Türk vatandaşlığını kaybettirme, kamuoyunda bilinen adıyla vatandaşlıktan çıkarma 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 29. maddesinde düzenlenmiştir.
 
06.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 680 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 75. maddesi, Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun “Türk vatandaşlığını kaybettirme” başlıklı 29. maddesine 2. fıkra ve yeni bir sebep eklemiştir. Bu fıkraya göre; “26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302 nci, 309 uncu, 310 uncu, 311 inci, 312 nci, 313 üncü, 314 üncü ve 315 inci maddelerinde yazılı suçlar nedeniyle hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen ve yabancı ülkede bulunması nedeniyle kendisine ulaşılamayan vatandaşlar, bu durumun soruşturma aşamasında cumhuriyet savcısı veya kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından öğrenilmesinden itibaren bir ay içinde vatandaşlıklarının kaybettirilmesi amacıyla Bakanlığa bildirilir. Bakanlıkça Resmi Gazetede yapılan yurda dön ilanına rağmen üç ay içinde yurda dönmemeleri halinde, bu kişilerin Türk vatandaşlıkları Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla kaybettirilebilir.”
 
Hükümde vatandaşlığın kaybettirilmesi kapsamında sayılan suçlar; Devletin birliğini ve Ülke bütünlüğünü bozmak, Anayasayı ihlal, Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı suç, Hükümete karşı suç, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne karşı silahlı isyan, silahlı örgüt kurma, yönetme, bu örgüte üye olma, üyesi olmadığı örgüt adına suç işleme, üyesi olmadığı örgüt adına bilerek ve isteyerek yardım etme, örgüt propagandası yapma ve örgüte silah sağlama olarak sıralanmıştır. Bu suçlardan örgüt üyeliğinin, üyesi olmadığı örgüt adına suç işlemenin, üyesi olmadığı örgüt adına bilerek ve isteyerek yardım etmenin ve örgüt propagandası yapmanın, Türk vatandaşlığını kaybettirme gibi ağır bir sonucun kapsamına alınmaması gerektiği ileri sürülebilir, ancak bu hükmün tedbir niteliği taşıdığı ve hedefinin de yurtdışında bulunan şahsı adalet önüne çıkarmak olduğu gözardı edilmemelidir. Hükümde, makul süre aranan ve bulunamayan, yurtdışında olması sebebiyle kendisine ulaşılamayan failin Yurda getirilmesi ve adalet önüne çıkarılması amaçlanmaktadır.

Kaçak şüpheli veya sanık olup da Türk Adaleti’nin davetine icabet etmeyen, soruşturma ve kovuşturmaların tamamlanmasını geciktiren vatandaşların Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşlerinin sağlanması amacıyla öngörülen, her ne kadar tedbir gibi gözükse de “yaptırım” özelliği taşıyan vatandaşlıktan çıkarma (Türk vatandaşlığını kaybettirme), ancak İçişleri Bakanlığı’nın teklifi ve Bakanlar Kurulu’nun kararı ile mümkün olabilecektir.
 
Kaçakların kendilerine yapılan uyarıya rağmen Yurda dönmemeleri nedeniyle yargılamaları tamamlanamadığı için vatandaşlıktan çıkarılmaları, esasında yargılamaların tamamlanabilmesine yardımcı olmayı hedeflemektedir. Sorgusu yapılamayan şüpheli veya sanık hakkında tutuklama ve mahkumiyet kararı verilemeyeceğinden, vatandaşlıktan çıkarmanın yargılamaları çıkmaza sokacağı ve neticesiz bırakacağı iddia edilse de, şüpheli veya sanığın vatandaşlıktan çıkarılması ile bu kişilerin Türkiye Cumhuriyeti’ne iade edilmeleri veya yakalanıp Yurda getirilmeleri birbirinden farklı meselelerdir, yani vatandaşlıktan çıkarma iadeyi veya yargılanmayı engellemez.
 
Vatandaşlıktan çıkarılmaya dair düzenlemenin KHK ile getirilip getirilemeyeceği ve bunun Anayasa m.15/2’ye, 66’ya ve 91’e aykırı olduğu ileri sürülse de, olağanüstü hal veya sıkıyönetim dönemlerinde KHK’larla kişi hak ve hürriyetlerine, Anayasa m.15/2 ve bizce m.13’ü esas almak suretiyle olağan hukuk düzenine nazaran kısıtlamalar getirilebilmektedir. Bu kapsamda, ilgili KHK hükmünün Anayasa dayanağına sahip olduğu söylenebilir.
 
