28 Şubat davasında İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Erol Özkasnak ve Kemal Gürüz’ün de aralarında bulunduğu 21 sanık müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Peki, bu karar 28 Şubat mağdurları için ne anlama geliyor? Sanık avukatlarının davanın hukuki dayanaktan yoksun siyasi bir karar olduğu iddiası nasıl yorumlanmalı? Müebbet hapis cezaları pratikte uygulanabilir mi yoksa bunlar sembolik cezalar mı? Sıcağı sıcağına tüm soruları, 28 Şubat darbesinin hem mağduru hem bu davada müşteki müdahil hem de pek çok müdahilin avukatı olan AK Parti Milletvekili, eski başsavcı Reşat Petek’e sordum...  

- Reşat Bey, siz 28 Şubat davasına neden müdahil oldunuz?

Darbeciler hakkında soruşturma açılarak ceza davası görülmesi gerektiği yönünde ilk şikâyet dilekçesi verenlerden biriyim. Ben 28 Şubat postmodern darbesi sırasında Yozgat Cumhuriyet Başsavcısı’ydım. 28 Şubat darbecilerinin davet ettiği brifinglere katılmadım. Anayasa’ya, kanunlara aykırı emirlerle yargıyı yönlendiren talimatlarına uymadım. Erciyes Üniversitesi’ne bağlı Yozgat’taki fakülteye başörtülü öğrencileri almıyorlardı. Başörtülü öğrenciler dekan tarafından “Defolun” diyerek kovuluyordu. Bunun üzerine “Eğitim özgürlüğü engellenemez” diyerek soruşturma başlattım. O andan itibaren darbe yönetiminin hedefi oldum. Başsavcılık görevimden alındım, terörle mücadele kapsamında hayati tehlikem olduğu halde korumalarım alındı, düz savcı olarak İstanbul’a atamam yapıldı. Yani ben de 28 Şubat sürecinde görevden alınarak mağdur edilen bir başsavcıyım.

- Bu karar için “Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktası, bir tür hesaplaşma” da diyebilir miyiz?

Çok önemli olduğunu ifade etmek istiyorum. Siyasi hesaplaşma değil, Türkiye’nin darbelerle yüzleşmesi, hukukun hâkim kılınması noktasında önemli bir karar oluğunu düşünüyorum. Hakikaten hukuku lastik gibi sağa sola uzatarak Türkiye’ye çok olumsuz durumlar yaşatıldı. Ülkeyi yönetmek sadece siyasetten ibaret değil. Siyasetçilere her zaman sopa göstererek pek çok şeyi yapanlar şimdi yargının hukuka uygun, adil bir biçimde işlediğini gördüler.

‘MAĞDURLAR TAZMİNAT DAVASI AÇABİLECEKLER’

- 28 Şubat mağdurları için bu kararın anlamı ne?

Birincisi, işin psikolojik ve manevi tarafı... “Türkiye’de hukuk işliyor, adalet işliyor, aradan 20 yıl da geçse de her şey ilahi adalete kalmıyor, dünyada hesabı soruluyor” fikrinin yerleşmesi açısından müspet bir karardır. Mağdurlar da “Zulüm gördük ama Türk yargısı bunlardan hesap sordu. 28 Şubat darbecilerinin beyin takımındaki 21 kişiye ceza yağdı” diye düşünecekler. İkincisi, 28 Şubat mağdurları ve o dönem yapılan idari uygulamalarla zarar gören kamu görevlilerinin uğradıkları zararlar telafi edilemedi. Çünkü 28 Şubat darbecileri henüz mahkûm olmamıştı, bu nedenle hukuk davaları açma imkânı bulamamışlardı. Dün itibarıyla, 28 Şubat mağdurlarının 10-15 yıl uğramış oldukları maddi mağduriyetlerin giderilmesi için tazminat davalarının yolu açıldı.

- 28 Şubat mağdurları bugünden itibaren tazminat davaları açabilir mi yani?

Ben ceza hukukçusuyum ama şu kadarını söyleyeyim, tazminat davaları için somut gerekçe oluşmuş oldu. İstinaf ve Yargıtay süreci tamamlandığında buna dayanarak dava açma hakları doğmuştur. Ayrıca 28 Şubat’ın brifingli mahkemeleri tarafından verilen kimi mahkûmiyet kararları nedeniyle 20 yıldır cezaevinde yatanlar var. “Haksız yere yatıyoruz” diye feryat eden bu insanların birçoğu için de yeniden yargılama için bir delil oluşmuş oldu.

