Terör, sebebi ne olursa olsun, bir insanlık utancı ve ayıbıdır. Çünkü terör silahların egemen olduğu bir dünyayı arzular; silahla, korkutmayla, meşru ya da meşru olmayan gerekçelerle fakat meşru olmayan yollarla masum insanların üzerinde hakimiyet kurmak ister. Terör, beyaz bir kağıdın üzerini siyaha boyamak peşindedir, güzel sözler için yer kalmasına engel olmak ister. Terör, çiçekleri ve tüm güzellikleri yakıp geçen bir ateştir, söndürülmezse elbette kendini de yakacaktır.
 
Peki terör hukuksal olarak neyi ifade etmektedir?
 
Terör, Latince "terrere'' sözcüğünden türemiştir. Anlam olarak ise korku salmak, dehşete düşürmek yıldırmak  olarak tercüme edilmektedir.
 
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na göre ise terör; “Baskı, cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasada belirtilen Cumhuriyetin temel niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti için bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak ve yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla, bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir.”
 
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde karşılaşılan terör eylemleri ve terörizmin kullandığı şiddet (fiziki, psikolojik, sosyal, siyasi veya ekonomik) bir tek amaca yöneliktir yani muhattabına mesaj vermek ve kitleleri korkutmak yoluyla baskı yapmaktır.
 
Diğer amaçlarla faaliyet gösteren örgütlerin yanısıra, dünyanın hemen her bölgesinde etnik azınlık olarak tanımlanabilecek grupların varlığı, özellikle 1950‘li yıllardan itibaren etnik temele dayalı terör olaylarının artmasına neden olmuştur. Ayrıca bazı devletlerin terör gruplarını kendi dış politika amaçları doğrultusunda kullanmaya başlamaları sonucu, özellikle Türkiye‘nin bulunduğu bölgede, etnik temele dayalı terör olayları yaygılaşmıştır. Ülkemiz, diğer terör çeşitleri yanında etnik temele dayalı terör sorunu ile en ciddi şekilde karşı karşıya kalan ülkelerin başında gelmektedir. ASALA ve PKK Türkiye‘ye karşı terör eylemleri gerçekleştiren en tipik terör örgütleri arasındaki yerlerini uzun yıllar korumuşlardır.
 
Bu bağlamda belirtmek gerekir ki; Türkiye‘de özellikle son kırk yılı kana boğan PKK terör örgütü Güneydoğu Anadolu bölgesini ve Kürt kimliğini merkez tutarak, Türkiye‘nin yükselişini önlemek isteyen yabancı devletlerce fırsat olarak kullanılmış, Kürt kimliği zorla sorun haline getirilmiştir.
 
Peki, bu uluslararası nitelikli terör örgütü ile yine uluslararası hukukun belirlediği ilkeler de gözetilerek nasıl mücadele etmek gerekmektedir?
 
Görülmektedir ki anılan terör örgütü; silahlı eylemleri ile bölgelerde halkın ayaklanmasını desteklemeyi ve buna kışkırtmayı, bölgede ikili iktidar oluşturup kurtarılmış bölgeler kurarak otorite boşluğunu kendi lehine çevirmeyi amaçlamaktadır. Terör örgütünün bu amacı, son birkaç aylık süreçte iyice gün yüzüne çıkmıştır.
 
Bu bakımdan Türkiye’nin; halkı kazanmaya yönelik, bölge halkını geren ve devlete olan güvenden uzaklaştırmayan bir politika oluşturması gerektiği söylenebilir. Türkiye‘nin terörle mücadele politikasının temelinde mutlaka halka bu ülkenin asli bir unsuru olduğunun hatırlatılması, demokratik yapının güclendirilerek halkın ekonomik olarak rahatlatılması, politikanın hedefinde ise örgütün dezenformasyonunun ve oluşturduğu doku bozulmasının ortadan kaldırılması yani yeniden“milli birlik ve beraberliğin” sağlanması yer almalıdır.
 
Hukuksal mecrada; terör eylemlerinde bulunan ve teröre destek veren kişi ve kuruluşlara ciddi yaptırımların uygulanması ve terörün hukuk kıskancına alınması, terör mücadele eden tüm kamu personeli ve kişilerin yasalarla ve eylemsel olarak koruma altına alınması, son çıkan yönetmelikte de belirtildiği üzere bu kişilere ikramiye verilmesi en temel araçlar arasında yer almalıdır.
 
Temel haklar bağlamında ise kamu personeli ile bireylerin terörle mücadelede de hangi sınırlarda hareket kabiliyetine sahip olduğu büyük önem arz etmektedir.
 