Vatandaşlık Kanunu’nun 29. maddesinin ikinci fıkrasına göre; Devletin güvenliğine karşı suç işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülüp de yabancı ülkede bulunması nedeniyle kendisine ulaşılamayan, yani hakkında yakalama kararı çıkarılan, hatta Interpol vasıtasıyla uluslararası araması bulunan, iade prosedürüne başvurulup sonuç alınamayan veya kendisine ulaşılamayan, esas itibariyle yurtdışında bulunup makul bir süre araması ve adalet önüne çıkarılması sağlanmaya çalışılan, fakat sonuç alınamayan Türk vatandaşları, soruşturma aşamasında cumhuriyet savcısı veya kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından bu durumun öğrenilmesinden, soruşturma veya dava dosyalarına bu konuda gerekli belgeler gelip şüpheli veya sanığın durumunun karar altına alınmasından itibaren bir ay içinde vatandaşlığın kaybettirilmesi amacıyla İçişleri Bakanlığı’na bildirimde bulunulacak, bu bildirim üzerine Bakanlık Resmi Gazete’de “Yurda dön” ilanı yapacak ve bu ilan tarihinden sonra üç ay içinde şüpheli veya sanık Yurda dönmezse, Bakanlığın görüşünü de içeren Türk vatandaşlığını kaybettirme teklifi Bakanlar Kurulu’na sunulacak, Bakanlar Kurulu da teklifin şekil ve şartlarına bakarak, ancak mahkemenin bildirimi ve Bakanlığın teklifi ile bağlı olmaksızın, şüpheli veya sanığın vatandaşlığının kaybettirilmesini, ya kabul edecek veya reddedecek veya beklemeye alacaktır.
 
Cumhuriyet savcısı veya mahkeme, Vatandaşlık Kanunu’nun 29. maddesinin 2. fıkrası uyarınca şartları oluşan şüpheli veya sanığın vatandaşlığının kaybettirilmesi için İçişleri Bakanlığı’na bildirimde ve Bakanlık da gerekli ilandan sonra Yurda dönmeyen hakkında Bakanlar Kurulu’na teklifte bulunmak zorundadır. Vatandaşlığın kaybettirilmesi konusunda Bakanlar Kurulu’nun kabul zorunluluğu yoktur, çünkü bu konu Vatandaşlık Kanunu m.29/2’nin son cümlesine göre tümü ile Bakanlar Kurulu’nun takdir ve değerlendirmesine bırakılmıştır.
 
Vatandaşlıktan çıkarılan şüpheli veya sanığın yargılanması son bulur mu? Hayır bulmaz, yargılama süreci aynen devam eder, ancak şüpheli bulunamadığında kamu davası açılmayabilir veya açılsa bile hakkında dava yürümez, yani yakalanıp mahkeme önüne çıkarılması veya uluslararası adli yardımlaşma usulü ile bulunduğu yabancı ülkede yargılanması sağlanır. İddiaya konu suçun yer olan Türkiye Cumhuriyeti’nde şüpheli veya sanığın yargılanması sağlanıp, maddi hakikate ve adalete ulaşılması önemlidir.
 
Toplu vatandaşlıktan kaybettirilme yapılamaz. Her bir şüphelinin ve sanığın durumu ayrıca değerlendirilir. Vatandaşlık Kanunu m.29/2 uyarınca vatandaşlığı kaybettirme otomatik, yani savcılığın, mahkemenin veya İçişleri Bakanlığı’nın talep ve tekliflerine bağlı olmayıp, bu konuda karar mercii yürütme organı olan Bakanlar Kurulu’dur.
 
Vatandaşlığı kaybettirilen kişinin Yurda iadesi mümkün olabilir mi? İade ile vatandaşlığı kaybettirmenin doğrudan bir ilgisi yoktur. Ancak Türk vatandaşlığını kaybeden kişi vatansız kalacağından, bulunduğu ülkede siyasi iltica talebinde bulunup yabancı ülke vatandaşlığını elde etmeye çalışabilir. Bu gerçekleşirse; iade kuralı tersine işleyecek, Türk vatandaşlığını kaybedip yabancı ülke vatandaşlığını kazanan şüpheli veya sanığın iadesi, “vatandaş iade edilemez” prensibi gereğince Türkiye Cumhuriyeti lehine gerçekleşmeyecektir.
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin Vatandaşlık Kanunu m.29/2’ye bu tip bir kural koymasının sebebi, hem hukuki zorlamaya ve hem de uluslararası alanda siyasi saiklere dayanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlığını kaybettirdiği bir kimseye yabancı ülkenin vatandaşlık vermesi halinde, bu husus Türkiye Cumhuriyeti tarafından içişlerine karışmak sayılabileceği gibi, yabancı ülkenin konu ile ilgili niyetini de ortaya koyacaktır. Gerek Amerika Birleşik Devletleri ve gerekse Avrupa ülkeleri bugüne kadar, Türkiye Cumhuriyeti ile aralarında bulunan iade sözleşmeleri olduğu halde, iade etmeleri gereken şüpheli ve sanıkları iade etmekten imtina etmiştir. İade etmemenin nedeni temelde siyasi saik içerdiği halde, yabancı ülkeler türlü hukuki bahanelerin arkasına sığınmayı tercih etmiştir.
 
