ZEYNEP BAKIR


Gazetelerin üçüncü sayfasında bile yer bulamayacak bir hikâye… Biraz gözleriniz nemlenecek pazar günü; ama sabredip sonuna kadar okuyun. 12 yaşındaki kızı ve kendisinin adı bizde saklı annenin sorusuna muhatap biziz; sizsiniz “Yüksek yerlerde tanıdıkları olanlar mı kazanır hep bu hayatta?”

SEVMEDİĞİM biriyle evlenmek zorunda kaldım 18 yaşımda. İki çocuğumuz oldu... Büyüğü erkek, 17 yaşında; küçüğü de kız, 12 oldu.

10 yıl önce boşandım; boşandım ama o kadar zor oldu ki... Eve gelmez, geldiği zaman problem…

Tacizleri bitmez; eve ekmek getirmez; çocuklarıyla ilgilenmez. Dışarıda ne yaptığı belli değil. Çevirdiği işler yüzünden eve baskınlar olur; biz ne yapacağımızı bilemeyiz. Evliliğim bir oraya, bir buraya savrulmakla geçti.

Sonunda karakollara kadar düştük. Çocuklarımı benden almaya çalıştı. Bakabileceğini bilsem “Tamam, oğlan sende kalsın” diyeceğim ama sorumsuzun teki, babalık yapacak biri değil ki. Sadece bana inat olsun diye huzursuzluk çıkarıyor.


SIĞINMA EVİNE YERLEŞTİK

Babamdan kalan emekli maaşı yetmiyor; kira, yeme-içme, kıt kanaat bile geçinecek durum yok. Sığınma evine gittim kızımı alıp. Oğlanı mecburen babaya verdim o dönem. Kızı da göreceği zaman polisler eşliğinde gösteriyorum.
Oğlan daha sonra benim yanıma döndüğünde nasıl doldurmuşsa çocuğun beynini... “Babam haklı, sen ahlaksızsın; onu neden bıraktın, başka erkeklerle birlikte olmak için mi?” diye bağırıp çağırıyordu. Hatta bir defasında el kaldırdığı bile oldu. İnsan, oğlundan, canının parçasından böyle cümleler duyunca içi dayanmıyor. Yıkılıp oracıkta ölmeyi diliyorsun. Neyse konuyu dağıtmayayım, özür dilerim...


BU SEFER TUTUNABİLİR MİYİM?

Sığınma yurdunda görevli olarak çalışmaya da başladım. Çevredeki insanların yardımlarını alıp yurtta ihtiyacı olanlara dağıtıyorum, bulaşık çamaşır gibi işler görüyorum...

Tam iş buluyorum, “Bu sefer hayata tutunabilir miyim acaba, küçücük evimde çocuklarımla yaşayabilir miyim?” diye düşünürken ya işveren paramı vermiyor ya da aldığım paraya tutabileceğim ev, köpek bağlasan durmaz hallerde oluyor. “Sığınma yurdu bizim kaderimiz” diyerek sineye çekiyorum...

Gel zaman, git zaman sonradan yanında çalışacağım avukatın karısının yakın arkadaşıyla tanışıyorum sığınma yurdunda... Orada kalmıyor tabii ki, bize yardım ediyorlar. Avukat geliyor; yardımlarda bulunuyor; onun avukatlık bürosuna gidiyorum; verdiği erzakları sığınma yurduna götürüyorum.


O ZAMAN “SAĞ OLSUN”DU…

Ahbaplık etmeye başladık. O sıralar “Sağ olsun” diye başlıyordum cümleye... Keşke karşıma hiç çıkmasaydı. Bana yardım olsun diye bürosuna çağırıyor, terasında verdiği yemeklerde servis yapıyorum; bulaşıkları yıkıyorum; ayak işleri yapıyorum; elime harçlık sıkıştırıyor... Büyük paralar değildi ama iki çocuğunuz varken sahip çıkanınız da yoksa eğer, o üç beş kuruş para, bir sökük dikiyor işte...

Sonra orada devamlı çalışmaya başladım. Büronun temizlik, yemek işleri... Başka birkaç yerde de ufak tefek işler görüyordum. Kenara para koyarak kendi evimi tutacağım...


KIZIM ONA “DEDE” DERDİ

Kızım okuldan çıkınca büroya, yanıma gelir. 65 yaşlarında bir adam avukat; kızım, ona “Dede” derdi. Dersleriyle ilgilenir, “Ödevlerini burada yap, takılırsan bana sor” der, çikolata, harçlık verirdi. Ama öyle çok yumuşak, tatlı tatlı değil de biraz sert mizaçlı insanlar olur ya öyle biri işte... Konuşurken de bunu hissettirirdi.

