Eski hukuktan bu yana mevcut olan Sır Saklama Yükümlülüğü, toplumumuzda en az bilinen, üzerine düşülmeyen ve çokça ihlal edilen bir durum olarak karşımıza çıkıyor. İki komşunun birbiri ile yaptığı basit bir dedikodu muhabbeti gibi, belli meslek gruplarına bir yükümlülük yükleyen ‘Sır Saklama Yükümlülüğü’ nerede ise dikkate alınmıyor. Örneğin hekim- hasta ilişkisinde oldukça önem kazanan hastaya ilişkin sırlar hekim ve diğer sağlık çalışanları tarafından ihlal ediliyor ancak dava ya da şikayet mevzuu yapılmıyor.
   
Türk Ceza Kanunu meslek dolayısı ile öğrenilen sırrın açıklanmasını belli meslek gruplarına özgülemiş ve tıp ceza hukuku içerisinde de hekimler, eczacılar, diş hekimleri, veterinerler, tıp öğrencileri, stajyerler de dahil tüm sağlık çalışanları sır saklama yükümlülüğünün kapsamına alınmıştır.
   
Metinlere baktığımızda 1981 tarihli Lizbon Bildirgesinde, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (97)5 sayılı tavsiye kararının 3. Maddesinde, Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinde, Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği kurallarında hekimin sır saklama yükümlülüğüne ilişkin düzenlemelere rastlamaktayız.
   
Hastanın sırrı kişisel veri kapsamında değerlendirildiğinden, kişisel verilerin de hukuka aykırı olarak paylaşılması TCK’nın 136. Maddesi kapsamında suç olarak düzenlenmiştir. Maddede,
   
‘Kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’
   
Sır olarak kabul edilecek bilgilerin değerlendirilmesinde hastaya göre hareket edilecek olup, her hastada sırrın niteliği ayrıca tartışılması gerekecektir. A’ya göre sır niteliği taşıyan bir bilgi B için sır olmayabilir, burada objektif bir kriterden söz edilemeyecektir.
   
Daha çok evlilik dışı ilişkilerde kürtaj durumlarında, kadın bu sırrın hekim ve diğer sağlık çalışanları tarafından saklanmasını talep etmekte ancak çoğu zaman telefon yolu ile hastaya ilişkin bilgiler yakınlarına ya da yakını olduğunu söyleyen kişiye aktarılmaktadır. Türk toplumunda böyle bir bilginin bir kadın açısından sır olacağı açıktır ve aynı zamanda da sırrın açıklanması toplumun sağlığını da etkileyecektir.
   
Burada en çok kafa karıştıran mevzuu, hastaya ilişkin sırrın suç teşkil etmesi durumunda, sırrın açıklanması hekim tarafından TCK’nın 136. Maddesindeki suçu işlediğini gösterir mi? Ya da sırrın yetkili makamlara iletilmemesi durumunda hekimin başkaca bir suçu işlediğinden bahsedilecek midir? TCK’nın 278., 279. Ve 280. Maddelerinde hekime suç niteliği taşıyan sırları bildirim yükümlülüğü getirmiştir. Hatta maddede bildirilmeyen sır dolayısı ile hekimin,  bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı düzenlemesi yapılmıştır. Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesinin de ayrı bir maddede düzenlendiğini ve konuya verilen önemin de büyük olduğunu maddenin içeriğinden anlıyoruz.
   
TCK 280. Maddesi düzenlemesinde hekimin ya da diğer sağlık mesleği mensuplarının tanıklıktan çekinebileceği durumlarda ceza verilmeyeceğine dair bir fıkraya rastlanmamaktadır. Yani buradan anlaşılan hekim ve diğer sağlık çalışanları görevi gereği öğrendiği sırrın suç teşkil etmesi ve bildirimde bulunmaması durumunda TCK’nın 280. maddesi uygulama alanı bulacaktır.
   
Biliyoruz ki hukuk devletinde ceza adalet sistemi içerisinde iki husus çok önemli olup bunlar ‘Hukuk güvenliği ve maddi gerçektir.’ Her özgürlük alanında olduğu gibi sır saklama ve kişisel verilerin de korunmasının sınırsız olmadığını görüyoruz. Her ne kadar maddi gerçeğin istisnalarından biri olarak tanıklıktan çekinme hakkı karşımıza çıksa da tanıklıktan çekinmenin istisnası da suçu bildirmeme olarak ‘sınırlamanın sınırı’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanaatimce Alman Hukuku uygulaması daha mantıklı gelmekte zira, sağlık mensuplarına yüklenen bildirim yükümlülüğü, bizi,  hastaya ilişkin tüm verilerin bildirilmesi tehlikesi ile yüzyüze bırakacaktır ki hukuk güvenliğinin alaşağı olacağı aşikardır. Suç halen işlenmeye devam ediyorsa ve bildirim suçun işlenmesini ortadan kaldıracaksa belki bir yükümlülük getirilebilir. Kaldı ki hekimin ve diğer sağlık çalışanlarının bu hususta takdir hakkının ellerinden alınmasını ve yükümlülük olarak yapılan düzenlemeyi de yerinde bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Bu konuda ayrıca ve açıkça bir düzenleme yapılması ve çerçevesinin çok iyi çizilmesi yerinde olacaktır.
(Prof. Dr. Jur. Dr. h.c. Hakan Hakeri Tıp Hukuku kitabı kaynak alınmıştır.)


Bu köşe yazısı, sayın Av. Sabire Sanem YILMAZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için gönderilmiştir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.