Japonya seyahatimize iki şehri yerleştirdik; Kyoto ve Osaka. İstanbul’dan 11 saatlik uçuşun sonunda Osaka Kansai Havalimanı’na iniş için alçalmaya başladığımzda altımızda uzanan şehri merakla izlerken bir yandan da havalimanını görme çabasındaydım. Çünkü Kansai Havalimanı, sonradan doldurulan yapay bir ada. Ülkenin coğrafik yapısı, dağlık ve ormanlık olduğu için böyle bir çözüm bulunmuş. Yapımı 1990’lı yılların başında tamamlanan ve 4 km uzunluğundaki havalimanı ada, ana karaya tren ve otomobil yollarının yer aldığı bir köprü ile bağlanıyor. Havalimanından haftalık tren biletini alıp Kyoto’ya doğru yola çıkıyoruz. Yolculuk 70 dakika sürüyor. 

DÜNYANIN EN ÇOK ZİYARET EDİLEN ŞEHRİ
Kyoto, imparatorluk döneminde ülkenin başkenti olmuş. Bugün ise Unesco Dünya Mirası Listesinde yer alan Shinto ve Budist tapınakları, geleneksel mahalleleri, bahçeleri, zarif mimari yapısı, doğası, çay evleri, dar sokakları, ünlü restoranları ile turistlerin ilgisini çeken Kyoto, dünyada en çok ziyaret edilen şehirler listesinde ilk sırada yer alıyor. Feng-Shui felsefesine göre planlanan şehirde sakinlik ve huzur hemen hissediliyor. İstasyona uzaklığı 10 dakika olan otele vardığımızda, güleryüzlü ve saygıyla selamlayan otel çalışanları karşısında kısa süreli bir şaşkınlık yaşıyorum. Bu durum, bir hafta boyunca mağaza, otobüs, kafe, restoran, asansör ve sokakta beni çok duygulandırırken saygının, aslında gerçek sevgi ve değer vermekten geldiğini düşündürüyor...

KIRMIZI KAPILARIN SIRRI
Japonya’nın en önemli tapınaklarından biri olan Kyoto’nun güneyindeki Fushimi İnari’ye şehrin merkezinden trenle 10 dakikada varıyoruz. Açık kırmızı tapınak binasının çevresi oldukça kalabalık. Çoğu Uzak Doğulu insanların dualarına şahit oluyoruz. Tapınağı geride bırakarak ormana giriyoruz. Aylardır fotoğraflarını gördüğüm, geleneksel mimari şekli ile ilk kırımızı kapı karşımda duruyor. Ve art arda dizilmiş onlarca kapının altından ormanın derinliklerine doğru ilerliyoruz.

Peki, açık kırmızı renkteki bu kapıların anlamı ne? Şirket sahiplerinin, işlerinin rast gitmesi için Tanrı İnari’ye yaptıkları bir tür adak. Bambudan yapılan her bir kapının üstünde bağış yapanın ismi yazıyor. Pirinç Tanrısı İnari’ye adanan bu tapınağın bir diğer önemli simgesi ise tilkiler. TilkilerinTanrı İnari’ye haber getirdiğine inanılıyor. Yol boyunca onlarca tilki heykeli ile karşılaşıyoruz. Kırmızı kumaş pelerinli tilki heykellerinin bazılarının ağzına ise mektup rulosu yerleştirilmiş. Kapıların altından ağır ağır ilerlerken çevremizdeki doğanın yoğunluğu dikkatimizi çekiyor. Tapınaklar ve hikayelerini düşünürken yosun kaplı ağaç gövdeleri, bitki örtüsünün zenginliği, toprağı halı gibi örten yosun yüzeyi de inceliyoruz.

Yukarı çıktıkca küçük sunaklar karşımıza çıkıyor. Az önce altından geçtiğimiz kapıların minyatürleri de bu sunaklara yerleştirilmiş. Bir sunağın önünde bir şişe içecek ve yanında paketi açılmış yiyecek duruyor. Bir an “İyi de çöpler neden burada bırakılmış” diye düşünürken birkaç adım sonra yeniden aynı manzara. Ve sonunda anlıyoruz ki, bunlar kesinlikle çöp değil, tanrıya sunulan yemekler... Değil çöp, toz bile görmenin mümkün olmadığı bir şehirde ve ülkede olduğumu kısa zamanda anlıyorum.
SUSHİ ZAMANI
Kyoto’nun bilinen sushi restoranlarından Sushi Sei, öğlen ve akşam saatleri çok yoğun. Tren istasyonunun üst katındaki restorana öğlen yemeği için geldiğimizde yaklaşık yarım saat bekledikten sonra içeri girebildik. Özellikle beğenilen restoranlar yemek satlerinde böyle bir yoğunluk yaşıyor. Bu bekleyiş, birazdan tadacağınız lezzetlere değiyor. Restoranın düzenine göre varsa bar kısmında oturmanızı tavsiye ederim. Böylece sushi ustalarının balık parçaları ile pirinci ustalıkla buluşturmalarını da izleme fırsatı yakalamış olursunuz.

