Anayasa m.148/3’e göre; herkes, Anayasada güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerinden, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi kapsamına giren herhangi birisinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilir. Bu başvuru için ön şartlar, olağan kanun yollarının tüketilmesi ve kesinleşen kararın ilgiliye tefhim veya tebliğinden itibaren 30 gün içinde başvurunun yapılmasıdır.

Bir suç işlendiği iddiasıyla yapılan şikayet üzerine soruşturma başlatan cumhuriyet savcısı, yeterli şüpheye ulaşmadığından bahisle, eski adı ile takipsizlik ve yeni adı ile de kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilebilir. Şikayetçinin bu karara itiraz etme hakkı vardır. Sulh ceza hakimliğine yapılan şikayetten sonuç alamayan şikayetçi, red kararını öğrenmesinden itibaren 30 gün içinde Anayasa m.2 ve 36 ile güvence altına alınan hak arama hürriyeti ve bu kapsamda değerlendirilen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 13. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilir.

Ancak kamuoyuna, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü’nün 12.03.2015 gün ve 2014/11720 başvuru numaralı kararı, takipsizlik kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulamayacağı şeklinde aktarıldı ki, hem başvuru içeriği takipsiz kararı ile ilgili değildi ve hem de Anayasa Mahkemesi takipsizlik kararına karşı bireysel başvuru hakkının kullanılamayacağına dair bir karar vermedi.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi bugüne kadar etkin soruşturma yapılmadığından, kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmediğinden veya soruşturmaların üstünün kapatıldığı gerekçesiyle hak ihlalinde bulunduğunu kabul ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni birçok defa mahkum etti.

Yüksek Mahkeme, ilgili Başsavcılığın yapılan şikayete bağlı soruşturmayı hukuka aykırı olarak işlemden kaldırma kararı vermesi nedeniyle Anayasa m.36’da yer alan dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia eden başvuruyu incelemiş ve reddetmiştir.

Başvuru, Ceza Muhakemesi Kanunu m.172 kapsamında verilen bir kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla ilgili değildir. Başvurunun konusu, soruşturma izni verilmeyen kamu görevlileri ile ilgili dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğini kapsamaktadır.

Özetle Yüksek Mahkeme, dürüst yargılanma hakkının şüpheli veya sanıkla ilgili olduğunu ve Türk Hukuku’nun, ceza davasında özel hukuka bağlı hak talep etmeyi mümkün kılmadığı, bundan başka ceza davasında verilecek kararın hukuk davası açısından etkili veya bağlayıcı olmadığı gerekçelerinden hareketle, soruşturma izni verilmediği için hakkında soruşturma yapılamayan kişilerle ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği dosyanın işlemden kaldırılması kararında, dürüst yargılanma hakkı yönünden inceleme yapılamayacağı, ortada konu bakımından yetkisizlik olduğu, çünkü dürüst yargılanma hakkının bir ceza şikayetinde şikayetçinin ve hatta ceza davasında müdahilin haklarını kapsamayacağı, bu hakkın sınırlarının İHAS m.6 ve 12.02.2004 tarihli Perez – Fransa kararı ile sınırlarının çizildiği sonucuna varmıştır.

Yüksek Mahkemenin dürüst yargılanma hakkı bakımından konuyu dar incelediği, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun m.234 ve 237’de öngörülen şikayetçi ve katılanın haklarını dürüst yargılanma hakkı kapsamında görmediği, İHAS m.6/1’de geçen “medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar veya ceza alanında kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda”, ibaresini yalnızca bir özel hukuk davasının davalısı veya davacısı olanlar veya bir soruşturmada şüpheli veya kovuşturmada sanık olanlar için kabul ettiği görülmektedir. Yüksek Mahkemeye göre, üçüncü kişinin eylemi sebebiyle medeni hakkına müdahalede bulunulduğundan bahisle bu zararın giderilmesini isteyen başvurucunun, hukuk mahkemelerinde dava açma hakkı olup, dürüst yargılanma hakkı ihlal edildiğinden bahisle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunma hakkına sahip değildir.