Yanında bir de 20’lerinin sonlarında genç bir avukat kadın yardımcısı var. O da hep ofiste olur... Davalara birlikte girer çıkarlar...

Bazen çay kahve içerken o anlatırdı gülerek; karşı tarafın bilmem kimini döverek, tehdit ederek davayı nasıl aldıklarını...

Böyle iki yıla yakın büroda çalıştım. Sığınma yurdunda kalmaya devam ediyoruz kızımla; oğlum geliyor arada...


ARTIK YUVAMIZ OLSUN

Kenarda biriktirdiğim parayla ev tutmaya karar verdim. Bu yılın dördüncü ayıydı yanlış hatırlamıyorsam... Sığınma evinde de o sırada kalamayacağız, çok dolu, bir sürü başka dertler var. Ev buldum, emlakçı kefil isteyince avukat, “Ne demek; ben kefil olurum” dedi. Nasıl sevindim, anlatamam. Ev bakım istiyor, rutubetli de biraz... Ama istiyorum artık kendi yuvam olsun... Evin eski borçlarından dolayı elektriği, suyu falan kesik... Ev sahibi ilgilenmiyor, kendi üstüme almam, onları açtırmam lazım ki çocuklarımı eve alabileyim. Avukat, “Kızınla gel ofisteki odalardan birinde kal” dedi. “Çok iyi oldu” dedim içimden... Şükrettim. Nereden bilecektim avukatın kızıma göz diktiğini...



OKULDA ORTAYA ÇIKTI!

Orada yatılı kalmaya başladık. Ben fark etmedim hiçbir şey. Nasıl fark edemedim! Gözlerim nasıl kör olmuş bu kadar! Bu mayıs ayında öğrendim. Kızımın okul müdürü ve rehber öğretmen beni görmek istedi. Gittim yanlarına; yine yaramazlığından şikâyet edecekler sandım. Keşke öyle olsaydı...

Kızım o büroda çalışmaya başladığımızdan bu yana avukatın onu okşadığını, bacaklarını mıncıkladığını, saçlarını uzun uzun sevdiğini okulda bir arkadaşına anlatmış. O anlattığı günün birkaç gün öncesinde kaldığımız odada çırılçıplak soyunup yatağına girmiş... Erkeklik organına dokunmasını istemiş. Kızımın arkadaşı da “Bunu öğretmenimize söylememiz gerekiyor” deyince ortaya çıkmış…

Danıştığım kişiler “Delil toplaman lazım” dediler, büroya gittim yeniden hiçbir şey yokmuş gibi; kızım da bildiğimden habersiz. İşte o zaman gözlemlediğimde fark ettim. Çocuğu olan anneler üzerilerinden kuş geçse farkında olmalıymış, şimdi nasıl yanıyorum... Avukat kızımı yanına çağırıyor; kızım sıkıla sıkıla gidiyor yanına... Telefonla konuşuyormuş gibi yapıyor; kapıyı kapatıyor...


SÖYLERSEN ANNENE DE YAPARIM!

Kızıma sordum defalarca, “Neden bana söylemedin?” diye... “Anne çok korktum, sana yaptıklarımı annene de yaparım” diyordu. Silahını gösteriyormuş, “Birine bir şey söylersen abinin de canı yanar” diyormuş.

Polise gittim... Şikâyetçi oldum. Önce benim ifademi aldılar. O sırada ifademi alan, konuyu dinleyen polisler “Bu adamı kesin içeri alırlar” diye kendi aralarında konuşuyordu. Savcılıktan çağrıldığımızda avukat yoktu; yardımcısı gelmişti. Savcılıkta da ifade verdik.

Kızıma “Neden annene söylemedin?” diye sordu. Kızım da “Birine söylersen annenin canını yakarım diyordu, bazen silahını gösteriyordu” dedi. Savcı dalga geçer gibi “Silahını göstermişmiş” gibi alaycı cümlelerle, önemsemez tavırlarla aldı ifadesini…

Sonra başka masaya geçiyoruz; aynı şeyleri yeniden soruyoruz. Kızım yine cevap veriyor, çoğunlukla konuşmak istemiyordu. Bunlar olurken avukatın yardımcısı savcıyla sohbette, muhabbette...


