamla karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Türkiye modern ceza hukukunun ilkelerini kabul etmiş, laik hukuk düzeni olan bir ülke ve avukatlar yargının kurucu unsuru kabul edilir. Ama artık avukatlığın yargının kurucu unsuru olması da istenmiyor. Avukatlar ve onların örgütü barolar yargının dışına itilmek isteniyor. Avukatlar yargının yardımcısı, kendileri serbest meslek yapan insanlar olarak değerlendiriliyor. En son başörtüsüyle ilgili Danıştay kararında da avukatlık mesleği yargının içinde sayılmadı...

- Avukatlığın kurucu unsur olmaktan çıkarılması nasıl bir sakınca doğurur?

Hukuk devleti olmaktan çıkarır. Gerçek, işlevsel bir savunma hakkına sahip olmadan, ithamla hüküm verme noktasına gelirsiniz. Bugün Türkiye'nin sorunu bu. Balyoz'da, Ergenekon'da, KCK tutuklamalarında... Avukatlar bu nedenle bağırıyor. Savunma hakkı yerine getirilemiyor, söz verilmiyor, delillerimiz tartışılmıyor ve 'savunma olmadan hüküm tesis edelim' deniyor. Hukuk devletiyseniz, savunmaya tahammül etmek zorundasınız. Tren kaçıyor, bunları düzeltmek zorundayız. Türkiye hiçbir zaman gerçekten hukuk devleti olmadı ama bu bir fikir, ideal olarak vardı. Şimdi bu idealden de uzaklaşıyoruz. Hukuk devleti idealini de kaybetmek üzereyiz.

- Hakim ve savcıların böyle hareket etmelerini nasıl izah ediyorsunuz?

Bence kendilerini memur olarak düşünüyorlar. Memur değiller. Dik duruşlu, çok cesaretli hakim ve savcılarımız da var ama sayıları çok az. Onların varlığı da umut...



Ne Atatürk rozetli yargıç ne de başörtülü avukat olsun

- Avukatların başörtüsüyle davalara girmesi meselesine nasıl bakıyorsunuz?

Ben başörtülü üniversitede okunmasını, kadınların başörtüsü özgürlüğünü ve yaşamda yer almalarını hep savundum. Ama bazı görevler vardır ki, o görevler bir inancı sembolize eden hiçbir takının, örtünün, kıyafetin olmayacağı görevlerdir. Yargı bunlardan birisidir. Laik hukuk sisteminde görev yapan hakimler, savcılar ve avukatlar görüntüleriyle de tarafsız, renksiz, kokusuz olduklarını göstermelidirler.



- Avukatın duruşmaya türbanla girmesi onu taraf yapar mı?

Yapar. 'Ben inancımı yaşıyorum' diyor ve onu size gösteriyor. Biz niye cüppe giyiyoruz mesela? Cüppelerimizde düğme yoktur. Özgürüm, bağımsızım, ben kimsenin karşısında düğme iliklemem. Cebim yoktur, menfaat almam. Sembollerin mesajları vardır. Bu nedenle yargının kurucu unsuru olan avukatların da yargının tüm tarafları gibi objektifliğinin, tarafsızlığının görünmesi lazım. Burka takan bir kadın da 'Bu benim inancım' derse, onun da duruşmalara böyle girmesine, avukatlık yapmasına izin verecek miyiz? Nereye kadar götüreceğiz bu süreci?



RENKSİZ DEVLET

- Siz insan hakları konusunda çok mücadele vermiş bir avukatsınız ama türbanlı avukatlara gelince bunu insan hakkı olarak görmüyorsunuz...

