Suç örgütü suçunun unsurları, ceza sorumluluğu, yargılama yöntemleri ile ceza infazı konusunda otoriteyi güçlendiren yetkiler, kamu barışının ve menfaatlerinin korunması için vazgeçilmez nitelikte görülse de, kişi hak ve hürriyetleri ile suç örgütü konusunda getirilen kısıtlamalar arasında denge sağlanamadığı durumlarda, özellikle de hukukun evrensel ilke ve esasları gözardı edildiğinde, kural ve uygulamada bir hukuk devletinde kabulü mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkabilmektedir.

“Suç örgütü” kavramı bir eylem olarak görülüp bağımsız suç sayılmalı mı, yoksa Ceza Hukukunun fikri alana girmeyeceği ve mümkün olduğu kadar fikri suçtan uzak duracağı kabulünden hareketle suç örgütünü, diğer birliktelikler, örneğin iştirak veya toplu suç gibi suçların ağırlaştırıcı nedeni, ceza yargılamasının nitelikli tedbirlerinin tatbiki ve ceza infazının hükümlü aleyhine uygulanmasının bir gerekçesi mi saymak gerekir?

Şu an Türk Hukuku; “suç örgütü” kavramını bağımsız bir suç tipi olarak kabul etmekte ve bu suçla, örgütlü işlenecek suçun önlenmesi, azaltılması, bu yolla kamu düzeni ve barışının korunması, eylemlerin daha düşünce ve örgütlenme aşamasında durdurulmasını hedeflemektedir. Bu hedef kendi içinde tutarlı olsa da, uygulamada “suç örgütü” kavramı üzerinden kişi hak ve hürriyetlerinin ağır saldırılarla karşı karşıya kaldığı söylenebilir. Kişi ile kamu yararının karşı karşıya kaldığı durumlarda, birisini diğerine tercih etmek yerine, korunması gereken hukuki yararlar yönünden birisine üstünlük tanındığı noktada, diğerinin de aynı derecede güvence altına alınması gerekir.

“Suç örgütü” kavramının hangi hukuki gerekçe ve yasal çerçeveye yerleştirileceği ile bu çerçevede birey yararı ve kamu barışının sağlanmasında hangi ölçüler içinde kalınacağı önem taşımaktadır. Bu yönde somut tespitler yapılmadığı ve uygulamaya geçirilemediği sürece, suç örgütüne ilişkin kamu barışı ve düzeni bakımından faydalı olduğu söylenen yasal düzenlemeler, sağladıkları faydadan öte otoritenin elini güçlendiren, kişi hak ve hürriyetlerine aşırı ve keyfi sınırlamalar getiren bir silah özelliğine dönüşmekten kurtulamayacaktır. Neticede; hukuk devletinin polis devleti haline gelmesi, “hukuk devleti” ilkesinin kağıt üzerinde yazılı kalması, kişi hak ve hürriyetlerinin özünün zedelenmesi, korku, baskı ve sindirmenin hakimiyet kazandığı bireyci olmayan, otoriter bir toplum kimliğinin kazanılması da kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle, suç örgütü kurmak fiilinin suç sayılmasında, unsurlarında, hangi suçların suç örgütünün faaliyeti kapsamında görülüp görülmeyeceğinde, kurucu ve yöneticilerinin ceza sorumluluğunun tespitinde, suç örgütü kurmak ve bağlı suçların yargılamalarında ve verilen mahkumiyet kararlarının infaz yöntemlerinde dikkatli hareket etmek, hukukun evrensel ilke ve esaslarından ayrılmamak, en önemlisi de “düzen” adına kişi hak ve hürriyetlerinin özünü de zedelememek gerekir.

