Tutukluluk süresi uzadıkça, tutma için gerekli olan şüphenin seviyesinin de o ölçüde artmasının gerekeceğini bildiren Anayasa Mahkemesi, 17.12.2015 tarihli ve 2013/2947 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden “Genel Kurul” olarak verdiği ilke kararında; 

1- Kaçma şüphesi, adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı, kuvvetli suç şüphesi, isnat edilen suçun katalog suçlardan olması gibi benzer gerekçelerle tutukluluğun devamına karar veren Yerel Mahkeme ve itiraz merciinin, başvurucunun kişisel durumunu dikkate almadan genel ifadelerle tahliye taleplerini reddetmesi,


Kararın 66. paragrafına göre;
 “Tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerde suçun katalog suçlardan olması önemli bir yer tutmaktadır. 5271 sayılı Kanunun 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında başvurucuya atfedilen suçun da aralarında bulunduğu bazı suçlar için tutuklama nedenlerinin varlığı hakkında yasal bir karinenin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (kaçma veya delilleri değiştirme ve tanıkları, mağdurları ve diğer kişileri baskı altına alma tehlikeleri). İHAM’ın da vurguladığı gibi kanunun tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngörmesi durumunda bile kişi özgürlüğüne müdahaleyi gerektiren somut olguların varlığının ikna edici biçimde ortaya koyulması gerekir  (Contrada/İtalya, B. No: 27143/95, 24/8/1998, §§ 58-65).

Bu bağlamda İHAM, her türlü otomatik tutuklama sisteminin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile uyumlu olmadığını belirtmektedir (IIijkov/Bulgaristan, B. No: 33977/96, 26/7/2001, § 84). Ancak somut olayda tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda, tutukluluğun devamına ilişkin somut olguların varlığının ortaya koyulmadığı ve sadece isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanunun 100. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamındaki katalog suçlardan olması hususuna atıf yapıldığı görülmektedir (Benzer yöndeki İHAM kararı için bkz. Galip Doğru/Türkiye, B. No: 36001/06, 28.4.2015, § 58)”.


2- Oysa kanunda öngörülen cezanın ağırlığının, kaçma riskinin değerlendirilmesi sırasında kabul edilebilecek bir unsur olmakla birlikte, bu unsurun tek başına tutukluluğu haklı gösterecek yeterlilikte olmadığı,


Kararın 67. paragrafının ilk iki cümlesinde belirtildiği üzere; 
Derece Mahkemelerinin tutukluluğun devamına ilişkin olarak ayrıca kaçma ve delilleri değiştirme tehlikesinden, bu tehlikenin varlığına ilişkin herhangi bir açıklama yapılmaksızın söz ettikleri ve zaman zaman kanunda öngörülen cezanın ağırlığı nedeniyle kaçma riskinin olabileceğini belirttikleri görülmektedir. Oysa Kanunda öngörülen cezanın ağırlığı, kaçma riskinin değerlendirilmesi sırasında kabul edilecek bir unsur olmakla birlikte bu unsurun, tek başına tutukluluğu haklı gösterecek yeterlilikte olmadığı açıktır”.

3- Tutukluluk süresi uzadıkça, tutma için gerekli olan şüphenin seviyesinin de o ölçüde artmasının gerekeceği,


Kararın 67. paragrafının 3 ve 4. cümlelerinde bu hukuka aykırılık; “Kuvvetli suç şüphesinin var olduğu yönündeki gerekçeler ile ilgili olarak ise ilk tutuklama tedbirinin uygulandığı tarihte bu gerekçenin yeterli olduğu söylenebilir, ancak tutukluluk süresi uzadıkça tutma için gerekli olan şüphenin seviyesinin de o ölçüde artması gerekir. Bu bağlamda; İlk Derece Mahkemeleri ilk tutuklama tedbirinin üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, başlangıçta var olduğu kabul edilen kuvvetli suç şüphesini doğrulayacak ya da destekleyecek herhangi yeni bir unsura değinmemiştir.” şeklinde açıklanmıştır.


4- Yerel Mahkemenin, ilk tutuklama tedbirinin üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, başlangıçta var olduğu kabul edilen kuvvetli suç şüphesini doğrulayacak ya da destekleyecek herhangi bir yeni unsura değinmediği,


5- Birbirine benzer gerekçelerin kullanıldığı tutukluluğun devamına ilişkin kararların, başlangıçta yeterli olduğu ileri sürülse de, başvurucunun 2 yıl 2 ay 28 gün hürriyetinden mahrum bırakılmasını haklı kılacak nitelikte olmadığı,


Sonucuna varmış ve 2 yıl 2 ay 28 günlük tutukluluk süresinin (uzun/makul olmayan tutukluluk süresi gerekçesiyle) Anayasa m.19/7 uyarınca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir.


“Başlangıçta var olduğu kabul edilen kuvvetli suç şüphesini doğrulayacak ya da destekleyecek herhangi bir yeni unsura değinilmediği” gerekçesi ile yaklaşık iki buçuk yıldır uzayan tutukluluğu kişi hürriyetine aykırı bulan Anayasa Mahkemesi; tutukluluğun devamına ilişkin kararlarında, başvurucunun tutukluluk halinin devam ettirilmesini haklı kılacak herhangi bir yeni unsura da değinilmediğini tespit edip, uzayan tutukluluk sürecinde tutuklama tedbirinin ön şartı olan kuvvetli suç şüphesinin, tutuklamanın başlangıcına veya bir önceki devamına göre aynı ölçüde artmadığından, aynı şüphe ve gerekçelerle devam eden tutukluluk sebebiyle Anayasa m.19/7’de güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.


Özetle; tutukluluk süresinin uzaması için lüzumlu olan şüphenin seviyesinin/ölçüsünün artmasını gerektirecek veya başlangıçta var olduğu kabul edilen kuvvetli suç şüphesini doğrulayacak veya destekleyecek aleyhe yeni unsur ve delilin bulunmadığı durumda, tutukluluk sürecinin uzatılması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali niteliği taşır.


Ayrıca;


Davanın esası ile koruma tedbiri niteliği taşıyan tutuklamanın şartları birbirine karıştırmamalı ve tutuklama ceza yerine uygulanmamalıdır. Yargılamanın devam etmesi ve sonuçlandırılması başka, bir koruma tedbiri olarak uygulanan tutuklamanın amacı başkadır. Sanığın tutuklu veya tutuksuz yargılanması; davanın sonunda mahkum edileceği veya edilmeyeceği anlamına da gelmez.


Tutukluluk için öngörülen 2+1=3 yıl yerine, hatalı şekilde uzama süresi ana süresinden uzun olarak 2+3=5 yıl uygulanan CMK m.102/2’de yer verilen azami tutukluluk süresi, sonuna kadar kullanılacak keyfi bir süre olmayıp, sanığın tutuksuz yargılanma hakkı, Anayasa m.19/7 uyarınca her durum ve şartta gözetilmeli, suçsuzluk/masumiyet karinesinin korunması amacıyla sanığın mümkün olan ilk aşamada tutuksuz yargılanması sağlanmalıdır. Tutuklunun adaletten kaçma ihtimali ileri sürülse bile; bu şüphenin, uzayan tutukluluklarda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunması adına, tutukluluk ile aynı şartları taşıyan adli kontrol tedbirinin tatbiki ile yenilmesi/aşılması mümkündür.




Kaynak: Haber7