Bir suçlama ile karşı karşıya kalan şüpheliye ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi sırasında Ceza Muhakemesi Kanunu m.147’de öngörülen hakları bildirir. Aynı usul, sanığın sorguya çekilmesinde de uygulanır. 

Aksi halde; ifade ve sorgunun tarzı hukuka aykırı olacağından, elde edilen beyanlar ve bu yolla toplanan deliller hukuka aykırı kabul edilir.

Kimin şüpheli, kimin sanık sayılacağı CMK m.2’de tanımlanmıştır. Buna göre; soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişiye “şüpheli” ve kovuşturmanın başlanmasında hükmün kesinleşmesine kadar suç şüphesi altında bulunan kişiye de “sanık” adı verilir. Bu sıfatı taşıyan kişilerin; CMK m.147 ve 148’de öngörülen şekilde ifadelerin alınıp sorgularının yapılmaması, yani aydınlatılmadan, talepleri halinde veya zorunluluk olduğunda avukatları bulunmadan beyanları alındığında, bu beyanlar ikrar içerse ve bu beyanlardan hareketle suçla ilgili delillerle ulaşılsa bile, bu deliller hukuka aykırı sayılacağından yargılamada kullanılmaz.

Uygulamada, “şüpheli” sıfatı taşıması gereken kişilerin “bilgi sahibi” veya “tanık” olarak dinlendikleri, bu sıfatı taşıyan kişilere haklarının bildirilmesine ve aydınlatılmalarına dair yasal bir zorunluluk olmadığından hareketle yukarıda açıkladığımız şekilde hak bildiriminde bulunulmadığı bir gerçektir. Bundan başka, soruşturmaya konu eylemle ilgili görgü ve bilgisi olan kişi “tanık” veya bilgi ve görgüsü olmasa da suça konu eylem veya fail ile ilgisi bulunduğu düşünülen kişinin “bilgi sahibi” veya “bilgisine başvurulan” sıfatı ile dinlendiğini ve beyanlarının kayda alınıp soruşturma dosyasına koyulduğunu ifade etmek isteriz.

Sorun;  bu kişilerin beyanları alındıktan sonra “şüpheli” sıfatı ile çağrılmaları halinde, CMK m.147 ve 148 kapsamında nasıl davranılacağından kaynaklanabilir. Çünkü “tanık” veya “bilgi sahibi” sıfatı altında soruşturma aşamasında dinlenen, kendisinin veya bir yakınını suçlayan beyanda bulunan kişi; bundan birkaç gün sonra bu defa “şüpheli” olarak ifadesi alındığı veya sorguya çekildiği sırada CMK m.147 ve 148’de öngörülen haklara sahip olacağından, kendisine hakları bildirilecek ve yasak usuller tatbik edilmeyecektir. Gerçi CMK m.148’de şüpheli ve sanık yönünden belirtilen yasak usuller tanık veya bilgi sahibi kişiyi de kapsar.

Bu noktada ciddi bir mesele ortaya çıkacaktır; şöyle ki, daha önce tanık veya bilgi sahibi olarak dinlenen kişiye, o sırada henüz şüpheli şartı gerçekleşmediğinden veya gerçekleşse bile sırf beyanını alabilmek için şüpheli sayılmadığından, hakları bildirilmemiş veya bildirilmesi engellenmiş, daha sonra şüpheli olarak beyanı sorulduğunda ise, bildirilen hakları arasında ilk verdiği beyanın ve beyanda geçen sözlerin kendisini bağlamayacağı, o sırada hakları bildirilmediğinden, kendisi veya yakınları aleyhinde bulunduğu beyanların “yok” sayılacağı hatırlatılmamış olduğunda, “şüpheli” sıfatı ile alınan beyanı ile “tanık” veya “bilgi sahibi” olarak verdiği ilk beyanı geçerli olacak mı?