Bu insan hakkı perspektifinden tartışılacak bir konu değil. Her mesleğin kuralları, mesleği meslek yapan özellikler vardır. Orduda istediğim kıyafetle çalışırım, polis olarak istediğim gibi gidebilirim diyebilir misiniz? Avukatlık serbest yapılan bir iş ama sadece ticarete indirgenebilecek bir serbest meslek değil. Kamu görevi yapan kişilerin her türlü siyasi görüşten, inançtan, ideolojiden azade olduklarının gösterilmesi gerekir. 'Ben inancımı yaşıyorsam, onu göstermeliyim' deniyor. O zaman yıllardır Kemalist ideoloji diye devleti niye eleştirdiniz? O zaman da devletin rengi, kokusu vardı. Ona yanlış diyorsunuz da bunu niye sunuyorsunuz? Ben ona da yanlış diyordum, buna da karşıyım. Yargılananlar açısından, hakkı, özgürlüğü elinden alınanlar açısından da bu doğru değil. Bence yargıçlar da duruşmaya Atatürk bayrağı, Türk bayrağı rozeti takarak çıkmamalı.

- Ne sakıncası var?

Yargıladığı insan Atatürk düşmanı da olabilir. Atatürk'e hakaret suçlamasıyla yargılanan bir kişiyi de yargılayabilir. Bitmiştir artık onun gözünde. Her şeyiyle tarafsızlığını göstermeli. Bu nedenle, inanç, ideoloji, düşünce... hiçbir şeyi üzerlerinde taşımamalılar. Yoksa yargılananın önyargılarının kararın önüne geçmesine neden olurlar. Kararlar bu saiklerle tartışılmamalı.


Barolar doğal olarak muhaliftir

- İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ve baronun 10 avukatı hakkında açılan davayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Baronun duruşma salonunda açıklama yapması doğru bir şey miydi?

Deveye boynun eğri demişler, nerem doğru ki demiş! Balyoz dosyasında sanık avukatları 'Etkin savunma görevini yerine getiremiyoruz' diye duruşmalara girmiyorlardı. İstanbul Barosu'na da konuyla ilgili şikayette bulunuyorlar. Ümit Kocasakal ve baro yönetimi Balyoz Davası'nda 'Savunmayı dinleyin, ceza yargılamasını usulüne göre yapın' diye bir serzeniş konuşması yapıyorlar. İstanbul barosuyla ilgili başlatılan süreci doğru bulmuyorum. Bu barolara yönelik saldırılardan birisidir.

- Barolar biraz siyasallaşmadı mı son dönemde sizce?

Barolara insan hakkı ihlallerine karşı mücadele görevi verilmiş. İnsan hakkı ihlallerine karşı mücadele eden örgütler doğası gereği muhaliftir. Çünkü insan hakları ihlalleri devletten kaynaklanan ihlallerdir. Biz hem meslektaşlarımızın sorunlarını çözmek hem de insan hakkı ihlallerini engellemek zorundayız. Bizim görevimiz alkışlamak değil; eleştirmek, yanlışı söylemek. İktidarın yanında yer alıyorsa, o zaman siyasallaşmıştır barolar.

Siyaset sorunları yargıya çözdürmeye çalışıyor

- Anadilde savunma hakkı düzenlemesinde kişilerin tercümanları için parayı kendileri ödemesi ve bu imkanın sadece ilk ve esas hakkındaki mütalaa için geçerli olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Biz her şeyi 'muş gibi', göstermelik yapıyoruz. Bizim kuşak 'Bu ülkede Kürt yoktur, dağ Türkleridir onlar' diye öğrenerek geldik. Kürt kimliği, Kürt varlığı tamamen inkar edildi. Şimdi 'Kürt var' noktasına geldik. Kürtler 'Benim dilim var' dedi, engellediniz yıllarca. Kürt kimliğinin varlığını kabul ettirmek için siyaset yapıyordu bu adamlar, hapse tıktınız. Onlar da 'Madem ben hapse atılıyorum, adliyeleri de, yargı organlarını siyasi arenaya dönüştürelim' dedi ve dönüştürdü. Bu öyle bir doğal gelişim ki! Siyaset sorunları çözemiyor, yargıya çözdürmek istiyor. Siz bu sorunları çözmeyip, yargıya çözdürmeye çalıştığınız sürece yargıyı yaralıyorsunuz. Bu sadece günü kurtarmak için çıkarılan bir yasa ve eksik. Devlet Kürtçe yayın yapıyor ama Kürtçe ile olan sorunlarını hala çözemedi. Siyaset sorun çözmediği sürece yargıda bu sorunların hepsini yaşamaya devam ederiz.