Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, Türkiye’de en çok sorun yaşanan ve üzerine en çok konuşulan konulardan biridir. Ülkemizde bir türlü hükümetin kurulamadığı karmakarışık şu dönemde, 5 Ağustos 2015 tarihli “Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile yine birtakım değişiklikler yapıldı. İncelediğimde maalesef olumsuz yönde dikkatimi çeken birkaç noktaya değinmek isterim.

Değinmeden evvel belirtmek gerekir ki; toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları, etkin şekilde işleyen bir demokrasi çarkının en önemli dişlerinden biridir. Zira, ifade özgürlüğü ile birbirine sıkı sıkıya bağlı bir haktır ve hatta ifade özgürlüğünün bir biçimidir, denebilir.

Bu hak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. Maddesinde, “Barışçıl toplantı ve gösteri yapma hakkı” olarak düzenlenmiş ve koruma altına alınmıştır. Kural olarak, barışçıl olması yani şiddet içermemesi şartıyla herkes toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir. Nitekim, bu hakkın kullanımı izne de tabi değildir; yalnızca bildirimde bulunmak gibi bir yükümlülük mevcuttur ki, bildirimde bulunulmadığı takdirde o toplantı/gösteri kanuna aykırı hale gelecektir.

2911 Sayılı Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, her ne kadar AİHS’ne aykırı olmayan bir kanun gibi görünse de, sorun daha ziyade uygulamada karşımıza çıkmaktadır. Nitekim “orantısız güç” kavramı bu uygulama neticesinde hayatımıza girmiştir.

Bir toplantıda/gösteride, barışçıl ortamı bozan ve şiddet kullanan kişiler olabilir. Bu noktada AİHS anlamında bu kişinin toplantı ve gösteri hakkı artık korunmaz ve 2911 Sayılı Kanun kapsamında bu kişilere müdahale edilecektir. Müdahale, Kanun’un Uygulanmasına Dair Yönetmelik doğrultusunda gerçekleşecektir. Yönetmelik kapsamında kolluk güçlerine tanınan yetki sebebiyle bu noktada Polis Vazife Ve Salahiyet Kanunu’nun 16. Maddesi devreye girer. Bu kanun maddesine göre; polis görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde direnişi kırmak adına “kademeli” ve “ölçülü” şekilde kuvvet kullanabilecektir. İşte Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından defalarca mahkum edilmesine sebep, bu madde hükmünün pratikte doğru uygulanmamasıdır(Bkz. Oya Ataman Kararı, DİSK-KESK Kararı, Gün Ve Diğerleri Kararı, Aytaş Ve Diğerleri Kararı vb.).

Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşlerine orantısız bir şekilde müdahale edilmesi neticesinde, sadece toplantı özgürlüğünü düzenleyen AİHS’in 11. maddeye değil, aynı zamanda özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5. maddeye, her türlü kötü muameleyi yasaklayan 3. maddeye ve en kötüsü yaşam hakkını düzenleyen 2. maddeye de aykırılık gündeme gelebilecektir.

Bu ihlallerin gündeme gelmemesi için, kanunun doğru şekilde uygulanması ve dar şekilde yorumlanmaması gerekir. Fakat yukarıda bahsettiğim üzere, Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik maddelerinde yapılan değişiklikleri incelediğimizde, 2005 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu ile zaten yetkisi gereğinden fazla genişletilmiş olan polisin yetkilerinin daha da genişletildiğini ve orantısız güç kullanımının bir miktar daha önünün açıldığını görüyoruz.

Nitekim;

Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in 5. Maddesi ile Yönetmeliğin 10. Maddesine;

“Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra Kanunun 23 üncü maddesinde belirtilen Kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü hâline dönüşürse:

a) Düzenleme kurulu veya kurul başkanı toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini topluluğa ilan eder ve durumu derhâl yetkili kolluk amirine bildirir.

b) Düzenleme kurulunun veya kurul başkanının bu görevi yerine getirmemesi hâlinde, durum yetkili kolluk amiri tarafından mahallin en büyük mülki amirine bildirilir. Mahallin en büyük mülki amiri tarafından toplantının sona erdirilip erdirilmeyeceğine dair karar alınır.

c) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya acele hâllerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.

Bu amir, topluluğa Kanuna uyularak dağılmalarını, dağılmazlarsa zor kullanılacağını ihtar eder. Topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır. Güvenlik kuvvetlerine karşı fiili saldırı veya mukavemet veya korudukları yerlere ve kişilere karşı fiili saldırı hali mevcutsa, ihtara gerek olmaksızın zor kullanılır.
 
şeklinde ekleme yapılmıştır.
 
