Ceza Muhakemesi Kanunu m. 201 “Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir. “ şeklinde düzenlenmiştir.

İlgili düzenlemeden görüldüğü üzere vekil ya da müdafi sıfatı kazanmış avukatın fıkrada sayılan ilgililere doğrudan soru sorma hakları vardır. Bu hak bir başkası aracılığı ile değil, doğrudan doğruda vekil ya da müdafi tarafından soru sorulmak suretiyle kullanılmalıdır.

Vekil ve müdafi tanımı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 2. fıkrasında belirtilmiş olup bu düzenlemeye göre vekil “katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu kişiyi ceza muhakemesinde temsil eden avukatı”, müdafi ise “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” ifade etmektedir.

Uygulamada bazen doğrudan soru hakkı vekil ya da müdafi sıfatı kazanan avukata verilmemekte, hakim ya da mahkeme başkası aracılığı ile soru sorulması kendisinden istenilmektedir. Şunu çok açık söylemek gerekir ki böyle bir uygulama ilgili düzenlemeye açıkça aykırıdır.

Uygulamada bu hususta gerçekleştirilen bir başka durum ise gizli soruşturmacı görevlendirilen dosyalarda kendini göstermektedir. Gizli soruşturmacıya kimliğinin ortaya çıkacağından bahisle çoğu zaman soru sordurulmamaktadır.

Oysa CMK m. 58/2 ve 58/3 bu hususu “Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır. Kimliği saklı tutulan tanık, tanıklık ettiği olayları hangi sebep ve vesile ile öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlüdür. Kimliğinin saklı tutulması için, tanığa ait kişisel bilgiler, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından muhafaza edilir. Hazır bulunanların huzurunda dinlenmesi, tanık için ağır bir tehlike teşkil edecek ve bu tehlike başka türlü önlenemeyecekse ya da maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından tehlike oluşturacaksa; hâkim, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan da tanığı dinleyebilir. Tanığın dinlenmesi sırasında ses ve görüntülü aktarma yapılır. Soru sorma hakkı saklıdır.” şeklinde düzenlemiştir.

Nitekim AIHM İsgro – İtalya kararında “duruşmada tanığa doğrudan soru hakkı kısıtlanan İsgro’nun haklı olduğunu ve bu hususun AİHS m. 6/3-d ihlali olduğunu belirtmiştir.

Yine buna benzer bir kararda haklarında verilen mahkumiyet kararının temel teşkil ettiği gizli soruşturmacılara karşı doğrudan soru sorma hakkı elinden alınan Lüdi’nin başvurusu haklı bulunmuş ve doğrudan soru sorma hakkı elinden alındığı için bu eylemin AİHS 6/1 ve 6/3-d maddesine aykırı olduğu kararı verilmiştir.

Bir başka AİHM kararında ise mahkeme “Kimliği açıklanmayan tanığın vermiş olduğu ifadenin teknik imkanlarla sanık ya da avukatına aktarılması ve tanıklara soru sorma imkanının tanınması” gerektiğini açıkça belirtmiştir.[3]

Yargıtay’ da benzer bir kararında “GS .......... sicil numaralı tutanak düzenleyicisinin ve tutanakta imzası bulunan GS........... sicil numaralı tutanak düzenleyicisinin usulüne uygun olarak, sanığa ve müdafilerine soru sorma hakkı da tanınarak duruşmada tanık olarak dinlenilmesi, sonucuna göre tüm deliller birlikte tartışılarak sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması,”[4] hususunu bozma sebebi yapmıştır.

Yukarıda kısaca açıkladığım üzere CMK m. 201 gereğince vekil ya da müdafi doğrudan maddede belirtilen kişilere soru sorabilir. Bunun yanında gizli soruşturmacının tanık olarak dinlenmesi durumunda dahi bu hakkı elinden alınamaz. Mahkeme kimliğinin ortaya çıkmaması için gerekli önlemleri alarak sesli aktarma yapmak suretiyle doğrudan soru sorma hakkına aykırı davranmamalıdır.

-------------------------------

[1] İsgro vs İtalya, 19.02.1991 Tarihli Kararı.

[2] Lüdi vs İsviçre, 15.06.1992 Tarihli Kararı.

[3] Artner vs Avusturya, 28.08.1992 Tarihli Kararı.

[4] Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 2015/4442E., 2015/33433K., 23.12.2015 T.