Yüksek Mahkeme; başvurucunun veya gerçek kişi temsilcisinin, davacı veya davalı sıfatıyla taraf olduğu bir özel hukuk davasından veya şüpheli veya sanık olarak yer aldığı bir ceza yargılamasından dolayı hak ihlali iddiasında bulunmadığını, başvurucunun sıfatının sadece Cumhuriyet Başsavcılığına “şikayet eden” olduğunu, bu sebeple de başvurunun dürüst yargılanma hakkının ihlali kapsamında incelenemeyeceğini, sonuçta işin esasına girmeyip başvuruyu “konu bakımından yetkisizlik” gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur.

Bu karar, takipsizlik kararına (kovuşturmaya yer olmadığına dair karara) karşı sulh ceza hakimliğine yapılan itirazın reddi kararının şikayetçiye tebliğinden itibaren başlayacak 30 günde etkili başvuru hakkı ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakkını engellemez. Bir başka ifadeyle Yüksek Mahkemenin yukarıda özetine yer verdiğimiz kararı, yalnızca dürüst yargılanma hakkı ile sınırlı bir incelemeyi ve “konu bakımından yetkisizlik” gerekçesiyle reddi kapsamaktadır.

Bu ret doğru mudur? 

Anayasa m.36 ve özellikle İHAS m.6/1’i dar inceleyip şikayetçi ve katılanın bu maddeler kapsamına girmediği kabul edildiğinde, Yüksek Mahkemenin red kararı isabetli gözükmektedir. Ancak dürüst yargılanma hakkının yalnızca bir özel hukuk davasının davacı ile davalıları ile ceza yargılamasının şüpheli veya sanığı dışında kalan, örneğin bir disiplin yargılamasında yargılanan kişiyi veya Yüksek Mahkemenin kararına konu olduğu gibi bir ceza yargılamasının şikayetçi veya katılanını kapsadığı fikri kabul edildiğinde, yukarıda özetine yer verdiğimiz red kararını benimsemek mümkün olmayacaktır.

Bilindiği üzere Yüksek Mahkeme, her ne kadar hak ihlaline konu eylemin hukuki nitelendirmesi, yani başvurucunun hangi hakkını ihlal ettiği hususunda isimlendirme ile bağlı olmasa da, başvurucunun gösterdiği eylem ve sebeple bağlıdır. Yüksek Mahkeme, başvurucunun dilekçesinde yer almayan eylem ve sebeplerden dolayı değerlendirme yapıp karar veremez. Bununla birlikte Yüksek Mahkeme, önüne gelen başvuruda nitelendirmenin örneğin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile değil de dürüst yargılanma hakkı ile ilgili olduğuna karar verip inceleme yapabilir.

Somut olayda başvurucu, “Etkili başvuru hakkı” başlıklı İHAS m.13’ün ve bu hakkı başlığı ve içeriği ile koruma altına alan Anayasa m.36’nın ihlal edildiğini iddia etmemiştir. Başvurucu başvurusunda, yalnızca dürüst yargılanma hakkını güvence altına alan Anayasa m.36 ve “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı Anayasa m.40’ın ihlal edildiğini iddia etmiş, fakat etkili başvuru hakkının ihlal edildiğinden bahsetmemiştir. Oysa İHAS m.13’e göre, “Bu Sözleşmede tanınan hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, sözkonusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilse bile ulusal bir makam önünde etkili yola başvurma hakkına sahiptir”.

Somut olayda başvurucu, kamu görevlisi sayılan sorumlular hakkında Savcılık Makamına yaptığı şikayete rağmen 4483 sayılı Kanun kapsamında soruşturma izni verilmediğini, bu nedenle Savcılık Makamının etkin bir soruşturma yapıp kovuşturma yolunu açmak yerine soruşturmanın üstünü örtmek zorunda bırakıldığını, şikayetine konu dosyanın işlemden kaldırıldığını, etkili başvuru hakkı ve hak arama hürriyetinin kısıtlandığını, hatta bu sebeple “hukuk devleti” ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmek suretiyle Yüksek Mahkemeye başvurmalı idi. Esasında somut olayda başvurucu, etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini zımni de olsa ileri sürmektedir. Ancak Anayasa Mahkemesi, başvuruda öne sürülen iddiaları bu yönü ile incelemekten imtina etmiştir.