Kaiten Sushi
Hareket eden bantla masaya gelen fast food tarzındaki bu sushi restoranında dilediğiniz kadar sushi yiyebilirsiniz. Çünkü tabağı sadece 100 Yen. Banttan geçen sushileri seçip almak çok keyifli. Bantta olmayan ise masadaki ekrana dokunarak sipariş edilebiliyor. Birkaç dakika sonra sushi, ikinci banttan hızla geliyor. Sıra hesap ödemeye geldiğinde ise masada biriken tabaklar sayılarak hesaplanıyor.
Sushi demişken yeşil çayı atlamamak gerekir. Japon restoranlarında su yerine yeşil çay yani matcha geliyor. Toz şeklinde olan matchayı masadaki musluktan aldığınız suyla hazırlıyorsunuz. Yemekle yeşilçay içilir mi? demeyin, deneyin. Çünkü yeşil çayın ağızda bıraktığı ferahlık ile bir sonraki lokmanız daha da lezzetleniyor.

GELENEKSEL BİR SEMT GİON
Kamo Nehri’nin kıyısından yürüyerek Gion’a geldiğimizde güneş yeni batmaya başlamış, gökyüzü kızıl tonlara bürünmüştü. Kyoto’ya bağlı olan bu geleneksel mahallenin sokaklarında yürümenin keyfi bir başka... İki katlı ahşap evlerin arasından, kağıt fenerlerle aydınlatılmış dar sokaklardan geçerken bol bol fotoğraf çekiyoruz. Başka bir dünyadayız adeta.
Restoran ve çay evlerinin yoğunlukta olduğu Gion’da geleneksel sunumla misafirlerini ağırlayan restoranlardan birinde yemek yemeyi ihmal etmeyin. Biz Oku’ya rastladık. Oku, minimal dekorasyonu ve lezzetleri ile lezzetseverlere farklı bir deneyim yaşatıyor. Bunun için set menülerden birini seçmek yeterli. Böylece yemekler sırasıyla küçük porsiyonlarla masaya geliyor. Final ise yeşil çay veya pirinçle hazırlanan bir tatlı ile yapılıyor.

BAMBU ORMANI İÇİNDE KAYBOLMAK
Fırtına dağı anlamına gelen Arashiyama, Kyoto’nun batısında yer alıyor. Kalabalık olmadan gezmek için erken gelmekte fayda var. Böylece sabahın sessizliğine ve sakinliğine şahit olursunuz. Trenden inip biraz yürüdükten sonra yolun sonunda bütün ihtişamıyla akan Katsura Nehri karşılıyor. Kıyıda oturup suyun akışını dinlerken kendimce lüks kavramını sorguluyorum. Sonuç, dünyada böyle bir doğanın kucağında oturmak ve sabahın o dinginliğinde bir nehri izlemek en büyük lüks... Nehrin karşı kıyısından tepelere uzanan ormanın yoğunluğu, çocukluk yıllarımda TRT’de resim yapmayı öğreten ressam Bob Norman Ross’u hatırlatıyor. Basit birkaç fırça darbesi ile yoğun bir orman görüntüsünü tuvale yansıtırdı, ben ise şimdi gerçeğini görüyorum. Bu manzara, izleyeni içine çekiyor.

Nehrin kıyısında yürüyerek köprüden geçiyoruz. Biraz sonra bambu ormanlarına adım atacağız. İşte gelmeden fotoğrafını gördüğüm, bende fazlasıyla merak uyandıran yerlerden biri de burası... Gökyüzünün sonsuzluğuna uzanan bambu ağaçlarının altında küçücüğüz. Sessizlik içinde kuş cıvıltıları ile rüzgarın sesini duyuyoruz. Hava sıcak olsa da bambu ağaçlarının altında tatlı bir serinlik hakim. Ormanın içinden yukarı doğru çıkarken sabah yürüyüşü yapanlarla selamlaşıyoruz; “Ohayo gozaimasu -günaydın”.
Arashiyama’nın sokaklarında gezerken Mayumura ile karşılaşıyoruz. Burası ipek böceği kozasından yapılan objelerin satıldığı bir dükkan. Ahşap bir kaide üzerine yerleştirilen her bir objenin kenarında ise dilediğiniz mesajı yazmak için kırmızı bir bayrak var. Yaratıcılık ve emek bu olsa gerek...

