Hasan CÖMERT
ntvmsnbc

İSTANBUL - Türkiye'nin en önemli sinemacılarından Ümit Ünal, başyapıtı 9'da olduğu gibi yeni filmi Nar'da da Türkiye'ye bakmaya devam ediyor. Ünal çoğunluğu tek mekanda geçen filminde toplum olarak benzerlik ve farklarımızı masaya yatırıyor ve bunu Nar'ın kabuğunun patlaması üzerinden yaparak bu metaforu çok etkili bir şekilde yaratıyor.

Sınıfsal bir hikaye üzerinden derdini anlatan Nar, 'vicdan' meselesine soğukkanlılıkla bakarken finale doğru artan biçimde seyircisini rahatsız eden sorular soruyor.

Ünal ile küçük detayları birbirine ekleyerek, tek bir mekandan toplumu anlatttığı filmini konuştuk.

Nar’ın birçok simgesel anlamı var ama filmdeki karşılığı bunlardan uzak galiba…
Ben simgelerden yola çıkmayı sevmiyorum. Film kendi manasını oluştursun istiyorum. Dışarıdan ithal simge değil oradakiler. Filmin hikayesini anlayınca anlaşılan bir metafor. Nar normalde bereket simegesi, doğurganlık simgesi. Ermeniler için de önemli bir simgeymiş ama ben bunu yazmaya başladıktan sonra öğrendim. Örneğin bir kişi Birhan Keskin’in dizelerini yolladı. Ama yazarken o simgelerden bağımsız düşündüm. ‘Nar görüntüsünü film içinde nasıl değerlendirdik’ benim için önemli olan o.

Ama film içinde de birden fazla anlama açılıyor Nar.
İnsanlarla bir benzerlik kurdum. Uzaktan baktığımızda herkes birbirine benziyor. Herkesin ihtiyaçları aynı. Nar tanelerine uzaktan baktığınızda da hepsi kırmızı, birbirinin aynısı gibi ama yakından köşeleri farklı, şekilleri farklı. Bir araya gelmişler. Bizi bir arada tutan da güven duygusu. Bu güven duygusu da adalet, toplumsal adalet aslında. Bir şeye inanmamız lazım ki, iyiliklerin, başarıların değerlendirildiğine, adaletin yerini bulduğuna inanalım, birlikte yaşamamız için bu gerekli. Ama bizim toplumumuzda o adalet duygusu giderek azalıyor.

Bizi bir arada tutan şey sadece bu ‘güven duygusu’ mu?
Büyük ölçüde öyle. Sonuçta filmde güven duygusunun kaybını anlatıyorum bir şekilde. O yüzden insanların dünyası yıkılıyor. Genç kız karakteri birine çok güveniyor, onun yanlış yapabileceğine ihtimal vermiyor ama yaptığını gördüğünde bütün dünyası yıkılıyor. Falcı Asuman’ın başından da farklı bir yıkım geçmiş. Sadece insanlara değil, her şeye inancını kaybetmiş. O yıkımla geliyor ve evdeki herkese de bulaştırıyor.

Peki bu kabuğun çatlamasını sağlayan çaresizlik mi?
Bardağı taşıran son damla diyelim. Kadın her şeyi denemiş. Seda Sayan’ı bile aradım diyor. İnsanların adalet bulmak için televizyon şovlarını aradığı bir ülkedeyiz. Bu bana çok acı geliyor. İnsanlar kayıp eşlerini bulmak için televizyona başvuruyorlar. Televizyonda birbirlerini parçalıyorlar herkesin gözü önünde. Ne kadar gerçek ne kadar yalandır bilemem ama böyle bir dünyanın olması bana acı geliyor. Devletten umduğunu bulamamış birisinin TV’yi araması bir yandan trajikomik bir yandan acı.

Toplumun kabuğu kırılıyor ama bir yandan karakterler kendi kabuklarından çıkıyorlar değil mi?
Asuman o kabuktan çoktan çıkmış. Genç kız çok idealist ama onun da dünyası yıkılıyor. Karşısındaki kadın gecekondudan geldiği için ona ‘senin dünyan şu kadar diyebiliyor’. Ama Sonra kendi başına da aynısı geliyor. Mustafa da büyük bir değişim geçiriyor. O adamın kısa sürede değişip başka adam olması çok ilginç geliyor bana.

Mustafa bir yerde, ‘‘Vicdan diye bir şey vardı, eskiden’’ diyor. Vicdan sınıfsal bir şey midir?
Sınıfsal diyebilir miyiz bilmiyorum. Güç sahibi insanlar içinde de vicdanlı olanlar vardır ama bir şekilde gerçekten besin zincirinde yüksek yere gelmek için başkalarından önce lokmayı kapmak lazım. Bu da insanların vicdanını köreltmesi demektir. Aslında hepimiz bir şekilde aklımızı korumak için, hayatımızı korumak için görmezden gelmeye çalışıyoruz. Çevremizde bir sürü trajedi gerçekleşiyor. Birçok insana birçok konuda haksızlık yapılıyor ama görmezden geliyoruz. Haksızlığa ortak olmuş oluyoruz. Bu vicdanımız yok mu demek bilmiyorum, film bunları da sordursun istiyorum. Yan komşun aç olunca yardım ediyorsun ama Afrika’daki açlık ne olacak? Yani bir şekilde insanların görmezden gelme sınırı var.


