'Türkiye'nin Hukuk Serüveni' isimli eserin yazarı TAHA AKYOL varlığı ve aklı selim yazılarıyla güven veren önde gelen fikir önderlerimizden biri aynı zamanda değerli bir hukukçudur. Ulvi bir hukukçu sorumluluğu ile yayınladığı kitabını iki hafta içinde ikinci kere devirmek üzereyim. Hiç bitmesin istiyor, bittiğinde sanki bir gönül dostum, tüm kazandırdıklarını bırakarak çekip gidecekmiş gibi hissediyorum. Aklınıza, yüreğinize, bilginize ve dilinize sağlık! İyi ki varsınız, iyi ki bıkmadan usanmadan yazıyorsunuz.

Doğan Avcıoğlu'nun Türklerin Tarihi'nde Osmanlı yargısının çağının en ilerisi olduğunu, Avrupa'lı gezginlerin davalı ve davacının kadı'ya doğruyu söylemek zorunda olmalarından çok etkilendiklerini okumuştum. Yale kampüsünün Selçuklu medreselerine mimari benzerliğini de katınca dünyanın çoğu ülkesine hakim olan Anglosakson yargılamasının modern ifşa ve ibraz kurallarının kökünün Osmanlı olabileceğini düşünürdüm.
Taha Akyol, s.109'da 16. yy'da Osmanlı Adalet sisteminin çağın en üstünü olduğunu Erol Güngör'den; s.111'de Osmanlı'nın organizasyon ve hukuk sistemindeki üstünlüğüyle yükseldiğini, s.121'de ticaretin geliştiği girişimcilerin oluştuğu 16. yüzyıl döneminde bile fıkıhta sürekli eski büyüklerinin içtihatları ile düşünülmüş olması sebebiyle Osmanlı'da sermaye birikimini ve finansman kaynağını hızlandırabilecek olan hükmi şahsiyete sahip şirket fikrinin ulemanın aklına gelmediğini İnalcık'tan naklediyor.

Fıkıh ve içtihattaki duraklamanın çağının en üstün hukukunu geride bıraktığını anladım; ancak, ekonomik duraklamanın mı içtihatları duraklattığını yoksa içtihattaki duraklamanın mı ekonomiyi duraklattığını anlayamadım.

Kanun önünde eşitlik, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı gibi temel kurallarımızın köklerinin, 1838 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları, Abdülhamid Hanın yargı reform ve Cevdet Paşa'nın fıkıh hükümlerini derleyerek oluşturduğu Mecelle'de olduğunu o dönemin ekonomik ve siyasi durumunu da aktararak öz olarak ortaya koyuyor. Tarihimizi hukuk yönüyle bu kadar iyi anlamamıştım.
Hukukun üstünlüğünü sağlayacak güçlü bir hukuk kurumu olmadığı bir zamanda hukukçuların İslam dünyasında derin yaralar açan Muaviye'nin karşısında ağızlarını açamaz olmaları ile (s.31) 27 Mayıs ihtilali sırasında hukuk ulemasının masumiyet karinesini, doğal hakim ve cezaların geriye yürümeyeceği ilkelerini ihlal eden görüşler vermiş olmaları (s. 283 vd) arasındaki benzerlik'ten çok etkilendim.
Osmanlı'nın sonlarındaki "güçler ayrılığı"ndan, Cumhuriyetin başında "güçler birliği'ne geçilmesinin nedenlerini ve sonuçlarını gördüm, günümüzde hakimlerin devlete neden meylettiğini ve tam bağımsız olamadığını daha iy anladım. Türkiye'de bağımsız yargı'nın bir illüzyon, illüzyonun da yıkılmakta olduğunu söyleyen yabancı gezeteciye hak verdim.
Bu değerli eseri hukukçu olan olmayan herkese hararetle tavsiye ederim.

Hürriyet'teki yazısında Sayın Akyol, "Adalet tarihimizin sıkıntılı bir döneminden daha geçiyoruz. Bu gün adaletin onuru, hukuku her şeyin üstünde tutan hakim ve savcıların omuzlarındadır." diyor; altına ben de (tutabilen) diyerek imza atarım.



Av. Mehmet GÜN

"Yazarın izni ile Facebook/Mehmet Gün sayfasından aynen alınmıştır."