TBMM Genel Kurul’a sunulan Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun Tasarısı,
2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun bazı maddelerinde önemli değişiklikler içermektedir.  Tasarı yasalaşırsa, para, kıymetli evrak, antika, değerli taş ve madeni süs eşyası haricinde ev eşyaları tümüyle haciz kapsamının dışına çıkarılacaktır.

Değişikliğin gerekçesini Sayın Adalet Bakanı çeşitli platformlarda; ev eşyası haczetmenin insani ve  borcun ödenmesi hususunda çare olmadığı, ekonomik kriz ve artan yargı yükü gibi nedenlerle açıklamaktadır.
           
Adalet Bakanlığı bürokratlarınca hazırlanmış olan değişiklik, hukuki olmadığı gibi makul de değildir. Değişiklik çalışması,  maddi ve manevi varlığıyla bir insanın yaşamasının teminatı olan hukuku altüst etmektedir.
           
Ekonomik krizi ve yargı yükünü  inkar etmek mümkün değildir. Ancak ekonomik krizi ve yargı yükünü yönetmek, çözmek, çıkış yolları bulmak siyasal bir politika gerektirir ve bu iş hükümetlerin görevidir. Yargı yükü, mahkemelerin yoğunluğu gibi nedenler, kamu güvenliği ile yakından alakalı bir değişikliğe gidilmesinin bahanesi ve gerekçesi olamaz. Yargı yükü idari bir sorundur. Çözümü de idari sınırlar içersinde olmalıdır. Oysa her ihtilaf hukukun konusunu teşkil etmektedir. Bunun çözümü ise etkili bir yargı mekanizması ile mümkündür. İhtilafa konu hakları büyük, küçük; önemli, önemsiz gibi kategorilere ayırmak ve bunlara bağlanan yaptırımları etkisizleştirmek zulümdür. Arızi çözümlerle, tabiri caiz ise hukuku katlederek,  genelin menfaatini zedeleyecek bir şekilde çözüm yolları bulmak,  kamu düzenini sağlamak yerine daha da çok bozacaktır.  
           
İcra organı diğer bir ifade ile cebri icra, kamu düzenini sağlamaktadır. Genelin menfaati, kamu düzenini sağlayan temel ilkedir. Bunun merkezinde hak kavramını oturmaktadır.  Hakkı önceleyen, hakkı koruyan bütün düzenlemeler kamu düzenini korumayı sağlayan düzenlemelerdir. İcra iflas Kanunu’ndaki tüm düzenlemeler kamu düzenini korumaktadır.

Gün geçtikçe cebri icranın etkinliğini zayıflatan düzenlemeler yapılmaktadır. Emeklilerin maaşlarının haczedilmemesi, mal beyanı, taahhüdü ihlal gibi cebri icranın etkinliğini artıran ek yaptırımlar ve çek yasasındaki  menfi düzenlemeler cebri icranın etkinliğini zayıflatmıştır. Borçlu lehine düzenlemeler adeta hukukun kuralı haline getirilmiştir.
 

Oysaki cebri icranın etkin bir şekilde yürütülmesi esastır. Cebri icranın etkin ve etkili bir şekilde yürütülmesi kamu düzenini sağlamaya yöneliktir. Kamu düzeninin sağlanması ve kamu otoritesinin korunması ancak etkin ve etkili bir cebri icra ile mümkündür. Aksi takdirde alacağına icra mekanizması ile yani kamu otoritesi aracılığıyla kavuşmayanlar, illegal yolara çek senet mafyası gibi örgütlere  başvurma yolunu tercih etmek zorunda kalırlar.    Bu durum ise “sosyal barışı” herhal ve cihette bozacaktır.
 

Ayrıca borçlunun malları ve alacakları üzerinde cebri icra yoluyla alacağına kavuşamayanlar, oluşan bu güvensiz ortam nedeniyle ticari ve insani ilişki gerçekleştirmekten kaçınırlar. Bu da ekonomik hayatın bitmesine veya zayıflamasına sebep olur
. Tasarıyı savunan çevreler “Bundan böyle kimse ev eşyası kaldırarak, alacak tahsili yapamayacağı bilinci ile ticari yaşamını yeniden tanzim etmelidir” demektedirler. Bunu savunanlar aslında  vatandaşların işyerlerine kilit vurmalarını salık vermektedir. Alacağını etkili bir icra mekanizması ile kavuşamayanlar, ticari hayatlarını nasıl tanzim edecekler bunun yolunu da bu çevreler  belirtmemektedir. Bunun yolu yoktur, ancak ticari ilişkinin kesmesi ile ticari hayatın son bulması ile mümkündür. Bu da ekonomik hayatın bitmesi, ölmesi demektir.

