AİHS, m. 2 “Yaşam (Hayat) Hakkı” başlığı altında düzenlenmiş olup,

“1.  Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile  cezalandırdığı  bir  suçtan  dolayı  hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.

2.  Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda meydana gelmişse bu maddenin ihlali suretiyle yapılmış sayılmaz.

a.  Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunması için;

b.  Usulüne uygun olarak yakalamak veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir kişinin kaçmasını önlemek için;

c.  Ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması için.”

Madde hükmüne göre yalnızca yaşam hakkı güvence altına alınmamış, öldürme eyleminin ne zaman meşru sayılacağının da altı çizilmiştir.[1] Burada üzerinde durulması gereken husus ise devletin yaşam hakkını koruma altına almasının yanında bir başka sebeplerden dolayı vatandaşlarının ölmesinde etkin bir önlem alıp almaması noktasında toplanmaktadır. Burada bu husus üzerinde duracağım.

Yukarıda kısaca bahsettiğim üzere bireylerin yaşam hakkı üzerinde devletlerin negatif ve pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Negatif yükümlülük, kısaca öldürme yasağıdır yani bir başka ifade ile maddede sayılan istisnai haller dışında bireyin öldürülmemesini ifade eder.[2]

Devletin negatif yükümlülüğü noktasında AİHM vermiş olduğu birkaç kararı örnek verecek olursak; “Çakıcı / Türkiye davası; “Maktulün yakınları olan başvurucular, gözaltında işkence nedeniyle ölüm iddiasında bulunmuşlar; Hükümet ise maktulün hiç gözaltına alınmadığını, teröristler ile çıkan çatışmada ölü ele geçirildiğini savunmuştur. Mahkeme, hükümetin ölümde kendi kasıt ya da taksirinin olmadığı savını inandırıcı şekilde açıklayamadığına karar vermiş ve yaşam hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.” Yaşam hakkı, sadece kasten öldürme fiillerini değil, taksirli öldürme fillerini de yasaklamakta; ayrıca devletin yaşam hakkı bakımından negatif yükümlülüğünün, bireyin yaşamını tehlikeye atma yasağını da kapsadığı kabul edilmektedir.”[3] İlgili karardan da açıkça görüleceği üzere bu yaşam hakkının ihlali yalnızca kast açısından değil taksir açısından da uygulama olanağı bulmaktadır. Taksir ise kanunlarımızda Türk Ceza Kanunu m. 22/2’de tanımlanmış olup “Taksir,  dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.” İlgili karardan da görüleceği üzere yaşam hakkının ihlali kasten ve taksir açısından koruma altına alınmıştır.

Oğur / Türkiye davası; “Güneydoğu’da yürütülen askeri operasyon bekçi kulübesinden çıkan maden ocağı bekçisinin açılan ateş sonucu ölmesi olayında; Mahkeme, operasyonun ölüme neden olmayacak şekilde yürütülmediği gerekçesiyle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.” Gözaltına alındıktan sonra kaybolan kişiler konusunda ise Mahkeme, ihlal kararı vermekle birlikte ihlal gerekçesini bazı durumlarda ölüm karinesini kabul ederek yaşam hakkına, bazı durumlarda ise ölüm karinesini kabul etmeyerek özgürlük ve güvenlik hakkına dayandırmaktadır.”[4]

Asıl konumuz ise devletin pozitif yükümlüğü olduğundan bu konuyu açıklamaya geçebilirim. Pozitif yükümlülük kavramı farklı şekillerde tanımlanmakta olup en genel tanımı “temel hakların üçüncü kişiler tarafından ihlal edilmesini önlemek amacıyla devletin alması gereken önlemler” şeklindedir.[5]

Bu tanıma göre devlet, somut önlemler alarak bireylerin somut tehlikeden korunmasını, diğer yandan ise öldürme eylemlerini caydırıcı bir yaptırıma bağlayıp yasaklamasını ifade eder.[6]  Burada en önemli husus ise yaşam hakkı ihlallerinde etkin bir soruşturma yapılıp yapılmamasıdır. Etkin bir soruşturmadan bahsedebilmek için öncelikle bağımsız ve tarafsız yargı makamlarının varlığı gerekmektedir. Yapılan soruşturmanın yukarıda belirtilen öldürmeye istisna olan hallerden birinin varlığının tespitini yapması, tüm ayrıntılarını olaya göre ayrı ayrı değerlendirmelidir. Nitekim bu husus AİHM kararlarında da açıkça belirtilmiştir.[7]