Eklenen bu kısımda, özellikle c bendi ve bilhassa son fıkra uygulamada oldukça tehlike yaratabilecek kısımlardır. Zira c bendinde, toplantı esnasında kanuna aykırılık gündeme geldiğinde, mahallin en büyük mülki amiri hiçbir yazılı emir olmaksızın sözlü şekilde,mahallin güvenlik amirlerini topluluğun dağılmasını sağlamak üzere olay yerine gönderebilecektir. Bu güvenlik amirleri, topluluk dağılmazsa ihtar ederek, fiili saldırı halinde ise ihtarsız zor kullanabileceklerdir.

Burada zor kullanmanın ne şekilde yapılacağı 16. Maddenin e bendi ile belirtilmiştir. Bu bent, yine Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in 8 maddesi ile değiştirilmiştir ve şöyle demektedir:

“e) Kanuna uygun olarak başlayıp kanuna aykırı duruma dönüştüğü, düzenleme kurulu aracılığı ile topluluğa ilan edilmesine rağmen dağılmayan topluluğa, kanuna uyarak dağılmalarını dağılmazlarsa zor kullanılacağını ihtar etmek ve topluluk dağılmazsa basınçlı ve/veya boyalı su veya diğer zor kullanma araçları ile zor kullanarak topluluğu belirlenen güzergahtan dağıtmak,”

Burada “diğer zor kullanma araçları”ndan kastın ne olduğu belli değildir. Bununla birlikte “fiili saldırı”nın da tanımı yapılmamıştır. Pratikte her türlü hareketin fiili saldırı olarak algılanması mümkündür. Tüm sıkıntı da bu noktada toplandığından, kanun maddelerine bu çeşit ibarelerin yerleştirilmesinin son derece risk teşkil ettiği kabul edilmelidir.

Devam edersek, 8. Madde ile Yönetmeliğin 16 ncı maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde yer alan “..ses cihazları ile yayın yaparak halkı suç işlemeye teşvik edenler bulunuyorsa, bunları olay yerinden uzaklaştırarak..” kısmındaki “halkı suç işlemeye teşvik edenler”ibaresi çıkarılmış, alandan uzaklaştırılmak için ses kaydıyla yayın yapmayı yeterli görerek hakkın sınırı biraz daha daraltılmıştır.

Aynı şekilde 16. Maddeye son bir fıkra daha eklenmiştir:

“Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, katılımcıların ve konuşmacıların ses ve görüntüleri kolluk tarafından yapıldığı belli olacak şekilde kaydedilebilir. Elde edilen kayıt ve görüntüler şüphelilerin ve suç delillerinin tespiti dışında bir amaçla kullanılamaz.”

Bana göre, yapılan en tehlikeli değişiklik eklenen bu fıkradır. Burada kamusal alanda kamu görevlisi tarafından ses ve görüntü kaydı alınmasından bahsedilmektedir ve her ne kadar bu yetki, elde edilen kayıt ve görüntülerin şüphelilerin ve suç delillerinin tespiti dışında bir amaçla kullanılamayacağı şeklinde sınırlandırılmakta ise de, burada “özel yaşamın gizliliğini ihlal” olup olmadığı hususu tartışmalıdır. Örneğin bu maddeye göre, toplantı esnasında kendi aralarında konuşan katılımcı iki kişinin konuşmaları yahut görüntüleri kayda alınabilecek ve delil olarak kullanılabilecektir.

Oysa ki Türk Ceza Kanunu’nun 133. Maddesi açıktır:

Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bununla birlikte kamu adına suç isnadında bulunan bir kamu ajanının, bu isnatla ilgili delilleri toplarken, sanık haklarına riayet etmesi zorunludur. Bu haklara riayet etmeksizin toplanmış deliller açıkça hukuka aykırıdır ve hiçbir şekilde değerlendirmeye alınamaz. O halde, kamu görevlisi, muhatabın bilgisine dayanarak bir kayıt elde etmiş olsa bile, bu kayıttan önce, sanık haklarını hatırlatmamış ise, kaydın delil olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Çünkü sanık hakları bireyleri, kamu gücüne karşı korumak için ihdas edilmiştir(Av. M. İhsan Darende-Legal Dergisi Sayı: 9).

Neticede, ülkemizde üzerine titizlikle eğilinmesi gereken son derece hassas böyle bir konuda, yasal değişiklik yapılırken de son derece hassas davranmak ve mevcut durumu iyileştirmek doğrultusunda hareket etmek gerekirken, yapılan değişiklikle hak ve özgürlüklerin daha da daraltılması gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Yasal değişiklikler, demokratik bir sistemde, değişikliğe konu yasanın hak ve özgürlüklerin korunması ve toplum düzeninin sağlanması adına mükemmele ulaşması için yapılmalıdır. Aksi halde kanun koyucu, deyim yerindeyse kaş yaparken göz çıkarmış olacaktır.
 
 
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Tuba TORUN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)