Işte bu anlamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AIHS/Sözleşme) 15. maddesi (olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma) şu şekilde düzenlenmiştir:
 
“Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.”
 
Devletin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki bazı yükümlülüklerini belirli istisnai hallerde tek taraflı olarak askıya almasına imkân veren bu hüküm, bazı üye Devletler tarafından terör bağlamında kullanılmıştır.
 
AIHM, terör olayları bakımından aşağıda yer verilen ve temel nitelikli şu kararlarında konuya yaklaşımı hakkında bir ipucu vermektedir:
 
Kötü Muamele Iddiaları Bakımından
 
Mahkemenin bu hususta Ülkemiz ile ilgili ilk kararı 18 Aralık 1996 tarihli Aksoy/Türkiye kararıdır. Başvuran, özellikle, 1992 yılında PKK teröristlerine yardım ve yataklık ettiği şüphesiyle tutuklanmasının kanuna aykırı olduğu ve işkence gördüğü (“Filistin askısı”, yani çırılçıplak soyulup ellerin arkadan bağlanması ve kollardan asılma) hususunda şikâyette bulunmuştur. Mahkeme, bu davada, başvurana yapılan muamelenin ancak işkence olarak tanımlanabilecek ağırlıkta ve zalimlikte olduğu kanaatine vararak, Sözleşmenin 3. maddesinin (işkence yasağı) ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme, ayrıca, Sözleşme’nin 5 (özgürlük ve güvenlik hakkı) ve 13. (etkili başvuru hakkı) maddelerinin de ihlal edildiğine hükmetmiştir.
 
12 Mayıs 2005  tarihli Büyük Daire kararında ise AIHM, yasadışı örgüt PKK’nın (Kürdistan İşçi Partisi) eski lideri Abdullah Öcalan’ın Kenyadan Türkiyeye getirilme ve daha sonra İmralı adasında tutulma koşullarına ilişkin dava sonucunda, başvuranın İmralı Cezaevindeki tutulma koşulları bakımından Sözleşmenin 3. maddesinin (insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yasağı) ihlal edilmediğine karar vermiştir. Mahkeme, başvuranın maruz bırakıldığı göreceli sosyal tecridin uzun süreli etkilerinin, başvurana Türkiyedeki diğer yüksek güvenlikli cezaevlerinde bulunan mahkûmlarla aynı imkânların tanınması suretiyle azaltılması gerektiği şeklindeki Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi tavsiyelerine katılmakla birlikte, başvuranın genel cezaevi koşullarının, Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele teşkil edecek asgari ağırlık seviyesine ulaşmadığı sonucuna varmıştır.
 
4 Temmuz 2006 tarihli Ramirez Sanchez / Fransa davasında Mahkeme, “Çakal Carlos” olarak bilinen ve 1970lerde dünyanın en tehlikeli teröristi nazarıyla bakılan başvuranın, terörle bağlantılı suçlardan mahkûm edilmesinin ardından 8 yıl boyunca hücrede tecrit altında tutulmuş olmasına ilişkin şikayetini incelemiştir. Mahkeme, bu davada, başvuranın hücrede tecrit altında geçirdiği süre bakımından Sözleşmenin 3. maddesinin (insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağı) ihlal edilmediğine karar vermiştir. Mahkeme, başvuranın maruz bırakıldığı tecrit koşullarının yaratabileceği uzun süreli etkiler konusunda Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesinin kaygılarını paylaşmakla birlikte, özellikle de başvuranın karakteri ve arz ettiği tehlikeyi dikkate alarak, söz konusu süre zarfındaki cezaevi koşullarının, Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele teşkil edecek asgari ağırlık seviyesine ulaşmadığı sonucuna varmıştır.
 
Sözleşmenin 5. maddesi (özgürlük ve güvenlik hakkı) Kapsamında Makul Şüphenin Varlığı  Bakımından
 
Öncelikle belirtmek gerekir ki Sözleşme’nin 5. maddesi, bir kimsenin, sadece istihbarat toplamak amacıyla sorguya çekilmek üzere alıkonulmasına izin vermemektedir.
 
30 Ağustos 1990 tarihli Fox, Campbell ve Hartley / Birleşik Krallık davasında Mahkeme,  Kuzey İrlandada bir polis memuru tarafından, 72 saate kadar gözaltında tutma yetkisine istinaden yakalanmış olan başvuranların şikayetine ilişkin; yakalama işlemlerinin, tarafsız bir şekilde değerlendirildiğinde, “kuvvetli şüphe” temelinde yapıldığına ilişkin yeterli delil bulunmadığı kanaatine vararak, Sözleşme’nin 5/1 maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir.
 