Oysaki Anayasa’nın 167. maddesinin birinci fıkrasında, “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır.” kuralına yer verilmiştir. Para, kredi ve sermaye politikalarının oluşmasında ve saptanmış politikaların uygulanmasında Devletin önemli görevleri bulunmaktadır. Buna göre Devlet, piyasayı ve ticaret hayatını korumak amacıyla CEBRİ İCRAYI etkin kılmakla   yükümlüdür


Veresiye mal satmak, bu ülke toplumunun karakteridir. Sosyal ve ekonomik gerçeklere uygun olan bu davranışı “veresiye satmasın kardeşim” demek ve eleştirmek doğru bir yaklaşım olamaz.   Alacağını alıp almama noktasında bir endişe içinde olan bir esnaf veya tüccar, ya piyasadan çekilecek yada alternatif yaptırım (mafya gibi) yollarına başvuracaktır. Oysaki ticareti özendirmek ve kolaylaştırmak  ekonomik kalkınma için temel ilke olmalıdır.  Kalkınmayı önceleyen ve isminde “kalkınma” olan  ülkemizin güzide ve iktidarda olan bir partisinin bu çalışmayı yapması doğrusu bir tenakuzdur. Bu çalışma esnafı huzursuz etmiştir. 
 

İnsani ve ticari ilişkinin bitmesi ile de  “kamu düzeni” bozulur ve ”kamu otoritesi” sarsılır. Kamu düzeni; alacaklı ile borçlu menfaati karşı karşıya geldiğinde, alacaklı borçlu dengesi alacaklı yararına üstünlük tanımakla ancak sağlanabilir.  Aksine borçlunun menfaatine üstünlük tanımakla kamu düzeni sağlanmaz. Kamu düzenin sağlanması, kamu otoritesinin korunması toplumun refah, huzur ve güvenliğinin sağlanması ile ancak mümkündür. Toplumun huzur ve güvenliğinin sağlanması, ANAYASAMIZIN 5. MADDESİNE GÖRE DEVLETİN TEMEL AMAÇ VE GÖREVLERİNDENDİR.


Haciz, cebri icra organı tarafından yapılan devlete ilişkin bir hakimiyet tasarrufu olup, icra takibinin konusu olan belli bir para alacağının ödenmesini sağlamak için, bu yolda istemde bulunan alacaklı lehine, söz konusu alacağı karşılayacak miktar ve değerdeki borçluya ait mal ve haklara, icra memuru tarafından hukuken el konulmasıdır.
 

İcra ve İflas Yasası'nın 85/son maddesinde; "Haczi koyan memur borçlu ve alacaklının menfaatlerini mümkün olduğu kadar telif etmekle mükelleftir" şeklinde ifadesini bulan hüküm ile, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, alacaklı ile borçlu arasındaki menfaat dengesinin güvence altına alınmasını amaçlamaktadır.
 

Ayrıca İİK da zaten mevcut hali ile haczedilemeyen mal ve haklar mevcuttur. Şikayet ve dava yolu ile borçlunun hakları ve menfaatleri zaten  korunmaktadır.
 

Alacaklı ile borçlu arasında, yasayla gözetilmesi gereken denge, borcun  ödenmesi hususunun borçlunun arzu ve takdirine bırakılmayıp, cebri icra güvenceleri ile alacaklı yararına takdir edilmesidir. Anayasa mahkemesi kararları ve yargısal içtihatler bu yöndedir.
 

Tasarı şayet yasalaşırsa
, alacaklı ile borçlu arasındaki yukarıda zikredilen  dengeyi bozacak, genelin menfaatini zedeleyecektir.  Kanunlaşacak bu düzenleme, borçluların ekonomik ve sosyal hayatını korumaktan öte kamu düzenini bozmaktadır. Zira borçlu ile alacaklı dengesi borçlu lehine bozulmakla kamu düzeni bozulmuştur. Korunmaya değer olan, haklı olan alacaklının menfaatidir. Kanunlaşacak tasarı ile hak kaybına uğrayan, mağdur olan ve alacağını alabileceği en önemli yollardan birinden mahrum kalan alacaklı olacaktır.   
 

Burada genelin menfaatinin korunması ve kamu düzeninin sürekliliğinin sağlanabilmesi esas olmalıdır. Mevcut düzenlemeler, kamu düzenini korumakta olup, sosyal adalet ilkesi göz önünde bulundurulmaktadır. Buna aykırı düzenlemeler, alacaklı borçlu dengesini borçlu lehine bozacaktır ve bozmuştur da.  Borçlanma özendirilecek, cebri icranın etkinliğinin zayıflaması ile birlikte, borç ödememe alışkanlık haline gelecektir. Bu durum aynı zamanda sosyal adalet ilkesini de zedelemektedir. Esas olan, hakkaniyete, adalete, sosyal barışa uygun düzenlemeler yapmaktır.  
 
           
Tasarı, Anayasa’ya aykırı olduğu gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırıdır. Tasarı, eğer yasalaşırsa meriyet kazanacak bu düzenleme, hak arama yollarını da tıkamış olacaktır.
 
           
AİHS nin 13. Maddesi herkesin etkili bir yargı yoluna başvurma hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. AİHS ne hakim olan düşünce hak aranmasını etkin bir şekilde sağlanmasına yöneliktir. Nitekim mahkeme bir kararında şöyle demektedir.
           