FİLMLERİN SEYİRCİYLE BULUŞMASI
26 senedir çalışıyorum. Son yıllarda 26 sene önce hayal bile edilemeyecek şeyler gerçekleşti. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenleri, filmlerini hayal bile etmek zordu. Bu kadar başarılı olacağını, yurt dışında ses getireceğini düşünmek zordu. O zaman bir tek Yılmaz Güney vardı. Bir de ticari Yeşilçam sineması vardı, onun dışında da hayat yoktu. Şimdi baktığımızda Türkiye sinemasının yaratıcı kısmının geliştiğini görüyoruz. Sadece yönetmenler, yazarlar değil, teknik koşullar da değişti. Bu değişim yazarların, yönetmenlerin vizyonuyla oldu. Buna benzer bir değişim eğer bu işin ticaretini yapan insanlarda da olursa, o işin vizyonu gelişirse asıl büyük fark o zaman olur. Şu anda Türkiye dünya çapında sinemacılar var. Yönetmen olarak, yazar, kameraman, sanat yönetmeni, kurgucu olarak. Ama ticari kısmı, sinemaları işletenler, dağıtımını yapanlar hala biraz Yeşilçam kafasındalar. Onlar değiştiği zaman gerçekten büyük bir atılım olacak. Bu ne zaman, nasıl olur bilmiyorum. Somut önerilerim de yok açıkçası. Bazı insanların çıkışına bağlı. Olabilir, neden olmasın…

Sınıfsal fark filmin belirleyici unsurlarından değil mi?
Adalet duygusundan bahsettiğin anda sınıfsal ayrımlardan bahsetmemek imkansız. Film bunun üzerine kurulu. Başka türlü olmasına imkan yoktu zaten.

Finali de tamamen bunun üzerinden okuyabilir miyiz?
Final Nar benzetmesine uysun istedim. Daha fazla anlatamayacağım, sürpriz bozulmasın. (Gülüyor)

Bir masum-kurban ilişkisinden bahsedilebilir mi peki?
Benim bütün filmlerimde hiçbir karakter tam olarak iyi ya da kötü değildir. Nar’da da öyle. Filmin en acı çeken karakteri Asuman denebilir. Ama Deniz’in suçu neydi dersen onun da cevabı yok. Belki iktidar dengesine sessiz kalmak diyebilirim.

‘Gerçek hikaye’ Doktor Sema’nın hikayeye dahil olmasıyla başlıyor diyebilir miyiz?
Bana filmi yazdıran zaten o iktidar ilişkisi. Uzun süredir sevgili olan iki kişi ve birden birisinin içinden bir canavar çıkıyor. Filmden ilk aklıma gelen sahne oydu. Teorik alt metin sonradan oluşturduğum bir şey. İlk çıkış noktası benim için her zaman belirsiz bir bakış, bir duruş, bir diyalog oluyor her zaman.

'9’da olduğu gibi Nar’da da bir Türkiye profili çiziyorsunuz aslında. Seda Sayan diyalogu, TV’deki şov, Mustafa’nın kapıcının telefon melodisi gibi detaylar meselenin kendisi biraz da…
Ara için de aynısını söyleyebiliriz. Üçü de dar mekanlardan ülkenin dertlerine bakmaya çalışıyor. Üç film üçleme gibi anılsın çok istiyorum zamanla. O niyetle yapmadım ama kendiliğinden ortak nokta doğdu aralarında. Ara’da bu kadar farklı karakter yoktu, benzer karakterlerdi. Türkiye’nin geçirdiği değişim vardı biraz. Nar da bir mekanda geçiyor ama içinde yaşadığımız adalet duygusu kaybına bir bakış atmaya çalışıyor zaten.


TEYZEM'İ NEDEN YENİDEN ÇEKİYOR?
Bu sadece remake (yeniden çevrim) değil. Geçen gün Twitter’dan ‘başka hikayeniz mi, niye bunu çekiyorsunuz’ demiş. Bu benim hayatımın hikayesi. Herhangi bir filmimim alıp yeniden çekmiyorum. Bu benim gerçekten derinlemesine yaşadığım bir hikaye. O yüzden benim için 'yeniden satalım' hikayesi değil. Film ilk çıktığı andan beri yeniden çekmek istiyorum.

Ve o zamanın yapım koşulları kötüydü. Film iyi ama yapım kusurları çok fazlaydı. Çok beğendiğini söyleyen insanların çoğu aslında 15-20 yıl önce izlemiş oluyor. Akıllarında kalan hikayeyei, o hikayenin duygusunu seviyorlar. O kadar çok sevmelerinin asıl sebebi de hikayedeki samimiyet zaten. Bugünün koşullarında bir daha çekilirse bugünün seyircisine de anlatacak çok şeyi var. Ben kafamdaki yorumu bugünün tekniğiyle tekrar çekmek istiyorum işte.

Doktor Sema ‘Bu bir inanç meselesi değil, dünyanın işleyişi böyle’’ diyor. Filmin anlattığı biraz da onundan ağzından dökülüyor sanki…
Filmin meselesi Doktor Sema’nın söylediklerinde ortaya çıkıyor. O yanlışı onun ağzından çıkanlarda duyuyoruz.

Sizin sinemanızda hep gerçeküsütü bir yan var ve buna Nar’da da rastlıyoruz.
Benim yıllardır yaptığım her şeyde metafizik şeyler var. Metafizik inançlarım yok. Ama bunu sanatsal bir tema olarak kullanmak çok hoşuma gidiyor. Bunlar insanın hayalgücüyle, hayalgücünün muhteşemliğiyle alakalı. Teyzem’den beri rüyalar, hayaller, gerçeküstü imgeler vardır hep. Burada da Asuman’ın bilinmesi imkansız olan şeyleri biliyor olmasını seyircinin kafasını biraz karıştırmak için yaptım. Bir yandan da bilemeyeceğimiz bir şey zaten. Dediğim gibi benim için sadece sinemasal bir araçtan ibaret.