Ancak belirtmeliyiz ki, demokratik hukuk devleti ilkesi ile düşünce açıklama hürriyeti ve örgütlenme hakkının kullanıldığından bahisle milletin düzen ve dirliği ile devletin sistemini sarsacak, kamu düzenini ve barışını somut tehlikeye düşürecek, aynı düşünce birliği içinde hareket etmek suretiyle millet, ülke ve devlet yararlarını tehlikeye düşürecek, hatta zarara uğratacak oluşum ve yapılanmalar karşısında kamu kudretinin sessiz kalmasını beklemek mümkün değildir. Kamu kudretinin sahibi olan toplum ve bu kudretin kullanıcısı devlet tüzel kişiliği, hukuk devleti ilkesinin öngördüğü şekilde, hukukun evrensel ilke ve esasları ışığında düzenlenen hukuk kurallarının uygulanmasını takip ederken, bunlara saygı gösterip bağlı hareket ederken, kişi hak ve hürriyetlerinin kötüye kullanılmak suretiyle ülke birliği ve bütünlüğü ile benimsenen yönetim sisteminin tehlikeye düşürülmesine karşı önlemler alabilir ve gerektiğinde hukuk kuralları çerçevesinde müdahalelerde de bulunabilir. Devlet; kişi hak ve hürriyetlerini tanıyıp özlerine müdahale etmezken, bu noktadaki yaklaşımlarını tümü ile hareketsiz kalmak üzerine kurmaz. Her ülke, kamu düzeni ve barışının bozulmaması amacıyla bireysel ve toplumsal ölçekte takibini yapar ve gerektiğinde de bir başka güç olarak büyüyüp gelişen, hatta devlete karşı gelmeye aday hale gelen ve karşı gelen yapılanmaya da tepkisini koyar. İşte bu noktada ayırım iyi yapılmalı, denge iyi kurulmalı, mutlak otoriter bir anlayışın izlenmesi yerine, bireyci ve hürriyetçi fikirlerden hareket etmek suretiyle kişi hak ve hürriyetlerini kötüye kullananlara doğru zamanda müdahale edilmelidir.

Belirtmeliyiz ki, ülke, millet ve devlet yararlarına yönelik tehlikeli girişimlerin başlangıç ve gelişiminde silah, cebir, şiddet ve tehdit unsurları ile korkutucu güç özelliği kullanılmayabilir. Son derece sempatik ve demokratik şekilde, hukuk devletinin sağladığı hak ve hürriyetlerin kullanımından hareket eden yapılanmalar, pekala ülke ve toplum için tehlikeli ve zararlı hale dönüşebilirler. Kamu kudreti kullanıcısı devlet, bu dönüşümü takip eder, müdahale edilmesi gerektiği noktada önleyici amaçlı müdahale eder ve eğer yapılanma baskı, yıldırma, sindirme ve zorlama yöntemlerini kullanmak suretiyle korkutucu güce dönüşmüşse de suç örgütü olarak nitelendirilebilecek yapılanmanın adli açıdan üzerine gider. Bu noktada en tehlikeli olan; zamanında takibi, kontrolü yapılmayan veya yapılamayan, bu sebeple önlenemeyen, ancak devamında devlete, ülkeye ve millete baş kaldırmaya elverişli hale gelen suç örgütlerinin önüne geçilememesidir. Gerçekten çok çetin bir konudur. Kişi hak ve hürriyetlerinin kullanımı ve örgütlenme nereye kadardır ve bunlara nerede dur denilebilir? Esas itibariyle, hukukun evrensel ilke ve esasları ışığında kalan ve başkalarının hak ve hürriyetlerine dokunmayan kişi hak ve hürriyeti kullanımlarının önüne geçilmesi doğru değildir.

Belirtmeliyiz ki Devlet, kişi hak ve hürriyetlerini kullandığını iddia edip, güçlü yapılanmalar oluşturmak suretiyle devletin korumak zorunda olduğu başkalarının hak ve hürriyetlerine müdahale edenlere karşı sessiz kalamaz. Devlet; gayrimeşru yol izleyen ve yapılanmalar etrafında toplananları, Anayasa ile kurulu düzenini, kişi hak ve hürriyetlerini, yönetim sistemini korumak, en önemlisi de demokratik hukuk toplumu kimliğini sürdürmek için takip eder, yasal dayanaklarla istihbarat toplar, önleyicilik faaliyetlerinde bulunur.