O’Hara / Birleşik Krallık  ve Murray / Birleşik Krallık davalarında ise Mahkeme, benzer şikayetlerde; başvuranların terör suçu işledikleri şüphesiyle yakalanmalarının, terör faaliyetleriyle ilgili toplanan delil ve istihbarata dayalı önceden planlanmış operasyonların bir parçası olduğu ve “makul gerekçelere dayalı kuvvetli şüphe” standardına uygun hareket edildiği kanaatine vararak, Sözleşme’nin 5/1 maddesinin ihlal edilmediğine hükmetmiştir.
 
Brannigan ve McBride / Birleşik Krallık davasında ise AIHM, Kuzey İrlanda’da polis tarafından yakalanan ve altı gün on dört saat otuz dakika ile dört gün altı saat yirmi beş dakika boyunca gözaltında tutulmuş olan IRA şüphelisi başvuranların şikayetleri bakımından; Sözleşme’nin 5/3 maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir.
 
Tutulmanın kanuna uygun olup olmadığının ivedilikle incelenmesini sağlamak üzere mahkemeye başvurma hakkı bakımından
 
31 Ocak 2012 tarihli M.S. / Belçika (no. 50012/08) davada Mahkeme, ilk tutulma süreciyle ilgili olarak, başvuranın, tutulmasının kanuna uygun olup olmadığı konusunda ivedi bir şekilde karar verilmesini sağlama hakkından faydalanmadığı kanaatine varmış ve Sözleşmenin 5/4 maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Mahkeme, ayrıca, başvuranın ilk olarak 29 Mayıs 2008 ila 4 Mart 2009 tarihleri arasında kapalı bir transit merkezinde tutulması, 2 Nisan 2010 tarihinde ikinci kez kapalı bir transit merkezine yerleştirilmesi ve tutulma süresinin 24 Ağustos 2010 tarihine kadar uzatılmasına yönelik tedbirler alınması bakımından, Sözleşme’nin 5/1 maddesinin (özgürlük ve güvenlik hakkı) ihlal edildiğine hükmetmiştir.
 
Gözaltında Avukat Yardımı Bakımından
 
27 Kasım 2008  tarihli Salduz/Türkiye kararı bu bakımdan önem taşımaktadır. Başvuru, başvuranın yaşa bakılmaksızın devlet güvenlik mahkemelerinin yetki alanına giren bir suçtan dolayı gözaltında bulunduğu sırada avukata erişim hakkının kısıtlanmış olmasına ilişkindir. Bilindiği üzere olay tarihinde DGM kapsamındaki olaylarda avukat hakkı kısıtlaması bulunmaktadır.
 
Mahkeme, özellikle, başvuranın gözaltındayken avukat yardımından faydalandırılmamış olması nedeniyle, Sözleşme’nin 6/1 (adil yargılanma hakkı) maddesi ile bağlantılı olarak 6/3(c) maddesinin (kendi seçeceği müdafiinin yardımından faydalanma hakkı) ihlal edildiğine karar vermiştir.
 
Sözleşmenin 8. maddesi (özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı) kapsamındaki sorunlar bakımından
 
6 Haziran 2013 tarihli Sabanchiyeva ve Diğerleri / Rusya davası Rus makamlarının, Çeçen isyancıların cesetlerini ailelerine teslim etmemelerine ilişkindir. Başvuranlar, özellikle, terör yasası uyarınca, yakınlarının cesetlerinin yetkili makamlar tarafından kendilerine teslim edilmemesinden şikâyetçi olmuşlardır. Mahkeme, Sözleşmenin 8. maddesinin (özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı) ve bu maddeyle bağlantılı olarak 13. maddesinin (etkili başvuru hakkı) ihlal edildiğine karar vermiştir. Cesetlerin, ailelerine teslim edilmesinin doğrudan reddedilmesi neticesinde, defin işlemleri sırasında meydana gelebilecek kargaşanın önlenmesi ve terör kurbanlarının yakınlarının duygularının zedelenmesine engel olunması şeklindeki haklı amaç ile başvuranların, yakınlarını bir cenaze töreniyle veya mezarlıkta son yolculuklarına uğurlama hakları arasında adil bir denge kurulamamıştır. Mahkeme, Devletin terör konusunda yaşadığı zorlukları tamamen kabul etmekle birlikte, cesetlerin teslim edilmesinin doğrudan reddedilmiş olmasının, makamların ölen her bireyin ve aile fertlerinin kişisel durumunu gerektiği şekilde dikkate alma yükümlülükleriyle bağdaşmadığı kanaatine varmıştır. Mahkemeye göre, bu şekilde bireyselleştirilmiş bir yaklaşımda bulunulmamış olması nedeniyle, uygulanan tedbir, ölen kişilerin işledikleri terör suçunun başvuranlara yüklenmesine yol açmıştır.  Mahkeme, ayrıca, başvuranların yakınlarının cesetlerinin teşhis edilmek üzere saklanma koşulları bakımından Sözleşme’nin 3. maddesinin (insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele) ihlal edilmediğine karar vermiştir.
 