Vatandaşlığı kaybettirme, Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren hüküm ifade eder; kaybettirme kararları şahsi olup, ilgilinin eş ve çocuklarını etkilemez (Vatandaşlık Kanunu m.30).
Vatandaşlığı kaybettirme ile Vatandaşlık Kanunu m.31’de düzenlenen Türk vatandaşlığının iptali farklıdır. Türk vatandaşlığının iptali; Türk vatandaşlığı kazanma kararının, ilgilinin yalan beyanı veya vatandaşlığı kazanmasına esas teşkil eden önemli hususları gizlemesi ile vuku bulmuşsa, kazanma kararını veren makam tarafından iptal edilir. Bu karar, ilgilinin eş ve çocuklarını da ilgilendirir ve bu kişilerin malları tasfiye edilir (Vatandaşlık Kanunu m.32 ve 33).
 
Vatandaşlığın kaybettirilmesinde malların tasfiyesi vatandaşlığın iptaline olduğu gibi gündeme gelmeyecekse de, Türk vatandaşlığı haklarını kaybeden, bu kapsamda seçme ve seçilme, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışma, dilekçe verme gibi hakları kaybeden kişi, aynı zamanda T.C. kimlik numarasını da kaybedeceğinden, Türkiye Cumhuriyeti’nde tasarruf gerçekleştiremeyecektir. Bu kişilerin vatansızlıkları devam ettiği sürece tasarrufla ilgili sorun yaşamaya devam edecekler, ancak bir başka ülkenin vatandaşlığını kazandıklarında “yabancı” statüsünde işlem yapabileceklerdir.
 
Bununla birlikte; “Kaçağın tanımı” başlıklı CMK m.247’yi, “Zorlama amaçlı elkoyma ve teminat belgesi” başlıklı Ceza Muhakemesi Kanunu m.248/1’i, bu hükümlerde 6763 sayılı Kanunun 33. ve 680 sayılı KHK’nın 12. ve 13. maddeleri ile yapılan değişiklikler, ayrıca 668 sayılı KHK m.3/1-b gözardı edilmemelidir. Her ne kadar CMK m.247 ve 248’de yapılan değişikliklerle 668 sayılı KHK m.3/1-b, doğrudan ilgilinin vatandaşlık haklarına tesir etmese ve Vatandaşlık Kanunu’nun 29. maddesi de doğrudan bu saydığımız hükümlerle ilgili olmasa da, sonuçta tüm bu düzenlemeler, yürütülen bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında şüpheli veya sanığa baskı yapılarak adalet önüne çıkarılmasını sağlama amacını taşımaktadır. Ancak CMK m.247 ve 248’de yapılan kalıcı değişikliklerin olağanüstü hal döneminde çıkarılan 680 sayılı KHK ile değil, bir kanunla yapılması isabetli olurdu.
 
680 sayılı KHK m.12: 5271 sayılı Kanunun 247. maddesinin 2. fıkrasının (b) bendine “başvurmayan” ibaresinden sonra gelmek üzere “şüpheli veya” ibaresi eklenmiştir.

Açıklama: Bu değişiklikle CMK m.247 ve 248. maddelerde düzenlenen kaçakların yargılanması usulü; sadece kovuşturma aşamasında değil, soruşturma aşamasında da uygulanabilecektir. Böylece, yurtiçinde saklanan veya yurtdışına kaçan veya yurtdışında bulunan kaçak şüpheli veya sanığın yargılanması amacıyla savcılığa ve mahkemeye getirilmesi için zorlayıcı ve kolaylaştırıcı usullerin önünün açılması hedeflenmiştir. Kaçak şüpheli veya sanık hakkında yargılama yapılabilmesi mümkün olsa da, sorgusu yapılmamış sanığın mahkumiyetine karar verilemeyeceğini, çünkü ceza yargılaması sisteminde yoklukta yargılama ve mahkumiyet usulünün öngörülmediğini, yani savunma hakkını kullanmayan, kendisine savunma hakkı usule uygun şekilde kullandırılmayan, iddiaya ve delillere karşı diyecekleri ve savunması alınmayan sanığın mahkumiyetine karar verilemeyeceğini ifade etmek isteriz. CMK m.247’nin üçüncü fıkrası “Kaçak sanık hakkında kovuşturma yapılabilir. Ancak, daha önce sorgusu yapılmamış ise, mahkumiyet kararı verilemez.” şeklinde olup, maddenin diğer fıkralarına benzer bir değişikliğe gidilmemiştir. Esasında böyle bir değişikliğe gerek yoktur, çünkü kural olarak soruşturma şüphelinin gıyabında yürütülür. Kanaatimizce bu maddede yapılan değişikliğin sebebi, aşağıda kısaca açıklanan CMK m.248’de öngörülen elkoymanın soruşturma aşamasında da tatbik edilebilmesine imkan sağlanmasıdır. 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 29. maddesine 2. fıkra olarak eklenen ve yabancı ülkede bulunup da Devletin güvenliğine, Anayasa ile kurulu düzenine karşı suçlar ile terör suçlarını işledikleri iddiası ile soruşturulan ve kovuşturulan kişilerin vatandaşlıktan çıkarılmaları, CMK m.247 ve 248’de gündeme gelecek kaçak şüpheli veya sanıkların yargılanmasından farklı bir düzenlemedir. Türk Vatandaşlığı Kanunu’na eklenen düzenlemenin, ilk bakışta CMK m.247 ve 248’den bağımsız olduğunu ifade etmek isteriz.
 