(
AİHM, kararların uygulanmasının yargılamanın bütünleyici parçasını teşkil etmesi gibi, "medeni hak ve yükümlülüklerin" belirlenmesi için ilk derece ve temyiz mahkemelerine erişim ile beraber mahkemeye gitme hakkının da (bkz. Kreuz - Polonya, 28249/95), icra davasına erişim hakkını eşit derece koruduğu kanısındadır (bkz., gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra, Manoilescu ve Dobrescu - Romanya, 60861/00).
….
           
Öte yandan, AİHM, uygulanan sınırlamaların, bireye bırakılan erişimi, hakkın esasına zarar gelecek ölçüde sınırlamaması ya da azaltmaması sebebiyle memnun olmalıdır. Ayrıca, haklı bir amaç gütmeyen ve başvurulan yollar ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmayan bir sınırlama, 6 k 1. Madde ile uyumlu olmayacaktır (bkz. Waite ve Kennedy - Almanya [BD], 26083/94 ve Apostol - Gürcistan, 40765/02).

           
AİHM, AİHS'nin 6 k 1. Maddesi kapsamındaki etkili hakları güvence altına alma yükümlülüğünün yerine getirilmesinin, yalnız müdahale olmaması anlamına gelmediğini, Devlet'in olumlu bir faaliyette bulunmasını gerektirebileceğini de yineler. …. Devlet'in, kararların uygulanması için hem hukuken hem de uygulamada etkin bir yöntem belirleme yönünde genel ya da özel her türlü uygun tedbiri alma yükümlülüğünden (pozitif yükümlülük) kaçındığı kanısındadır (bkz. Fuklev - Ukrayna, 71186/01” (Esas : 25321/02 Tarih : 26.06.2007)
           
           
Görüldüğü üzere mahkeme, devletin hak aramayı etkin kılabilecek pozitif yükümlülükleri olduğu görüşündedir. Oysaki tasarı, hak aramayı değil etkin hale getirmek, hak aramayı ortadan kaldıracaktır. Yapılması gereken aslında hak aramayı etkin kılacak pozitif düzenlemeler, cebri icranın etkinliğini artıracak ek yaptırımlar  yapma noktasında katkıda bulunmaktır. Her gözyaşı bir mağduriyet belirtisi değildir.


Hakka erişimi zaafa uğratan düzenlemeler, “mülkiyet hakkının ihlaline” yönelik düzenlemelerdir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, "alacağı" "mülk" olarak nitelemiştir. Devlet mallarının haczedilemeyeceğine ilişkin hükmü AİHM, 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlali olarak değerlendirmiştir. (TÜTÜNCÜ VE DİĞERLERİ/Türkiye Davası)  

           
AİHS m. 13 etkili bir mahkeme yoluna başvuruyu düzenlemektedir. İcra İflas Kanun'unda değişiklik öngören tasarı şayet yasalaşırsa, cebri icranın etkinliği iyice azalacak ve takip hukuku zaafa uğrayacaktır.  
 

Alacaklı borçlu menfaat dengesini borçlu lehine aşırı derecede bozan hükümler bu manada AİHS aykırıdır. Hapis cezasının sosyal devlet ilkesi ile çeliştiğine ilişkin iddialar da doğru değildir. Sosyal devlet ilkesi, devlete yükümlülükler  yükler; vatandaşı hakkından vazgeçmek ve kullanabileceği takip hukukunu zaafa uğratmak suretiyle fedakarlık yapmaya değil. 
          
Tasarı yasalaşırsa bu düzenleme, hem hukuku ters yüz edecek, hem sosyal barışı ve kamu düzenini bozacak hem de ekonomik hayatı bitirecektir.
 

Kaldı ki ev eşyası haczi, uygulamayı bilmeyenler tarafından çok dramatize edilmektedir. Bugüne kadar kimsenin perdesini vb eşyasının haczedilmemiştir. Bunlar zaten uygulamada  olmamaktadır. Cebri icranın bir amacı vardır: Tahsilâtı gerçekleştirmek. Borçlu kişi eşyasının haczedileceği korkusu ile borcunu ödemektedir.  Deniliyor ki;  haciz,  bir tehdit aracı olarak ve gerçek amacı dışında bir tazyik olarak uygulanmaktadır.  Bu mantıklı bir argüman olarak görülse de gerçekte böyle değildir. İcra dediğimiz şey zaten budur. Adından da anlaşılacağı üzere cebri icra. Borçlunun ev eşyası haczedilip götürüp satıldığında mı o zaman haciz, gerçek amacına ulaşmış olacaktır. Her kanun bir tazyiktir. Böyle olmasa neden kanun yapıyor ve kurallar koyuyoruz.  “Her insan dürüsttür ve doğruları yapar” düşüncesi ile hareket edip onları kanunlarla bir şey yapmaya zorlamamak gerekir. Ayrıca kanunlarımız da çokça haczedilemeyen kalemler var. Haciz artık istisna olmuştur.  
 
           

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Kamuran EMRE tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)