Devletler sadece kasıtlı ve hukuka aykırı şekilde yaşama son vermekten kaçınmakla yetinmemeli aynı zamanda kendi yargı yetki içerisindeki kişilerin yaşamlarını korumak amacıyla, özellikle kolluk mekanizmasıyla desteklenen etkin ceza hukuku hükümlerini oluşturarak uygun adımları atmalıdır. (L.C.B. Birleşik  Krallık  Davası,  9.06.1998  tarihli  karar;  Osman Birleşik  Krallık  Davası,  no. 14/1997/798/1001,  28.10.1998  tarihli karar) Bir  bireyin  ölümünde  devletin  doğrudan  herhangi  bir   sorumluluğunun  olmaması  2. maddenin  uygulanmasına  istisna  oluşturmaz.

Kemaloğlu Türkiye Davası (no. 19986/06), 10.04.2012; Dava,  başvuranların yedi yaşındaki  oğlunun  fırtına  yüzünden  okulların  erken  kapandığı  ve  belediye otobüsünün  zamanında  gelmediği  bir  günde  eve  yürüyerek  dönmeye  çalışırken  donarak  ölmesiyle ilgilidir. Mahkeme,  yaşama  karşı  her  türlü  riskin  gerçekleşmesini  önlemek  için yetkililerin operasyonel tedbirler almasını gerektirmediğini tekrarlamakla birlikte bu  olayda, belediye otobüslerine okulların erken kapandığını zamanında haber vermeyerek, Türk yetkililer çocuğun yaşamına karşı olan riski önleyebilecek tedbirleri almamışlardır. Dolayısıyla 2. madde ihlali mevcuttur.[8]

Kayak / Türkiye Davası (no. 60444/08), 10.07.2012; Dava, bir okulun önünde bıçaklanarak öldürülen 15 yaşındaki bir çocuğun ölümüyle ilgilidir. Yetkililer,  okul  çevresini denetimini  sağlama  görevlerini  yerine getirmemişlerdir. Bu sebeple 2. madde ihlal edilmiştir.

Danıştay İdare D. Gen. Kur. 2013/4602E., 2014/1220K., 26.03.2014 tarihli kararında “04/08/2005 tarihinde İstanbul Pendik İlçesinde, Ada Tesisleri yakınında bulunan çöp konteynırına terör eylemiyle konulan bombanın patlaması sonucu, Dava konusu uyuşmazlıkta, tazminat istemine konu olan terör olayının meydana geliş şekli ve davacıların sosyo-ekonomik durumu dikkate alındığında, Mahkemece toplam 20.000,00 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine hükmedilmesinde hukuki isabetsizlik görülmemiştir.” şeklinde hüküm vermiştir.

Sonuç olarak yukarıda açıkladığımız üzere istisnai haller dışında devletin gerek negatif gerekse pozitif yükümlülüğü mevcut olup, bu husus her somut olaya göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Bununla birlikte meydana gelen olaylarda AİHM kararları gereğince devlete etkin bir soruşturma yükümlülüğü de yüklenmiştir. Umarım faydalı olmuştur. Herkese saygı ve sevgilerimle.

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Murat YILMAZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

----------------------
[1] GÖZÜBÜYÜK / Şeref, GÖLCÜKLÜ / Feyyaz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İnceleme ve Yargılama Yöntemi, 11. Ek Protokole Göre Hazırlanıp Düzenlenmiş 9. Bası, s:155.
[2] http://www.bireyselbasvuru.info/Web/Icerik.aspx?IcerikID=67 [Son Erişim Tarihi: 11.10.2015]
[3]  ÇAKICI/Türkiye Davası , Başvuru No: 23657/94, 08.07.1999
[4] OĞUR / Türkiye Davası, Başvuru No: 21594/93, 20.05.1999
[5] Metin, Yüksel, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Yaşamın ve Sağlığın Korunması ile İlgili Olarak Taraf Devletlere Yüklediği Pozitif Yükümlülükler ”,Uluslararası İlişkiler , Cilt 7, Sayı27 (Güz 2010), s. 113
[6] GÖZÜBÜYÜK / Şeref, GÖLCÜKLÜ / Feyyaz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İnceleme ve Yargılama Yöntemi, 11. Ek Protokole Göre Hazırlanıp Düzenlenmiş 9. Bası, s:160.
[7] Ergi/Türkiye, Başvuru No: 66/1997/850/1057, 28.7.1998, Güleç/Türkiye, Başvuru No: 54/1997/838/1044 27.7.1998
[8] http://www.echr.coe.int/Docum