‘CEZALAR AZALTILMAZ’

- Müebbet cezaları verildi ama istinaf ve Yargıtay sürecinde bu cezalar hafifler mi?

Uygulanan kanun 2005 öncesi yürürlükte olan 765 sayılı Ceza Kanunu. Suç cebren hükümeti ıskat, cezai karşılığı ağırlaştırılmış müebbet. Mahkeme takdiri indirimini kullandı ve cezayı müebbet hapse çevirdi. Bundan sonra cezanın azaltılması söz konusu olamaz, ya beraat kararı verilir ya da ceza onanır. Mahkeme takdiri indirim hakkını kullandığı için istinaf veya Yargıtay’da cezanın indirilmesi söz konusu olamaz.

- “Müebbet aldılar ama yaş haddinden cezaevine girmeyecekler” deniliyor, doğru mu?

Doğru değil. Mahkeme ortalama yaş durumları, sağlık durumları ve aradan geçen süreyi dikkate alarak, tutuklama tedbiri kullanılmadan adli kontrol uygulanacağına karar verdi. Açıkçası ben mahkemenin bu kararının verilen hükümle bağdaşmadığını düşünüyorum. Yargıtay kararı kesinleştiğinde haklarında yakalama kararı çıkacak ve cezaları infaz edilecek.

‘28 ŞUBAT BİR DARBEDİR, DARBECİLERİN İLLA MECLİS’İ UÇAKLA BOMBALAMASI GEREKMEZ’

- “28 Şubat tipik bir darbe değildi, cebir-şiddet yoktu. Dolayısıyla bu cezalar hukuki açıdan doğru değil” diye düşünen hukukçular var. “Siyasete müdahale vardı ama hukuki gerekçeleri nasıl ortaya koyacağız?” tartışmasına ne diyorsunuz?

“İki hukukçunun olduğu yerde dört görüş ortaya çıkar” diye bir laf vardır, hukukta tartışma bitmez ama şu an elimizde Ağır Ceza Mahkemesi’nin 28 sayfalık hükmü var. Gerekçeli karar da önümüzdeki günlerde açıklanacaktır. Mahkeme o tarihte yürürlükte olan eski Ceza Kanunu’nun 765 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ıskat” olarak tanımlanan, bugünkü kanunda “Hükümete karşı darbe” dediğimiz maddeden hareketle ceza verdi. 28 Şubat’a biz ilk günden beri “Darbe” dedik. “Postmodern darbe” lafını da sanıklar söylediler. Elbette askerlerin içinden kabine tayin edilmedi ama TBMM’de çoğunluğu olmayan bir yapı içinden yeni bir hükümet kurdurdular. Çoğunluğu olan REFAHYOL iktidarı devrildi. Açıkça tehdit yapıldı, “Gerekirse silah kullanırız, 5 milyon insan temizlenebilir, bin yıl sürecek bir süreç” dediler. Masum insanlar TSK’dan, yargıdan, yükseköğretim kurumlarından ve kamudan atıldı. Kamu kurumlarında BÇG’nin talimatları uygulandı. Dava sürecinde YÖK Başkanı’na, Erol Özkasnak’a, Çetin Doğan’a, Çevik Bir’e, İsmail Hakkı Karadayı’ya o dönemki yazılı ve sözlü icraatlarının Anayasa’ya uymadığı, tam bir darbe örneği olduğu sorulduğunda verecek cevapları yoktu.

- Bu kararın hukuki açıdan tartışmalı olduğunu söyleyen hukukçulardan biri de Prof. Ersan Şen. “Türk Ceza Kanunu’ndaki tanıma göre 28 Şubat-18 Nisan arasında yaşananlar görevi kötüye kullanmadır ama 28 Şubat yasaya uyan darbe tanımına uymuyor, genişletici yorumlama yapılıyor. Suçta ve cezada kanunilik prensibi açısından sıkıntılı bir karar” diyor. Ne dersiniz?