Mahkemenin yukarıda yer verilen kararları incelendiğinde, anılan konularda yerleşik içtihat ilkeleri oluştuğu fakat yine de her somut olayda Mahkeme tarafından yeniden inceleme yapıldığı görülmektedir. “Durumun kesinlikle gerektirdiği ölçü” kriteri Mahkeme tarafından ayrıca değerlendirilmekte olup, anılan terör örgütünün eylemlerinin ciddiyeti ve Ülkemizde yarattığı tahribat ne yazık ki halen  AIHM tarafından tam olarak anlaşılmak istenmemektedir.
 
 
Sonuç olarak anlaşılmaktadır ki; terörle mücadele ederken, diğer Avrupa ülkelerinin aksine Ülkemizden temel hak ve hürriyetlere daha çok dikkat etmesi beklenmektedir.Bilmekteyiz ki haklı konumdayken tam aksi yönde haksız duruma düşmek ya da böyle bir görüntü vermek bile Devletin tüm olumlu girişimlerini ve haklı çabalarını sonuçsuz bırakmaya yetmektedir.
 
Ülkemiz bugün, ağır bir sınavdan geçmektedir. Bu sınav ne yazık ki bizi birbirimize düşürmeye yöneliktir, bizim sorunumuz terör olup, meşru olmayan yollarla hareket edenlere yöneliktir. Bu sebeple, kendi içimizde de eğer mevzuatımızdan kaynaklanan ve haksızlık sonucunu ortaya çıkarabilecek durumlar mevcutsa bunları hukuka uygun hale getirmek boynumuzun borcudur. Bu bakımdan, haklı çabaların olumlu sonuç vermesi ve dökülen şehit kanının artık son bulması adına bazı hususlardaki mevcut mevzuatımızda bazı değişiklerin gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünmekteyim.
 
Kolluk Kuvvetlerinin Ölüme Sebep Olan ve/veya İşkence ve Kötü Muamele Teşkil Eden Eylemlerine (2. ve 3. madde yaşam hakkı-kötü Muamele) İlişkin Cezalarının Ertelenmesine ve Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına (HAGB) İmkân Veren Mevzuatın bu bakımdan yeniden değerlendirilerek; AİHM`in Külah ve Koyuncu/Türkiye (24827/05, 23/04/2013), Batı ve diğerleriOkkalı ve Ataman kararlarının da dikkate alınması ile kolluk görevlilerinin ölüme sebep olan ve/veya işkence ve kötü muamele teşkil eden eylemleri karşısında uygulanan cezaların caydırıcılığının ve etkinliğinin artırılması bakımından hapis cezalarının ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesine ilişkin mevzuatın gözden geçirilmesinin gerektiğini düşünmekteyim.
 
Ayrıca benzer şekilde, AİHM`in, Karahan/Türkiye (11117/07, 25 Mart 2014); Aksoy grubundaverilen kararların dikkate alınması ile AİHS’nin 2. (yaşam hakkı) ve 3. (kötü muamele yasağı) kapsamında kolluk görevlileri hakkında ölüme sebep olan ve/veya işkence ve kötü muamele teşkil eden eylemlerde bulundukları iddialarına yönelik soruşturma başlatılmasının izin prosedürüne tabi olmasına ilişkin düzenlemelerin gözden geçirilmesi gerektiğini düşünmekteyim. 
 
Terörle mücadelenin; bütün siyasi aktörlerin, medyanın ve kamu kurumları ile topyekün tüm milletimizin elbirliğiyle ve gerek ulusal gerek uluslararası hukukun çizdiği sınırlar içerisinde hareket etmesi sonucunda başarıya ulaşacağı kanaatindeyim.
 
Bu itibarla ayrıca ve özellikle geleneksel ve sosyal medya yoluyla yapılan haberler ve haberlerin sunuş biçiminin yeniden gözden geçirilerek, milletimizin birliğini zedeleyici içerik ve görüntülerin daha dikkatlice servis edilmesi gerektiğini, medya yoluyla sunulan kayıtların çocuk izleyiciler tarafından da izlendiği gözetilerek bu küçük yavruların ruhsal bakımdan negatif olarak etkilenmemesi için özellikle çaba sarfedilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum. 13 Eylül 2015
 
Avukat
Sabire Meltem BANKO
 
 
(Bu köşe yazısı, sayın  tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)