Saygın şeyler, yerinde ve zamanında kullanılırsa güzelliğini korur. Gelişigüzel, çok sık ve niteliğine uygun olmayan yerlerde kullanılması halinde saygınlığı ve güzelliği zarar görür. Bu bakımdan yer seçimi çok önemlidir. Bu yer seçiminin bir deha ölçeğinde kullanıldığı bir sanat eserine aşağıda yer vereceğiz. Ancak daha önce uygun olarak kullanılmadığı yerlere birer örnek vermek istiyoruz.
        
HATALI ÖRNEKLER
        
Geçenlerde basında da yer aldığı üzere; tarihi Rumeli Hisarı’nda bulunan antik tiyatro sahnesinin ortasına bir mescit yapıldı.
        
Tiyatro sahnesinde bir mescit ve cami !
        
Ankara’nın tarihi mekanlarından Opera Meydanında İller Bankasının binası sökülerek yerine kocaman bir cami yapıldı.
        
Opera Meydanında Cami !

Yüz metre ilerisinde tarihi ve muhteşem Hacı Bayram Camii, Zincirli Cami, Kurşunlu Cami var.
        
Ankara Atatürk Orman Çiftliği olarak anılan yerde, Başbakanlık binası olarak başlayan ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi (!) olarak adlandırılan yerin girişine kocaman bir cami yapıldı.

Her akşam projektörlerle aydınlatılıyor.
        
İstanbul’un tarihi taksim Meydanı, tarihi Atatürk Anıtı çevresi ve Gezi Parkı allak bullak edilerek bir cami yapılmak üzere.
        
Biraz ilerisinde muhteşem Sultan Ahmet Camisi var.
        
YER SEÇİMİNDEKİ DEHA
        
Cami gibi kutsal mekanların yeri ve konumu iyi seçilmelidir.
        
Tarihimiz; bu yer seçimine dünya çapında bir dehanın gizlendiği muhteşem eserler ile doludur.
        
Tarihimize ve insanlığa değer kazandıran, sıradan yapılar değil, bu gibi eserlerdir:

Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine, Mimar Sinan; Üsküdar’da bir cami yapımına başlar. Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan adına yapılan caminin inşaatı 1540 yılında başlar ve 1548 yılında muhteşem bir eser meydana getirilir.

Aradan tam 14 yıl geçtikten sonra 1562 yılında Mimar Sinan’dan ikinci bir cami ve külliye yapması istenir. Mimar Sinan; gene Mihrimah Sultan adını taşıyan bu ikinci eserin yapılacağı yer olarak bu kez Edirnekapı’yı seçer.

Mimar Sinan; Edirnekapı surlarının yanında, pek kimsenin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birinde, ikinci bir eser yapmaya koyulur.

Ancak bu yerin seçimi, gelişi güzel yapılan bir yer tayini değildir. Yeni cami ve külliye yapılacak bu yerin seçimi; ilmin ve fennin, sanatla kucaklaşmasına yol açacak, dünyada en büyük örneklerden birini oluşturacak gerçek bir dehanın eseridir. Bu yer seçimine büyük bir sır gizlenmiştir.

GÖKYÜZÜNDE DANS

Yeni yapılan Cami oldukça küçüktür ancak minaresi otuz sekiz metredir. Bir adet incecik kubbesi üzerinde bulunan 161 pencere, caminin iç güzelliğini aydınlatır. İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler güneş ışığında adeta yanar ve pırıltılar saçar. İçerisini ve etrafını bir ışık cennetine çevirir.

Bu iki Cami ve külliyelere adını veren ve onun adına inşa edilen Sultan Mihrimah’ın adı, Farsça’da; “Mihr,Mehr-Güneş” ve “Mah-Ay” yani “Güneş ve Ay” anlamına gelmektedir.

Yılın bazı günlerinde; her iki Cami’nin de göründüğü hakim bir tepeden; Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camisine ve Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camisine baktığınız zaman göreceğiniz manzaranın tarifi mümkün değildir:

Her iki caminin yeri, minare ve kubbesi o şekilde hesaplanmıştır ki; Edirnekapı Camisinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı bir güneş batarken, Üsküdar’da ki Caminin ardından ay doğmaktadır.

Ay ve güneş yani “Mihrimah” aynı anda gökyüzünde beraberce ve aynı isimli iki caminin üzerinde süzülmektedirler.

Bu emsalsiz görüntünün en net olarak izlenebileceği tarihlerden biri olarak verilen ve gece ile gündüzün eşit olduğu 21 Mart tarihi, aynı zamanda Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür.

Bu durum; yeryüzünde örneği az görülen bir matematik, mimari ve sanat dehasının sonucudur.

Laf olsun veya reklam olsun diye yapılan inşaatların dışında kalıcı ve kullanım amacına uygun muhteşem bir yapımdır.