Ben katılmıyorum. Darbecilerin illaki 15 Temmuz’da olduğu gibi Meclis’i uçakla bombalaması gerekmez. Sincan’da tankların yürütülmesi, “Gerekirse silah kullanırız” denilmesi ve bir hükümetin devrilip yerine parlamentoda çoğunluğu olmayan bir hükümetin kurulması söz konusuydu. Süleyman Demirel’in de darbecilere destek verdiği, parlamentoda çoğunluğu olmayan Mesut Yılmaz’a hükümeti kurma görevi verdiği, İsmail Hakkı Karadayı’nın Mesut Yılmaz’ı ailesiyle birlikte ziyarete gittiğinde “Sana altın tepside bir iktidar sunduk” sözlerinin medyaya da yansıdığı biliniyor. Daha bunlar gibi binlerce delil, cebirle, tehditle hükümet değişiminin yapıldığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla açılan dava da Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ıskattır. Bu tür hukuki yorumlara karşı şunu söylemek lazım; REFAHYOL hükümetini parlamento mu düşürmüştür?

- Rahmetli Erbakan’ı andınız ama davanın sanıkları “Bu davanın açılabilmesi için Erbakan’ın ölmesi beklendi çünkü Erbakan 28 Şubat’a ‘Darbe’ demedi, bu konuda şikâyetçi olmadı” iddiasında da bulunuyor. Buna ne dersiniz?

Bu hukuki dayanaktan yoksun bir iddia. 2007 yılında yüzde 50’ye yakın oy almış AK Parti’nin kapatılması için dava açılmış bir Türkiye’de, postmodern bir darbenin hükümlerinin sürdüğü bir dönemde dava açılmasını mı bekliyorlardı? Elbette önce yargı üzerindeki gayrı hukuki baskıların geçmesi için ciddi bir süreç geçmesi gerekiyordu. “Erbakan’ın ölmesi beklendi” diyenler, 28 Şubat darbesini olağanmış gibi gösterme gayretindeler.

‘AK PARTİ’NİN BU KARARDA BİR ETKİSİ YOK’

- Mahkeme kararlarının zamanlamasıyla ilgili “Seçim atmosferine girildiği bir dönemde AK Parti siyasi bir hamle yaptı” yorumuna ne diyorsunuz?

Kesinlikle katılmıyorum. AK Parti milletvekilleri olarak biz davada müdahiliz, tarafız ama böyle olmasına rağmen bu davada mahkemenin bağımsızlığına, tarafsızlığına bir leke gelmemesi için bir defa olsun savcı, mahkeme başkanı veya üyeleriyle görüşmedim. Kesinlikle AK Parti iktidarının bu kararda bir etkisi yoktur.

‘ÇEVİK BİR ‘SADECE SUÇLU BİZ MİYİZ?’ DİYE SORDU’

- Bu davanın bitmesiyle birlikte “28 Şubat’ın medya ve iş dünyası ayağına sıra geleceği yorumları yapılıyor. Dava süreci bu yönde genişler mi?

Bunu bir anekdotla anlatayım. 28 Şubat mağdurlarından Ayten Durmuş adında bir öğretmen uğradığı zulümleri öyle anlattı ki hepimiz ağladık. Çevik Bir dayanamadı, “Ayten Hanım siz bizim bacımızsınız” dedi. Ayten Durmuş ise ona “Benim sizin gibi kardeşim yok, siz bize zulmettiniz” dedi. Duruşmaya ara verildiğinde Çevik Bir bana dönüp “ Ya Petek sadece suçlu biz miyiz?” dedi. “Sayın Bir, şimdi doğruyu söyledin. Siz suçlusunuz ama sadece siz suçlu değilsiniz. Sizinle birlikte bu darbeye iştirak eden, finansınızı sağlayan, medyada destekleyen çetelerin de yargılanması gerekir” diye cevap verdim. Elbette 28 Şubat davasının sanıkları yargılanan bu kişilerden ibaret değil. Bu suça yardım-yataklık yapanlar biliniyor. Bunlar hakkında Ankara Başsavcılığı’na pek çok şikâyet gitti, bunlar da ayrı bir dosya numarası altında birleştiriliyor. Ankara Başsavcılığı, bunları değerlendirip dava açmalı.

