Devleti; düzen, disiplin, güven, güvence ve güvenliği sağlayan, kamu hizmetlerinin doğru dürüst bir şekilde vatandaşlara sunan, kamu kudretini “hukuk devleti” ilkesi çerçevesinde kullanan, adalet, kolluk, sağlık ve özellikle de geleceğimiz olan çocuklarımıza eğitim ve öğretim hizmetlerini en iyi seviyede, kaliteli, düzgün ve dürüst bir şekilde veren, bireyin temel, siyasi, sosyal hak ve hürriyetlerini gözeten, toplumsal mutabakatla kurulup hareket eden tarafsız kamu tüzel kişiliği olarak tanımlayabiliriz.
 
“Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı Anayasa m.42’ye göre;
 
“Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
 
Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.
 
Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
 
Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.
 
İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.
 
Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir.
 
Devlet, maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.
 
Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez.
 
Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır”.
 
Sosyal haklar arasında yer alan eğitim ve öğrenim hakkından faydalanma, ancak Devlet tarafından kamu hizmetinin sunulması ile mümkündür. Devlet; bu konuda kendisine yüklenen görevleri, eğitim ve öğrenim hakkının önceliğini de dikkate alarak, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirmekle yükümlüdür.
 
Maalesef eğitim ve öğrenimde işler iyi gitmedi; Ülkemizde gerek okullar, müfredat, ders düzeni ve gerekse okulların giriş sınavlarında istikrarlı bir sisteme geçilemedi. Şimdi de kısa adı “TEOG” olan Temel Eğitimden Orta Öğrenime Geçiş sistemi ile öngörülen iki sınavda yaşanan sorunlar, belirsizlikler çocukları ve velileri çileden çıkarmaktadır.
 
Eğitim ve öğrenim sadece hak değil bir ödevdir; Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği olan çocukların en iyi şekilde yetişmesi, hem Devlet ve hem de yetişkin vatandaşlar için bir ödev olarak tanımlanmıştır. İlk ve orta öğrenim ayrı düzenlenmiş, yüksek öğrenimin işleyişi Yüksek Öğretim Kurumu’na, ilk ve orta öğrenim ise Milli Eğitim Bakanlığı’na bırakılmıştır. Böylece; tevhid-i tedrisatın, yani eğitim ve öğrenim birliğinin sağlanması hedeflenmiştir ki, bu husus bir millet olma kimliğine, üniter yapıya ve ulus devlet ruhuna da uygundur. Devlet; eğitimin ilkokulda, öğrenimin orta dereceli okullarda ve yüksek öğrenimin üniversitelerde verilmesini sağlayıp gözetir. Ancak gelinen noktada; Türkiye Cumhuriyeti’nde toplam ilkokul, ortaokul, lise veya ilköğretim, orta öğrenim süreleri, hazırlık sınıfları, zorunlu eğitim ve öğrenim süresi ve bunun şekli ile sınav sistemleri karmaşık ve istikrardan uzak bir hale gelmiştir. Bu konuda yaşanan karmaşaya son verilmesinin vaktinin çoktan geldiği tartışmasızdır.
 
Bir taraftan yüklü miktarda para harcanıp çocuklar okula gönderiliyor, buna ek olarak özel dersler aldırılıyor, 12 veya 13 yaşında çocuklar ile aileleri sınav stresi altında bunalıyor; diğer taraftan sınav sonuçlarının açıklanması ile yeni bir bilinmezliğin, belirsizliğin ve kararsızlığın önü açılıyor. Bunun kabulü mümkün değildir, çünkü Devletin işleyişinde güven ve öngörülebilirlik esastır. Herkes görevini, ödevini, sorumluluklarını yerine getirir, borçlarını öder, aynı zamanda haklarını kullanır ve talepte bulunur.
 
2003 doğumlu bir öğrenci; en az iki yıl bu sınav için çalışacak, ailesi birçok fedakarlıkta bulunacak, iki sınava girecek, sınav sonuçlarında makul veya yüksek başarıyı elde edecek, parasız olarak girebileceği Devlet okulları ve ailesinin üstüne yüksek paralar ödeyeceği özel okullardan hangisine gireceğini bilemeyecek, bu konuda birçok karmaşıklığı ve ağır heyecanı henüz 13 veya 14 yaşının fiziksel ve ruhsal hali ile yaşayacak. Bunun mantıklı bir izahı olamaz. Bilinmezliklerle boğuşan aileler; önkayıt, yedek liste, asıl kayıt, bu sırada ödenen peşin paraların yanma ihtimali ile koşuşturmanın ve gereksiz enerji harcamanın kurbanı olacaklar.
 
Sınav sonuçları sonrasında tercih edilecek ve kayıt olunacak okullar konusunda kimsenin net bilgi veremediği, veliler tarafından deneme ve yanılma yöntemlerinin kullanıldığı görülmektedir. Yine veliler; çaresiz ve oradan oraya koşturup, uzman gördükleri kişilerden bilgi almaya gayret etmektedirler. Böyle mi olmalı? Hayır. Devletin bu işe el atma ve mantıklı bir düzenleme yapma vakti gelmiştir ki, Anayasa m.42 gereğince bu iş Devlet için bir ödevdir. Bakıldığında; herkes ister istemez internet ve TEOG uzmanı olmuş, aileler danışma merkezi veya danışmanlar arasında koşuşturup duruyor, yaşanan manevi sıkıntıların yanına, işin maddi boyutu da ekleniyor. Devlet, geleceğimiz olan çocuklara daha 13’lü yaşlarda bu karmaşayı yaşatmamalı, “alışırlar”, “zorluğu öğrensinler” tarzı yaklaşımlar gayri ciddidir, esas olan da güven ve güvencedir.
 
Esas olan; eğitim ve öğrenimin parasız, eşit ve her çocuğa iyi yetişebilmesi için doğru dürüst sunulabilmesidir. Peki ilk ve orta öğrenimde işler doğru mu yürüyor? Bizce hayır. Milli Eğitim Bakanlığı; şapkasını önüne koymalı, bu işe el atmalı, çocukların ve ailelerin hayatlarının zorlaştırmayı değil, öngörülebilir, güvenilir, bilinir, istikrarlı, Anayasa m.42’de öngörülen ilke ve esaslar çerçevesinde bir eğitim ve öğrenim sistemine geçişi sağlamalı, bu noktada da siyasi mülahazaları ve istekleri bir kenara koymalıdır ki, kamu kudretini kullanan ve toplumsal mutabakata bağlı olarak kişi hak ve hürriyetlerini gözeten Devletten, eğitim ve öğrenim gibi Ülke geleceğini ilgilendiren bir konuda beklenen politika budur.
 
Son söz; Devlet, vatandaşları bilinmezliklere değil, bilinir, öngörülebilir ve güvenilir yaşam şartlarına kavuşturma konusunda elinde gelen tüm gayreti göstermekle yükümlüdür.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)