Yeri gelmişken bir konuya değinmek isteriz; başvurucu başvurusunda, “şikayetlerin Cumhuriyet Savcısınca doğrudan soruşturulmasını belirterek, Anayasanın 36 ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş” ibaresine yer vererek, bizce İHAS m.13’e benzer Anayasa m.40’dan da söz etmek suretiyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Konuya bu açıdan bakıldığında, Yüksek Mahkemenin red kararı doğru gözükmemektedir.

“Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı Anayasa m.40/1’e göre,Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir”.Hükmün gerekçesinde, “Bu madde ile temel hak ve hürriyetlerin korunmasında diğer bir madde öngörülmüştür. Temel hak ve hürriyeti ihlal olunan kişi, yetkili makama başvurma hakkına sahiptir;  bu ihlalin resmi görevliler tarafından görevlerinin ifası sırasında yapılması görevli için bir mazeret sebebi teşkil etmez”.

İHAS m.13 ile Anayasa m.40/1 ve gerekçesini karşılaştırdığımızda yegane fark, İHAS m.13’de “etkili bir yola başvurma hakkı” ibaresine açıkça yer verilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa her iki hüküm içeriği itibariyle benzer olup, Yüksek Mahkeme tarafından yapılan incelemede pekala başvuruda yer alan Anayasa m.40 delaletiyle etkili başvuru hakkının ihlal edilip edilmediği incelenebilirdi. Bu bir düşüncedir ve savunulabilir yönleri de bulunmaktadır.

Son söz; belirtmeliyiz ki, bir hukuk devletinde hukuk ve yargı karşısında kimsenin imtiyazı ve dokunulmazlığı olamaz; olursa veya keyfi olursa veya hukukilik denetimi geciktirilirse veya etkisizleştirilirse, bu durumda “hukuk devleti” ilkesinin, hak arama hürriyeti ile “eşitlik” ilkesinin özünün korunduğu söylenemez. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi, İHAS m.13 ve zımni de olsa Anayasa m.36 ile Anayasa m.40/1’de korunduğu anlaşılan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri süren bireyin başvurusunu esastan incelemelidir.

En son söz; takipsizlik kararlarına karşı yapılan itirazların reddi veya yargı denetimi ayrıcalığına sahip kamu görevlileri ile ilgili soruşturma ve kovuşturma izninin verilmeyip dosyanın işlemden kaldırılması sebebiyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini, hak arama hürriyeti ve hukukilik denetiminin kısıtlandığını ve dolayısıyla “hukuk devleti” ilkesinin özünün zedelendiğini iddia eden herkes, Anayasa Mahkemesi’ne ve ardından İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvurabilir.

Yazımıza konu kararda ise, başvurucunun Anayasa m.40’da korunan hakkının ihlal edildiği iddiası karşısında, başvuruyu yalnızca Anayasa m.36/1’le sınırlayıp inceleyen Yüksek Mahkemenin gerekçe ve karar sonucuna katılmadığımızı, incelemenin etkili başvuru hakkının ihlal edilip edilmediği yönü ile yapılması gerektiğini, bu hakkın İHAS m.13, Anayasa m.36 ve m.40/1’de güvence altına alındığını, dokunulmazlık zırhı ile korunan kamu görevlilerinin hukukilik denetiminin etkisiz soruşturma yöntemleri ile engellenemeyeceğini, bu sebeple Yüksek Mahkemede somut olayda işin esasına girip bireyin etkili başvuru hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edilip edilmediğini incelemesi gerektiğini, kararda geçen “konu bakımından yetkisizlik” gerekçesine dayanan kabul edilemezlik kararına katılmadığımızı ifade etmek isteriz. 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)