Devletin, illegal yapılanmalara karşı daimi bir maksadı ve stratejisi olmak zorundadır. Maksat, koşulsuz şekilde Anayasa ile kurulu düzeni korumak ve bunu tehlikeye düşürecek veya buna zarar verecek unsurları mümkünse istihbarat ve önleyicilik, değilse de adli yöntemlerle bertaraf etmektir. Aksi halde devlet; kendisine kamu kudreti kullanma yetkisi veren halkın mutabakatı ile kurulan sistemi müdafaa edip ayakta tutamaz. Strateji, bir hukuk devletinde anayasa ve kanunlar çerçevesinde gerçekleşmelidir. Hukuk kurallarında olabilecek boşluk veya bu kuralların kötüye kullanılması veya keyfi veya eksik şekilde görev ifası, stratejinin samimi olmadığını veya yanlış kurulduğunu ortaya koyar.

Demokratik hukuk toplumlarında illegal yapılanmalara karşı önlem alabilmek çok zordur. Çünkü bir taraftan uluslararası alanda da kabul görmüş, anayasa ile güvence altına alınmış kişi hak ve hürriyetleri, diğer taraftan da sistemin yerleşmemişliğine ve etkiye açıklığından kaynaklanan kırılganlığına bağlı rejimi ve sistemi koruma zorunluluğu vardır. Hangisi diğerine üstündür veya sistemi ve rejimi koruma bahanesi ile kişi hak ve hürriyetleri üzerinde baskı kurmak, bu kapsamda “suç örgütü” kavramını geniş ele alıp Ceza Hukuku ve Ceza Yargılaması Hukuku üzerinden temel hak ve hürriyetlere müdahale edilip edilmediğini belirleyebilmek mümkün müdür? Bunlar ana sorunlardır, örgütlü yapılarda “terör” kavramı altında “siyasi içerik” iddiası birçok zaman masum karşılanmış ve kamu otoritesinde cezalandırma gayesi olsa bile, bu gaye toplumsal kabul görmemiştir. Esasen Türkiye Cumhuriyeti’nin af kültürü de; hukuk, yargı ve adalet mekanizmalarında bir dengeye, dürüstlüğe ve eşitliğe oturamamasına bağlı gelişmiş ve her zaman da toplumun bazı kesimleri tarafından af beklenmiştir.

Toplum, kimisine göre millet ve hatta halk olabilmenin en önemli şartı; “ulus ruhu” taşımak olduğu kadar, iyi bir demokrasiye, hukukun evrensel ilke ve esaslarını tanıyan hukuk sistemine, bağımsız ve tarafsız yargıya sahip olmaktan geçer. İyi bir hukuk sistemi beraberinde iyi idare teşkilatını ve sonrasında da dürüst, güvenilir yargıyı ön plana çıkarır. İşte bu andan itibaren toplumun illegal yapılarla baş edebilmesi, devletin bu yapılanmalara esir olmaması, bu yapılanmaları kontrol ve bertaraf edebilmesi kolaylaşır. Ancak cumhuriyet savcısına “soruşturmanın beyni” dedikten sonra emrine uzmanlaşmış adli kolluk teşkilatını vermedikten, delil toplama ve değerlendirme tekniklerini iyileştirmedikten sonra ceza yargısı tökezlemeye mahkumdur. “Liyakat” ilkesi ise, yargı teşkilatlanması kadar idarenin de esasıdır. İdare tarafsız olmak ve kamu hizmetlerini en iyi şekilde, eşit koşullarda sunmak zorundadır. “Adalet mülkün temelidir” sözü ile sadece yargıda değil, idarede adaletin önemi anlatılır.

Netice itibariyle; devlet otoritesinin gerçek anlamda başkalarının hak ve hürriyetlerini korumak adına yaptığı ve yapacağı müdahaleler kabul edilebilir, fakat sırf otoriteyi ve temsil edilen gücü koruyup kuvvetlendirmeye yönelik girişimler kabul edilemez, çünkü bunlar demokratik hukuk devletinin benimsediği tarzda kişi hak ve hürriyetlerinin korunması amacına uygun yöntemler arasına girmez.

Tüm bunlarda; “suçta ve cezada kanunilik”, “ceza sorumluluğun şahsiliği”, “kusur”, “masumiyet/suçsuzluk karinesi”, “ispat külfeti iddia edene aittir”, “şüpheden sanık yararlanır”, “delillerin hukuka uygunluğu” ve “dürüst yargılanma hakkı” olarak sıralayabileceğimiz hukukun evrensel ilke ve esasları dikkate alınmalıdır.