BİZİ KİMSE ÖNEMSEMEDİ

Bu bir kere insanda psikolojik baskı yapıyor. Neden ifademizi verirken davacı olmak istediğimiz kişiler orada ve savcıyla, polisle kahvehane sohbeti yapıyor?

Bizi orada kimse önemsemedi!

Pedagog geldi. Erkek. “Kızım bir kadın pedagogla konuşsun, anlatması gereken şeyleri bana bile anlatamıyor, tanımadığı yabancı erkeklere zaten anlatamaz” diyorum ama kimse dinlemiyor. “Lütfen şurada oturup bekleyin” lafından başka bir şey duymuyorum.


‘MAĞDURUZ’ DİYE BAĞIRACAĞIM

Kendime kızıyorum, bunu nasıl fark edemedim diye; orada olan memurlara kızıyorum “Biz mağduruz” diye bağırmak geliyor içimden... Ağlıyorum içimden.

Savcı günün sonunda “Hadi kızım hadi! Şefkat mi, şehvet mi önce siz anlayın” dedi; gönderdi bizi.

Savcı dava açacak mı, açmayacak mı; bekliyoruz. Aylardan temmuz, adli tatile girildi. Savcıyı bulamıyorum... Birileri diyor ki “Böyle durumlarda savcı gerek görürse dava açar; gerek görmezse size tebliğ eder ve dava kapanır.”

Ne avukatımız var, ne işim, ne uykum... Çaresizlik diz boyu... Çocukların babası öğrenir diye ödüm kopuyor. O da olayları kendi görmek istediği gibi kullanacak. Başımıza daha büyük dert açılacak.

Bu olaylardan sonra sığınma evine döndük. Belli bir saatten sonra demir sürgülerle kapılar kapanıyor, kızım daha fazla ağlıyor; buradan gidelim diye tutturdu. Derme çatma bir ev buldum. Oturuyoruz.


TANIDIKLARI OLANLAR MI KAZANIR?

Koruma kararı çıkardılar. O avukatı bizim evin yakınlarında gördüm. Karakolu aradım. “Devletin yolu, geçmesin mi?” dediler. Bu koruma kararları sebil gibi dağıtılıyormuş zaten; karar çıktıktan sonra kimsenin ilgilendiği yokmuş. Karakoldan bir kadın memur söyledi bunu da... Korkuyorum çünkü dava açmak istediğim avukat, dedim ya, ‘sağlamlardan’. Yüksek yerlerde tanıdıkları olanlar mı hep kazanır bu hayatta?

GEÇEN YIL 40 BİN ÇOCUK TACİZ VE TECAVÜZE UĞRADI

3 İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi ve Kadın Hakları Merkezi Başkanı Avukat Aydeniz Tuskan’ın verdiği rakamlar, vahim bir tablo ortaya koyuyor.


l İstanbul’da 2012 yılında 486 tecavüz, 2 bin 488 çocuk istismarı vakası yaşandı...

l Yine Türkiye’de 2012’de 40 bin çocuk taciz, tecavüz ve istismara uğramış.

l Türkiye’nin çocuk haklarına dair sözleşmeye 23 yıl önce imza attığı düşünülürse hukuksal yaptırım açısından hiçbir şey değişmediği görülebilir.

l Anayasamız kadına yönelik haklar konusunda eksiktir ama var olan yasalar kullanıldığında problemlerin çoğu çözülebilir. l Taciz ya da tecavüze uğrayan kişi, vakit kaybetmeden polise şikâyette bulunmalı.

l Hemen, fiziksel ve ruhsal sağlık raporu alınmalı. İfade verdikleri makamda bunun daha sonra yapılabileceği söylenebilir yine de hemen yapılması için ısrar edilmeli. Ruhsal rapor en az fiziksel rapor kadar önemli.

l Vücutta bulunabilecek bir kıl parçası, davayı başka boyutlara taşıyabilir. Bu yüzden belki zor ama olaydan sonra kişi kesinlikle yıkanmamalı!

l Kız çocuklarına kadın pedagog bakar. Israrla bu talep edilmeli.

l Çocukların bir defa ifadesi alınır, o da pedagog eşliğinde. Çocukların yaşadıkları olayı defalarca anlatmasına, müsaade etmeyin.

l Geçmiş davalardan çıkan sonuçlara bakarak hareket etmek yanlış. Her dava kendi içinde farklılıklar gösterir.

l İstanbul Barosu Kadın Hakları Derneği bu tip konularda mağdura gerekli özeni ve ciddiyeti gösterip, ilgilenmektedir. Arayın...

Fotoğraf: UYGAR TAYLAN