Mimar Harun Kılıçoğlu, birlikte Elazığ’dan Ankara’ya uçak yolculuğu yaptığı yol arkadaşı ile aralarında geçen konuşmayı anlattı...

İşte o diyaloglar;

2 ay önce Elazığ'dan Ankara'ya geliyordum. Huyumdur kimseye bulaşmadan müzik dinleyip kitap okumak için yerime oturdum.

Uçak aprona doğru hareket edince, yanımdaki temiz yüzlü gözlüklü arkadaş omuzuma dokundu.

Buyrun dedim. Naif bir sesle; "ya ben korkuyorum sohbet edebilir miyiz?" dedi. Çok içten söylemişti. Kitabı, müziği kapattım. Tabi ki dedim.

Hayırdır hocam dedim. Yükseklik mi? Yok yeni başladı. "Hakimim ben, Ovacık'ta" dedi. Eeee ne olmuş yani dedim.

"3 aylık hakimim ilk görev yerim sürekli özel harekatlar, sürekli ölüm korkusu, evden makama makamdan eve psikolojim bozuldu". Bir an hem üzüldüm, hem anlam veremedim.

Hocam bir yere gitmen yasak mı?

"Evet gidemiyorum. Mesela Ovacık'ta hakimsin kaymakamdan sonra sen geliyorsun ama meşhur Munzur gözelerine gidemiyorsun, dokunamıyorsun. Munzur Vadisi benim için cennet, onun için bir cehennem." 

Orada kitlendim ama umut vermeliydim. Hocam mesela kitap okusan dedim.

"Okuyorum da ne kadar okuyayım." Haklıydı ne kadar okusun. Geçer miydi bir hayat makam ev arası. Böyle bir yaşam pratiğini hangi insan kaldırabilirdi.

Sonra aklıma bizim Başkan geldi Fatih Maçoğlu. Hocam dedim ya sizin Başkan efsane gidip onunla sohbet etsene. "Hocam hoş adamda ..." kem küm etti, anladım. İklim bu devletin belediyesine seçilmiş bir belediye başkanının öteki olduğu bir formattaydı.

Adalet tesisi sağlayacak kişiler dahi dokunamıyordu, yurdumun Ovacık ilçesinde...

İlk görev yeri olan gencecik 29 yaşındaki hakimi gidemiyordu bile seçilmiş başkanın yanına.

Duramadım öyle bir hüzün vardı ki karşımda, hocam enstrüman, bir enstrüman çalsan dedim. Yemedi.

"Ya boşver Ankara'ya gidiyoruz ya arkadaşlarım var buluşup birşeyler içeceğiz" dedi.

"Tunalı tarafındalar eve gidip şu bavulu hemen bırakıp çıkacağım, insan göremiyorum karışacağım aralarına." Yanlış hatırlamıyorsam 15 gün izin almıştı, bir kaç gün Ankara'da takılıp, sonra sanırım İzmir - İstanbul dolaşacaktı.

Hocam dedim "ya niye hakim oldun?", "ya ben İzmir'de yaşadım avukatlık yaptım sonra bir gireyim dedim. Girmez olaydım hakimlik sınavı"na demişti.

Benden önceki hakim "şehit oldu" dedi, gözlerine puslu bir ölüm çöktü. Ya yok be hocam hemen karartma, öyle bir şey olmayacak...

Konu değişsin havası değişsin diye nerelisin dedim. Ordulu'yum dedi. Ya benim en yakın arkadaşım Emir o da Fatsalı dedim. Az biraz Ordu'yu konuştuk, o da yemedi.

Ankara'ya yaklaştıkça ışıklar gözükmeye başladı. Dikti gözlerini seyrediyor, bir çocuk arabanın içinde seyahat ederken, parkta koşuşturan, salıncaklarda sallanan çocuklara bakıp iç geçirir ya, işte öyle iç geçire geçire bakıyordu. "Ankara'da yeri öpmek istiyorum. İçimden tanımadığım insanlara dahi sarılmak geliyor" demişti. Ankara'ya indiğimizde uçakta beklerken, kartımı verdim mutlaka kahve içmeye bekliyorum dedim. Söz vermiyorum ama Kızılay'a gelirsem geleceğim dedi. Gelemedi Onur, ya işi düşmedi yada gelemedi işte.

Çok memnun olduk ama o 1.5 saatlik birliktelikte ben bugün helikopter kazasında hayatını kaybeden Hakim Onur'u tanıdım. Işıklar içinde uyu Onur... İnsanlara sarılmak isteyen, hayatı çıldırasıya seven güzel adam ışıklar yoldaşın olsun Onur Alan...


hukukihaber.net