Ülkede gerçekleşen tüm hukuka aykırılıklardan ve bunların sonuçlarından suç örgütünü kuran, yöneten ve bunlara üye olanların sorumlu olduğu düşünülebilir. Elbette bu düşüncenin kabulü mümkün değildir. Suç örgütleri, toplumun sosyolojik yapısından, diğer insanlardan ve yaşanan gelişmelerden bağımsız değerlendirilemez. Esas itibariyle, “örgüt” kavramı demokratik toplumların vazgeçilmez unsuru olduğu halde, kamu kudreti kullanıcısının değerlendirilmesi ile bunlardan bazıları “hukuka aykırı” ilan edilebilmekte ve bu suçlayıcı yöntemler yoluyla önleyici tedbirlerin uygulanmasına ve bunun ötesinde ceza takibatlarına başlanabilmektedir.

Uygulama dikkate alındığında; iştirak ile suç örgütü arasındaki ayırımın netleştirilmediği, hal böyle olduğunda örgütün varlığının kabulü ile ötesinde yapılacak bu yapılanmanın suç örgütü olup olmadığının tespit edilemediği ve bu konuda somut kriterlerin de koyulamadığı, bünyesinde hukuka aykırı faaliyeti barındıran herhangi bir sivil toplum örgütünün pekala “suç örgütü” kapsamında ve yine “suça iştirak” bünyesinde değerlendirilmesi gereken bir topluluğun “suç örgütü” olarak değerlendirildiği, “mafya babası” değilse bile, basit yapılanmaların ve birlikteliklerin “çıkar amaçlı” adı altında ceza soruşturması ve kovuşturmalarına konu edildikleri görülmektedir.

Kanaatimizce, her suç örgütünün amacı kapsamında “çıkar elde etmek” vardır. Suç örgütünün ulvi amacı farklı olsa da, araç veya ara amaç olarak çıkar elde etmek kaçınılmazdır. Bu nedenle, “çıkar amacı” ibaresi yalnızca bir suç örgütünün çıkar amaçlı olup olmadığının tespitinde yeterli olmayacaktır. Çıkar amacı; uyuşturucu ticareti, kara para aklama, silah kaçakçılığı, gümrük kaçakçılığı, terör, insan ticareti ana suç olmak üzere birçok suçu içine alabilir ve bunları suç örgütü bünyesinde toplayabilir. Tüm bu suçlarda, çıkar amaçlı olmak ve çıkar elde etmek kaçınılmazdır. Suç örgütünün varlığını sürdürebilmesi, genişleyebilmesi, üye toplayabilmesi ve etkinliğini artırabilmesi için maddi çıkar elde etmesi gerektiği tartışmasızdır. Bu amaç; terör örgütlerinde siyasi içerik taşıyabilir, ancak terör örgütleri yaşayabilmek ve genişleyebilmek için mali güç elde etmek ister. Bu istek, terör örgütü yapılanmalarını da maddi kaynaklara ulaşabilmek için başka suçlar işlemeye yöneltir. Terör örgütü için mali güç elde etmek ara amaç olsa da, bu amaç kapsamında işlenen faaliyet suçlarını “örgütlü suç” kapsamında değerlendirmek gerekir.

Devletlerin hukuk düzenini, bireyin hak ve hürriyetlerini layıkı ile koruyamadığı ortam ve dönemlerde bireylerin suç örgütlerine başvurdukları, bu örgüt yapılanmalarından korktukları, bu sebeple örgütlerin maddi taleplerini istemeyerek ve bazı hallerde de isteyerek karşıladıkları, bu örgütlerin belirlediği keyfi kural ve sisteme uymak zorunda bırakıldıkları görülmektedir. Örgüt yapılanmasının güçlenmesi, bir anlamda suçların önlenmesi ve suçtan caydırıcılıkla doğru orantılıdır. Sorunların nedeni olarak suç örgütleri ve organize suçluluk gösterilmekte ise de, bunun bir sonuç olduğu, gerçek nedenlerin, sosyal, hukuki, iktisadi, siyasi sorunlara ve sistemdeki çürümeyi gözardı eden bir öngörüye dayalı şekilde ve dar kalıpta değerlendirilip açıklanmasının da, isabetli olmayacağı unutulmamalıdır. Çünkü “güneş balçıkla sıvanmaz”.