‘İDDİANAMEYİ HAZIRLAYAN SAVCININ FETÖ’CÜ ÇIKMASI 28 ŞUBAT’IN DARBE OLDUĞU GERÇEĞİNİ DEĞİŞTİRMEZ’

- 28 Şubat şüphelilerinin çoğunun tutuklanmasına karar veren Hâkim Mustafa Karatay, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ bağlantılı çıktı, görevden alınıp meslekten atıldı. 28 Şubat iddianamesini, kamuoyunda “kozmik oda savcısı” olarak ünlenen Mustafa Bilgili ve Yardımcısı Kemal Çetin hazırladı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Bilgili hakkında FETÖ üyeliği gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarıldı. Bilgili firar etti, meslekten atıldı. “Bütün bu durumlar davaya gölge düşürüyor” yorumlarının haklılık payı var mı?

Kübra Hanım, FETÖ mensubu hâkim ve savcıların hazırladığı iddianamelerin ve verdiği kararların tümünün geçersiz kabul edileceğine dair bir yasal düzenleme yok. Ne yazık ki Türk yargısının 3’te 1’i FETÖ soruşturmaları sonucunda atıldı, meslekten ihraç edildi, kimileri de yargılanıyor. 13 bin hâkim-savcıdan yaklaşık 4 bin 500’ü FETÖ’yle mücadele sürecinde yargıdan uzaklaştırıldı. Eğer bu 4 bin 500 hâkim ve savcının görev yaptıkları süredeki iddianameleri ve kararları geçersiz sayılsa Türkiye allak bullak olur. Verilen kararları o kişilerin şahsi suçlarından bağımsız olarak değerlendirmek lazım. İddianameyi Mustafa Bilgili hazırladı ama Ergenekon ve Balyoz sürecinde olduğu gibi sahte dijital deliller veya gizli tanıklarla hazırlanmış bir kumpas davası olsaydı, bu dava da o davaların akıbetine uğrar ve şimdi devam eden mahkeme buna göre karar verirdi. İddianameyi hazırlayan savcının FETÖ’cü çıkması, 28 şubat’ın darbe olduğu gerçeğini değiştirmez.

- Fakat sanık avukatları 28 Şubat davasında da kumpas davalarında olduğu gibi sahte dijitallerin iddianameye girdiğini iddia ediyor. “Özellikle 5 No’lu CD sahte” deniliyor, doğru mu?

Mahkemenin 28 sayfalık kararı şu an elimde. Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın adli emanetinde bulunan ve bu dosyada delil olarak saklanmasına karar verilen o kadar çok bilgi ve belge var ki. Çok sayıda DVD ve CD de var. Bunların arasından bir tanesini özellikle cımbızla çekip de sahtecilik iddiasıyla “Davanın tümü hükümsüzdür” gibi bir sonuca varılamaz. Zaten böyle bir iddia üst incelemede görülürse Yargıtay o doğrultuda karar verecektir. Fakat mahkeme sadece birkaç beyanla, binlerce insanın mağduriyetine yol açan bir darbe hiç yaşanmamış gibi bir karar verecek değil elbette...

- Hukuki açıdan başka bir itiraz daha var. “Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarına cezalar verildi. Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının Yüce Divan’da yargılanmalarına ilişkin yasalar var. Bu yüzden ağır ceza mahkemesinde yargılanamazlar” yorumuna ne diyorsunuz?

Son yapılan değişikliklerle, Genelkurmay Başkanı’nın ve kuvvet komutanlarının görevleriyle ilgili suçlarda sadece Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nde yargılanabileceği doğrudur. Bu konuda mahkemeye de talepler oldu ama reddedildi, sanırım nedeni gerekçeli kararda açıklanacaktır. Darbe yapmak göreviyle ilgili bir suç olarak tanımlanmamış olacak ki bu konuda diğer sanıklarla birlikte mahkeme kuvvet komutanlarıyla ilgili bu kararı verdi. Meseleye bu açıdan bakıldığında bunun bir görev suçu olarak kabul edilmesi mümkün değil. Bu karar Türkiye demokrasisine büyük bir katkı olacaktır. Eline silah geçiren kimse “Bu benim görevim” diyerek darbe yapmaya teşebbüs edemeyecektir. (Kübra Par/HaberTürk)