Bundan yaklaşık 15 yıl önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) arasında bir anlaşma imzalanıyor. Anlaşmanın adı "Afet Önleme Azaltma Temel Planı Çalışma Anlaşması". Anlaşma 2000/1885 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanıp 22.01.2001 tarih ve 24295 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe giriyor. Hemen akabinde de kollar sıvanıyor ve Mart 2001’de anlaşma kapsamında başlayan proje süreci Eylül 2002’de tamamlanıyor.

Japonlar, malum, titiz insanlar. İşlerini ciddiye alıyorlar. Sonuçta ortaya çok kapsamlı bilimsel bir rapor çıkıyor. Türkçesi 655, İngilizcesi 729 sayfa olan söz konusu raporun kısa adı “Afet Önleme Azaltma Temel Planı Çalışması”.

Bu çalışma ile özellikle olası bir depremde İstanbul’da hasar riski yüksek alanların belirlenmesi hedefleniyor. Bu çerçevede de mahalle bazında bina ve alt yapıların hasar görebilirliği inceleniyor. Dört farklı deprem senaryosu esas alınmak suretiyle, mahalle bazında tüm alt ve üst yapılarda meydana gelecek olası hasar miktarlarının tespiti yapılıyor. Nihayet bu çalışma ile deprem zararlarının azaltılmasına yönelik yeni projelerin geliştirilmesinin yanı sıra, kısa, orta ve uzun vadede alınması gerekli önlemler de ortaya konuyor.

Söz konusu rapor çerçevesinde ve İBB’nin internet sitesinde de yer aldığı üzere, olası bir depremde muhtemel kayıp ve hasar durumu yürekleri bırakın ağzımıza getirmeyi, avucumuza koyacak türden. Gerçekten de, yaklaşık 750 bin bina, 3 milyon 40 bin hane ve 9 milyon nüfus (bugün İstanbul’un nüfusu 14 milyonun üzerindedir) üzerinden yapılan analizlere göre, İstanbul’da 7.5 veya 7.7 büyüklüğünde bir deprem olması halinde,

• 50 - 60 bin aralığında ağır hasarlı bina,

• 500 - 600 bin civarında evsiz aile,

• 70 - 90 bin civarında ölü,

• 120 - 130 bin ağır, 400 bin hafif yaralı,

• Bin - 2 bin noktada su sızıntısı,

• 30 bin doğalgaz kutusunda gaz çıkışı,

• Elektrik kablolarının % 3 ünde kopma,

• 50 milyon ton enkaz,

• 40 milyar ABD doları civarında maddi kayıp,

• 1 milyon kişi için kurtarma operasyonu

söz konusu olacaktır (2009’da bu tahminler revize edilmiştir). 

Şimdi sen kalk 2000’lerin başında Japonya ile hükümetler düzeyinde ilişki kur, Japon kuruluşlarıyla resmi anlaşmalar yap, çalışmalar yürüt, raporlar üret ama sonra 2011’de yaşanan Van depremine kadar bütün bunların üzerine yat. Van depremi İstanbul olası depremini yeniden akıllara düşürünce de, 2012 yılında kentsel dönüşüm yasası diye bilinen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’u çıkar ama 3 yılda bir arpa boyu yol gitme.

Bir arpa boyu yol diyorum, çünkü eğrisiyle doğrusuyla bir kanun çıkarmışız çıkarmasına ama birkaç gün önce basına yansıyan haberlere göre yine derdimiz vatandaşın canı ya da malı değil, inşaat rantının dayanılmaz çekiciliği olmuş.

Söz konusu haberlere göre, JICA’nın deprem riskli alanlar haritası ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ilan ettiği riskli alanlar yüzde 72.9 oranında örtüşmüyor. Yani tuğla kalınlığında raporlar yazıp bilimsel olarak en riskli diye tespit ettiğimiz alanları değil, daha az riskli alanları dönüştürmeye heveslenmişiz.

Mesela, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2. derece deprem kuşağında yer alan Esenler, Gaziosmanpaşa, Bağcılar ile 3. derece deprem kuşağında yer alan Sarıyer’de riskli alanlar belirleyip ilan ederken; 1. Derece deprem kuşağında yer alan, yani en riskli kategorisine giren Beylikdüzü, Bakırköy, Bahçelievler, Zeytinburnu, Fatih, Ümraniye, Ataşehir, Maltepe, Sancaktepe, Tuzla, Pendik gibi ilçelerde riskli alan çalışması ya hiç yapmamışız ya da yok denecek kadar azınlıkta bırakmışız.

Sonuç olarak, kentsel dönüşüm yasası kapsamında riskli alan ilan edilen ve rant katsayısının yüksek olduğu çokça bilinen bu bölgelerde, yeni inşaatlara sağlanan vergi avantajları ve imar artışı olanakları da hesaba katıldığında, asıl kaygının depremin yaratacağı büyük yıkım ve onbinlerce can kaybından önce, rant kapısının yağlı tokmağı olabileceği endişesi haklı olarak zihinlerde ürkütücü bir olasılık olarak beliriyor.


 Haber: MİTHAT BÜLENT ÖZMEN - Radikal