Görüldüğü kadarıyla, suç örgütleri ile ilgili kabul edilen tüm özel ceza, ceza yargılaması ve infaz kanunlarına rağmen, suç örgütlerinde ve karmaşık yapılanmalarında gözle görülür azalma da olamamaktadır. Bunun birkaç sebebi; yasal düzenlemeyi dayanak alan kamu otoritesinin her yapılanmayı suç örgütü olarak değerlendirmesinden, bunun yanında örgüt yapılanmalarının kişisel ve mali özlerine ulaşılamamasından, ceza infazlarının layıkı ile yapılamamasından, suç örgütünün bertaraf edilmesi anlamında personel ve mali desteğinin önünün kesilememesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, “suç örgütü” kriterlerinin somut olarak belirlenmesi, suça karışmayan örgütlenmeler ile iştirak derecesinde kalan yapılanmaların ayrılması, bu yolla “suç örgütü” adı altında gereksiz müdahalelerin önüne geçilmesi, toplumu ve kamu kudreti kullanıcısını rahatsız eden, “suç örgütü” olarak nitelendirilebilecek yapılanmaların önüne geçilebilmesi amacıyla, bunların mali ve insan gücünün zayıflatılması, kurucu ve liderleri tarafından yönetilmesinin engellenmesi, bu yapılanmaların malvarlıklarına elkoyulup müsadereye konu edilmesi ve verilen cezaların tereddütsüz infazı gerekmektedir. Suç veya terör örgütü mensupluğu iddiası ile tutuklananların serbest kalmaları, tutukluluklarının adli kontrole dönüştürülmesi, yani dışarı çıktıklarında örgütün diğer mensupları ile ve diğer örgütlerle görüşmelerinin yasaklanması, bu şarta uymadıklarında tekrar tutuklanmaları öngörülebilir. Aynı şart, yani örgütün diğer mensupları ve diğer suç örgütleri ile görüşme yasağı hükümlüler için de denetimli serbestlikle veya koşullu salıverildiklerinde tatbik edilebilir. Elbette takibi çok güç olan bir meselenin, toplum düzeni ve kamu barışı ile kişi hak ve hürriyetlerinin korunması açısından sağlayacağı faydalar dikkate alınmalı ve ilgilinin takibinin bu ehemmiyetle sürdürülmesine gayret edilmelidir.

Suç örgütü yapılanmalarının önlenmesi ve var olanlarının çözülmesinin sağlanması, terör örgütlerini bir kenara koyacak olursak, asıl hedefi nüfuz ve maddi güç elde etmek olan suç örgütlerini destekleyen kamu kudreti kullanıcılarının, yani suça karışanların ve suç örgütlerini destekleyen kamu görevlilerinin tespitini ve cezalandırılmasını da gerekli kılmaktadır. “Kamu kudreti” kavramının arkasına saklanan ve hukuk kurallarını uygulayıp takip ettiğinden bahisle hareket ettiği halde, faaliyetlerinin bir kısmında suça karışan ve suç örgütlerini destekleyen kamu görevlilerinin varlıklarına son verilmedikçe ve etkinlikleri azaltılmadıkça, çıkar amaçlı suç örgütleri sürekli ve güçlenerek kimliklerini sürdürmeye devam edeceklerdir. Elbette tüm bunlar yapılırken, gerek kanunların düzenlenmesinde ve gerekse uygulamalarında hukukun evrensel ilke ve esaslarından ayrılmamak gerektiği tartışmasızdır.