Kişinin “tanık” veya “bilgi sahibi” sıfatı ile alınan beyanlarında bir an için kendisini örtülü veya açık suçladığı, suç ikrarında bulunduğu veya bir yakınını suç işlemekle itham ettiği durumda, bu defa “şüpheli” olarak alınan beyanı öncesinde bildirilen hakları nitelikli aydınlatma yapılmamışsa, yani ilk beyanın kendisini bağlamadığı ve yok hükmünde olduğu bildirilmemişse, bu beyanlar şüpheliyi bağlar mı, bunlar ve bunlar vasıtasıyla elde edilen deliller yargılamada aleyhine kullanılır mı? Kanaatimizce kullanılamaz.

Savcı veya kolluğun o an “şüpheli” sıfatını taşıdığını bilerek veya bilmeyerek “tanık” veya “bilgisine başvurulan” olarak ifadesini aldığı kişinin sonradan “şüpheli” sıfatı ile soruşturmaya dahil edilmesi halinde, bu kişinin beyanı alınmadan önce mutlaka CMK m.147’de yer alan bilgilerle aydınlatılmanın yanında genişletilmiş, yani nitelikli hak aydınlatılmasının da yapılması, şüpheliye bu sıfatı taşımadığı sırada verdiği ifadenin kendisini ve Kanunda gösterilen yakınlarını suçlayıcı yönlerinin bağlayıcı olmadığı, “yok” olarak kabul edildiği, ilk defa ifadesi alınan gibi hareket etmesi gerektiği bildirilmelidir. Aksi halde, ilk ifadesinin baskısı altında kalan, nasıl olsa suçu kabul ettiğini, bu saatten sonra ifade değiştirmesinin kendisini kurtarmayacağı gibi, aksine hukuki durumunu kötüleştireceğini düşünen şüpheli ilk ifadesi tekrarlayabilecek ve ilk ifadesinin dışına çıkmanın kendisine zarar verebileceğine inanarak hareket edebilecektir.

Bu nedenle, daha önce “şüpheli” sıfatı dışında ifadesi alınan kişinin beyanlarının kendisini bağlamayacağı bildirilmelidir. Buna, şüpheliyi nitelikli aydınlatma yükümlülüğü denir. Aksi davranış, yasak ifade alma ve sorgu metodu sayılmalı, bir anlamda şüphelinin ve sanığın iradesinin fesada uğratılması, yani aldatma ve baskı sayılmalıdır. Şüpheliyi nitelikli aydınlatma yükümlülüğü yerine getirilerek, şüphelinin haklarını koruyan yeterli usul güvencelerin tatbiki suretiyle hukuka aykırılık bertaraf edilebilecektir. Bu yükümlülüğün uygulanmadığı durumda ise, şüpheliden elde edilen ilk ve ikinci beyanlar bağlayıcı olmayacak, yargılamada şüpheli ve sanığın aleyhine kullanılamayacaktır. Bu halde sanığın aleyhine, “tanık” veya “bilgisine başvurulan” sıfatı ile alınan ifadesi ve bu ifadesinden hareketle “şüpheli”  sıfatı ile alınan beyanı ve bu beyandan elde edilen deliller dışında suçlamayı kanıtlayan somut delil yoksa, hukuka aykırı beyanlarını ve bu beyanlardan elde edilen delillere dayanmak suretiyle sanık mahkum edilemez.

Uygulamada; tanık veya bilgisine başvurulan olarak ifadesi alınan kişiye bu ifadesinin ileride aleyhine delil olarak kullanılabileceği hatırlatılmadığına göre, bu kişinin “şüpheli” veya “sanık” sayıldığı durumda ilk ifadesi aleyhine delil olarak kullanılamaz. Bu kişinin ilk ve ikinci beyanlarının aleyhine delil olarak kullanılabilmesi için, ikinci beyan öncesinde ifade alan kolluk veya savcı ve sorguya çeken hakim tarafından bu kişiye karşı nitelikli aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmesi gerekir.


Kaynak: haber7.com