680 sayılı KHK m.13: 5271 sayılı Kanunun 248. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Kaçak sanığın”  ibaresi “Kaçağın” şeklinde değiştirilmiştir.
 
Açıklama: Maddede yapılan değişiklikle, kaçak olduğuna karar verilen şüphelinin cumhuriyet savcısına başvurmasını sağlamak amacıyla Türkiye’de bulunan mallarına, hak ve alacaklarına, amaçla orantılı olarak elkoyulabileceği ve gerektiğinde kayyım atanabileceği kabul edilmektedir. Değişiklikten önce bu hüküm sadece kaçak sanıklar yönünden tatbik edilebilmekte idi. Bu tedbir sadece maddede katalog halinde sayılan suçlar yönünden uygulanabilir. Soruşturma aşamasında henüz iddiaya konu suçun net bir şekilde hukuki nitelendirmesinin yapılmadığı, delillerin tam olarak toplanmadığı dikkate alındığında bu madde ile ilgili soruşturmada özenli davranılması gerektiğini, sırf bu maddenin tatbik edilmesi için katalogda yer alan suçlardan birisinin soyut şekilde gerekçe gösterilmesinin doğru olmayacağını, şüphelinin kaçak olduğuna karar verildiği anda mevcut delil durumunun hangi suçu işaret ettiğinin delil ve gerekçesiyle açıklanmasının uygun olacağını, aksi halde kolay uygulama yoluyla “kaçak” kavramının geniş tatbikine yol açacağını, aynı şekilde kovuşturma aşamasında da benzer özen ve dikkatin gösterilmesi gerektiğini ifade etmek isteriz.
 
CMK m.248/1’e göre;
Cumhuriyet savcısına başvurmasını veya duruşmaya gelmesini sağlamak amacıyla Türkiye'de bulunan mallarına, hak ve alacaklarına amaçla orantılı olarak cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi veya mahkeme kararıyla elkoyulabilir ve gerektiğinde idaresi için kayyım atanır. Elkoyma ve kayyım atama kararı müdafiine bildirilir”.
 
668 sayılı KHK m.3/1-b’ye göre;
“(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;

b) Hakkında yürütülen soruşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacıyla yurtiçinde saklanan veya yabancı ülkede bulunan ve bu nedenle cumhuriyet savcılığı tarafından kendisine ulaşılamayan şüpheliye de kaçak denir. Bu kişiler hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 247 nci ve 248 inci maddelerinin ikinci fıkraları uygulanmaz”.

Bu hükümlere göre; 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen suçları işlediği iddiası ile soruşturulan ve kovuşturulanların malvarlığına elkoyulması mümkündür ve bu konuda CMK m.248/2’de öngörülen şartlar aranmayacaktır.

668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin 1. fıkrasında geçen “toplu suç” kavramının tanımı, CMK m.2/1-k hükmünde yapılmakla, soruşturmada veya kovuşturmada üç veya daha fazla sanıkla işlendiği iddia edilen suç varsa, “toplu suç” ibaresine yer veren 668 sayılı KHK m.3/1-b’nin ve dolayısıyla CMK m.247 ve 248’in tatbiki gündeme gelecektir. 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen suçların işlendiği iddiası gündeme geldiğinde; CMK m.248/2’de öngörülen katalog suç hükümleri uygulanmaksızın CMK m.247 ve 248/1’in tatbiki yoluna gidilerek, şüpheli veya sanığın mal, hak ve alacaklarına elkoyulacaktır. Kısaca; suçun Devletin güvenliğine karşı işlenmiş suçlardan olmasına gerek olmayıp, toplu şekilde işlenen kasıtlı suçların tümü 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin kapsamındadır.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)