8 Mart Dünya Kadınlar Günü, sadece kutlamak ve anmak için değil, kadın erkek eşitsizliği, kadına karşı gerek psikolojik ve gerek fiziksel şiddetin ve gerekse de kadına karşı cinsel istismarın ve erken yaşta evliliklerin gündeme geldiği şu günlerde, kadınlık değerlerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektiren bir nitelik taşımaktadır.

Kadınlarımıza tanınan hakların geçmişine bakacak olursak; 1926-1934 yılları arasında, Atatürk Devrimleri ile gerçekleştirilen ve kadınlarımızın sosyal, kültürel, siyasal ve hukuki haklarla buluştuğu bir dönemi ifade etmektedir.

Nitekim kadınlara seçilme hakkının tanıması akabinde gerçekleşen 1935 yılında ki ilk genel seçimlerde, parlamentoya 18 kadın milletvekili girmiş bulunmaktadır ki, bu durum pek çok gelişmiş Avrupa ülkesinde kadına seçilme hakkı tanınmasından çok daha evvel Türk Kadınına tanınmış bir ayrıcalık teşkil etmektedir. Zira, Türk kadınına seçilme hakkı Fransa, İtalya ve İsviçre’den daha önce tanınmıştır.  Cumhuriyetimizin kurulması ile de, kadınlarımız meslek sahibi olmada, kamu alanlarında, siyasette, bürokraside daha etkin rol almaya başlamışlardır. Türk Ailesinin kuruluşunu düzenleyen Türk Medeni Kanununun kabulü ile de, ekonomik ve toplumsal hayatta kadın erkek eşitliği sağlanmıştır. 

Tüm dünyada medenileşme ölçütlerinin başında, kadına tanınan hak ve özgürlüklerin alanının genişliği gelmektedir.  Kadının toplumdaki ve eğitimdeki yerine ilişkin oran arttıkça o ülkenin gelişme düzeyi de aynı oranda artmaktadır.

8 Mart; kadının eşit yaşam hakkı için mücadele günlerinin bir simgesidir. Dünyanın her yerinde, her şehrinde, kadının mücadele, özgürleşme ve dayanışma günüdür. Ancak gelişmiş bir kısım dünya ülkelerinde hal böyle iken, ülkemizde durum biraz daha farklıdır. Şöyle ki, ülkemiz de kadın olmak; ayrımcılıkla, şiddetle, tacizle, istismarla ve tecavüzle ve bir nevi ölümle iç içe yaşamak demektir.

Ülkemizde kadınlara yönelik problemlerin en başında, kadına yönelik şiddet yer almaktadır. Şiddet toplumsal bir sorundur. Şiddet dendiğinde akla gelen ise, fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddettir.  Kadına yönelik şiddetin önlenmesi, toplumların böyle bir sorunun varlığının farkında olması ile başlar. Söz konusu farkındalık ve buna ilişkin katılım ise kadın kadar erkeğin de  bu durumu kabullenmesi ile etkili olacaktır. Kadın ve erkek arasındaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, eşler arası şiddetin önlenmesi, cinsel şiddet, taciz ve istismar ile ilgili kapsamlı yasalar çıkartılması zaruret arzetmektedir.   

Bununla birlikte, kadınların güçlendirilmesi ve toplumdaki statülerinin yükseltilmesine yönelik çalışmalar yapılması gerekmektedir. Şöyle ki; Eşini bıçaklamak suretiyle öldürmeye teşebbüs eden canisinden, kendi öz kızına tecavüze yeltenen sapıklara gelene kadar alalade bir suçlu olmaktan öte, insanlık dışı müptezellerle mücadelede etkin ve yetkin bir hukuki müdahale sürecinin  işletilebilmesi gerekmektedir.  

8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, seyirci kaldığımız kadına ve çocuklara yönelik şiddet, engelleyemediğimiz töre cinayetleri, kadın cinayetleri, mağduru suçlu olarak nitelendirdiğimiz taciz ve tecavüzler, eğitimden bilinçli olarak uzaklaştırılan ve erken yaşta baskıyla evlenmeye zorlanan kız çocukları haberlerinin gündem başlıkları içerisinde yer almadığı bir Türkiye özlemiyle ve Ulu Önder Mustafa Kemal’in “Dünyada hiç bir milletin kadını, ben, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte , Anadolu kadını kadar gayret gösterdim diyemez”  sözünde ifadesini bulan vecizesiyle kadına verilen değerin önemini bir kez daha vurgulayarak yazıma son verirken, tüm kadınlarımızın, eşitlik, kalkınma, daha huzurlu ve güvenli yaşam özlemlerini dile getirdikleri bu anlamlı gününü yürekten kutluyorum.

08 Mart 2018

Av. Merve TÜRKMEN KAPLAN