Dayanağı cebir, şiddet ve tehdit olarak görülüp, meşru güç karşısında haklı ya da haksız olup olmadığına bakılmaksızın, bir meselenin savunuculuğu hukuka aykırı yol ve yöntemlerle yapıldığında ve bu yöntemlerin kullanımı süreklilik arz ettiğinde, gayrimeşru yöntemlerin alışkanlığa dönüşüp, talepte bulunanlarca cebir, şiddet ve tehdidin her alanda dayanak alınacağı şüphesizdir. Suç örgütlerinin özellikle silahlı ve terör amaçlı olanlarında diyalog ve kardeşlik, kendi ideolojik amaç ve hedeflerinin gerçekleştiği oranda yürür. Suç örgütleri, uymak ve uyulmasını istedikleri kuralları kendileri koymaya çalışırlar, somut bir sebep olsun veya olmasın ses getirmek veya kabulü mümkün olmasa da taleplerini desteklemek amacıyla cebir, şiddet veya tehdidin ağır yöntemlerine başvurmaktan çekinmezler. Suç örgütleri, meşru güç olan devlet ve onu temsil eden hükümet ile ülkenin kurallarına itaat etmek istemezler.

Terör örgütlerinin yaşam kaynağı; kendilerine göre tespit ettikleri temel amaçları, personel ve kırsal gücü, mali yapılanmaları, süreklilik arz edecek şekilde ses getiren eylemleri olarak nitelendirilse de, örgütlerin asıl yaşam kaynağını cebir, şiddet ve tehdit oluşturur. Bu unsurlar olmadan ayakta kalıp güç kazanamazlar. Kendi güçlerini korumak için öyle taleplerde bulunabilirler ki, kontrol altında tuttuğu bölge veya yerde bulunan suç örgütüne meşru güç olan devlet tarafından müdahale edilmesinin yanlış olduğunu, eyleme girmeyen suç örgütü mensuplarının yakalanması ve suç örgütünün etkisiz hale getirilmesi için yapılan kolluk faaliyetlerinin hukuka aykırı olduğunu, insan hak ve hürriyetleri ile bağdaşmadığını söyleyebilirler. Çünkü terör örgütü, kendi kontrol alanının olmasını ve bunun yanında bir silahlı kuvvet olarak meşruiyetinin tanınmasını ister. Esasında terör örgütleri daha fazla ve suç örgütleri de mümkün olduğu kadar, tümü ile devlete veya devletin bir kısmına talip olurlar veya devletin alan boşaltarak kendilerine karışılmamasını hedeflerler.

Terör örgütleri kendilerini, ideolojik amaçları doğrultusunda ezilenlerin savunucusu olarak meşru güç olan devlete karşı koyan özgürlük savaşçılarının oluşturduğu yapılanmalar olarak görürler. Bu durumda, kamu kudreti kullanıcısı olan devlet, terör örgütünün ve mensuplarının bulunduğu, barındığı ve kontrol etmek istediği alanlardan çekilmek zorunda bırakılır. Çünkü terör örgütü, devlet içinde devlet olmaya çalışır. Örgüt; özel muamele görmek, üye, taraftar ve sempatizan kazanmak ister ve bu yolda güç kullanıp, insanların can ve mal güvenliklerini tehdit etmekten de kaçınmaz. Bu bir anlamda, meşru hukuk düzenine rağmen cebir, şiddet ve tehdit kullanmak suretiyle özerk bir yapı veya ayrıcalık kazanmaya çalışan suç örgütünün etkinlik kazanması demektir.

İçte egemenliği temsil eden ve millet adına kamu kudretini kullanan devlet, suç organizasyonları ve suç işleyenlerle, ancak bunların faaliyetlerini önleyip suç yapılanmalarına son verdikten sonra uslandırıcı ve pişmanlığı ödüllendirici çerçevede görüşmeler yapabilir ki, bu görüşmelerde otorite meşru gücün elindedir. Elbette suç örgütleri ile ilgili sorunun çözülmesi, kamu düzen ve barışının sağlanması, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla Ceza Hukuku dışında tedbir ve yöntemler geliştirilip kullanılmalıdır. Ancak bunların hiçbirisi; Ceza Hukuku, Ceza Muhakemesi Hukuku ve Ceza İnfaz Hukuku vasıtalarından ve öncesinde önleyici kolluk hizmetinin gereklerini yerine getirmekten kısmen dahi olsa vazgeçileceği anlamına gelmemelidir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)