Suçun işlendiğine dair basit bir şüphe ile başlayan soruşturmanın gizliliği, bu gizliliğin soruşturulan şüpheliye ve avukatına, yani savunmaya karşı değil, esas itibariyle şüphelinin suçsuzluk/masumiyet karinesinin korunması, delillerin ve maddi hakikatin karartılmasının önüne geçilebilmesi için kamuoyuna karşı nerede ise mutlak olduğu, ancak soruşturmanın selametinin ve maddi hakikate ulaşılabilmenin zorunlu kıldığı hallerde cumhuriyet savcısının talebi ve hakimin kararı ile savunmaya karşı da soruşturmanın sınırlı şekilde kısıtlanabildiği bilinmektedir. Bu teorik hususların iyi işletildiği durumda sorun yaşanmayacaktır. Bununla birlikte; soruşturmanın gizliliği ile ilgili pratikte birçok sorunla karşılaşıldığı, bilhassa uzayan soruşturma aşamasının uzun tutuklukla birleşmesi ile savunmanın ciddi biçimde zayıfladığı ve güçsüz kaldığı görülmektedir.

Soruşturmanın savunmaya karşı gizlendiği durumda bu gizlilikte aşırıya gidildiği, savunma hakkının özünü zedeleyen kısıtlamalar getirildiği, CMK m.153/3’de sayılanlar hariç dosyada bulunan, bulunduğu söylenen veya tahmin edilen belge ve delillerin gözaltına alınan veya ifadesine başvurulan şüpheliye gösterilmesini bir kenara bırakalım, tutuklamaya veya adli kontrole sevk edilen ve hatta tutuklanan veya adli kontrol altına alınan ve bu karara itiraz etmek isteyen şüpheliye ve avukatına; tedbirin tatbikinde dayanak alındığı söylenen veya tahmin edilen veya ne ile kısıtlama getirildiği anlaşılamadığından bahisle gösterilmesi talep edilen delillerin gösterilmediği, "gizlilik kararı var" denildiği, "tutuklamaya sevk edilen ve tutuklanan yönünden İHAS m.5, Anayasa m.19, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararları var" denildiğinde sonuç alınamadığı, tutuklamaya sevk edilenin veya tutuklananın özgürlük hakkının korunması, işin esasının değilse de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından savunma yapılabilmesi, CMK m.100 ve 101’de öngörülen şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğini doğru ve yerinde tartışılması için, gizlilik kararının somut gerekçeli olması sorunu bir yana, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlandığı durumda buna gerekçe gösterilen veya gösterilmesi gereken belge ve deliller yönünden ne yapılabilir? Bu konuda Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılacak ihtiyati tedbir taleplerinden süratli ve yeterli sonuç alınması ve bu yolla “silahların eşitliği” ilkesinin korunması pek mümkün gözükmemektedir.
Bu sorunun yaşanmaması ve özellikle tutuklamaya sevkte veya tutuklama sonrası itirazda, tahliye talebinde ve savunmada yaşanan sorunların aşılabilmesi için CMK m.153'e bir fıkra eklenmesi isabetli olacaktır.

Emsal yargı kararlarının yeterli görülmeyip, şüpheli veya sanık haklarının haksız kısıtlandığı veya istikrarlı bir uygulamanın sağlanıp korunamadığı durumlar yazılı hukuk sisteminin sorunu olduğundan, bu sorunun aşılabilmesi için yasal değişikliğe gidilmesi gerektiği bir gerçektir.

"İşkence ve kötü muamele yasaktır ve delil elde etmek için kullanılamaz" anlamına gelen hükümler, 3842 sayılı Kanunla 1992 yılında mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na ekleninceye kadar; işkence veya kötü muamele ile delil elde edilmesinin bir hak ve yetki sayılabildiği, maddi hakikate ve adalete ulaşmanın bu yanlışlığa dayanak yapıldığı ve "işkence yapanı cezalandır, ama bu yolla elde edilen delili de maddi hakikate ve adalete ulaşmak için kullan, bunda yasak yok" denildiği, hatta Anayasada ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin kullanılmasının yasaklandığına dair hükümlere rağmen dirençle karşılaşıldığı, kabulü mümkün olmayan gerekçelerle hukuka aykırı delillerin şüpheli veya sanık aleyhine kullanılabildiği, “hukuk devleti” ilkesi sebebiyle öngörülen bu ilke kuralların bile gözardı edilebildiği durumda, kuralların olmamasının veya yetersizliğinin yol açacağı yanlış uygulamaların hayal edilemeyeceği bir gerçektir.

Bu nedenlerle;

"Soruşturma gizliliği kararı verildiğinde; şüphelinin tutuklamaya veya adli kontrole sevkine veya tutuklanmasına veya adli kontrol altına alınmasına neden olan deliller, sulh ceza hakimliğine çıkarılmadan veya bu kararlara itirazdan önce şüpheli ve müdafiine gösterilir."

Veya

“Soruşturma gizliliği kararı verildiğinde; şüphelinin tutuklamaya veya adli kontrole sevkine veya tutuklanmasına veya adli kontrol altına alınmasına neden olan delillerin, şüpheli ve müdafii tarafından incelenmesi kısıtlanamaz.”
Hükümlerinden birisinin, CMK m.153/3'den sonra "4. fıkra" olarak eklenmesi isabetli olacaktır.

Veya

"Şüphelinin tutuklamaya sevkine veya tutuklanmasına neden olan deliller, şüpheli ve müdafiinden gizlenemez."
Şeklinde net bir cümle, yalnızca tutuklu ile sınırlı olarak CMK m.153/3’ün son kısmına eklenebilir.

Son söz; Bu sorun, ya tutuklamaya sevk edilen veya tutuklanan ile avukatlarına dayanak delillerin gösterilmesi ya da yukarıda yer alan önerilerden birisinin CMK m.153’e eklenmesi ile çözülür. Aksi halde, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunması ile ilgili yukarıda dile getirdiğimiz sorun yaşanmaya devam eder. Tutuklu olmayan, hatta adli kontrol altında bulunan şüpheli açısından dahi soruşturmanın gizliliği bir derece anlaşılabilir, ancak tutuklamaya sevk edilen veya tutuklanan, dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kısıtlanan şüpheliden tutuklamanın dayanağı olan delillerin gizlenmesi makul olmadığı gibi, “haklar dengesi” ile de uyumlu değildir. Kimse, dayanak delillerini görüp inceleyemediği bir suçlamadan dolayı tutuklamaya sevkine veya tutuklanmasına karşı savunma yapmak ve itiraz etmek zorunda bırakılmaz.


Kaynak: haber7.com