BEŞ BÜYÜK TAPINAKTAN BİRİ: TENRYU-Jİ TEMPLE
Kyoto’nun beş büyük tapınaklarından biri olan Tenryu-ji, 1300’lü yılların başında yapılmış.Yüzyıllar boyu savaş ve yangın gibi olumsuzluklar yaşayan tapınak binasının aksine tapınağı çevreleyen bahçe orijinal halini koruyor. Dağların çevrelediği bahçede çam ağaçları ve bir de göl bulunuyor.
Bahçede gezerken karşımıza bir grup öğrenci çıkıyor. Öğretmenleri yanımıza gelerek öğrencilerinin bizimle ingilizce konuşmak istediğini onların eğitim için önemli olduğunu anlatıyor. Bu arada nereden geldiğimizi soruyorlar; Türkiye deyince sevinçle karşılıyorlar. Bu duruma farklı yerlerde de yaşıyoruz. ‘Turko’ deyince karşıdan heyecanlı bir jest geliyor.


KUTSAL GEYİKLERİN DİYARI: NARA 
Kyoto’ya yarım saat uzaklıktaki Nara, tapınakları kadar geyikleri ile de ünlü. Nara’da ziyaretcileri kocaman boynuzlu, açık kahve renkli ve benekli onlarca geyik karşılıyor. İlk kez bir geyiği bu kadar yakından görüyorum. Yıllar önce, İstanbul-Belgrat ormanında geyiklerin yaşadığı bir bölüm vardı. Babam, bizi götürmüş ve ağaçların arasında bir tane görebilmiştim... Şimdi ise onlarca geyik Nara’nın sokaklarında özgür ve mutlu geziyor. Bizim geyikler ise kim bilir nereye gitti...
Dönelim Nara’ya. Wakakusa Dağı’nın eteklerinde kurulan Nara, Japonya’nın ilk başkentlerinden. Bugün, Unesco Dünya Mirası Listesindeki en önemli Budist tapınak ve mabedlerine evsahipliği yapıyor; Todai-ji, Toshodai-ji, Gango-ji, Kasuga Mabedi, Heijo Sarayı ve Kasugayama Primeval Ormanı.
Nara Parkı’nda Todai-ji Tapına’ğına geyikler eşliğinde yürüyoruz. Geyikleri beslemek için biskuvi satıcılarından bir paket alabilirsiniz. Ancak dikkatli olmakta fayda var. Çünkü onlarcası bir anda çevrenizi sarıyor. Tarih boyunca kutsal hayvanlar olarak kabul edilan Sika geyiklerinin, tanrının habercisi olduğuna inanılıyor. Yerel halk kadar turistlerin de titizlik gösterdiği geyiklerin korunması için çok dikkat ediliyor. Öyle ki, trafik işaretlerinin başında geyik çıkabileceğini gösteren tabelalar bulunuyor. Burada geçiş üstünlüğü geyiklere ait.

Japonya’nın yedi büyük tapınaklarından biri olan Todai-ji (Büyük Doğu Tapınağı) 752 yılında İmparator Shomu döneminde tamamen tahtadan inşa edilmiş. Duamı edip, tütsümü yakıyorum. Tapınağın kapısından içeri girdiğimde adeta büyüleniyorum. Karşımda tüm heybeti ile kocaman bir Buda heykeli duruyor. 15 metre yüksekliğinde, dünyanın en büyük bronz Buda heykeli, lotus yapraklarının içine oturtulmuş.

RYOAN-Jİ TEMPLE VE ZEN BAHÇESİ
Bir zen tapınağı olan Ryoan-ji, huzurlu ejderhanın tapınağı olarak da bilinir. 1450’de inşa edilen ve zen eğitimi veren tapınağı çevreleyen muazzam bir bahçe var. Nilüferlerle kaplı gölü izlemek için Kyoyochi Köprüsü’nden geçiyoruz. Bahçede biraz ilerledikten sonra ana binaya varıyoruz. Ayakkabılar çıkartılarak içeri giriliyor. İşte merak ettiğimiz, basit olduğu kadar dikkat çekici zen bahçesi karşımızda. Uzunluğu 25 metre olan dikdörtgen şeklindeki bahçe, çakıl taşları ve 15 tane de yosunla kaplı iri kaya parçasından oluşuyor. Ancak tepeden hariç hangi açıdan bakarsanız bakın görülebilen kaya sayısı 14, 15. kaya ise sadece aydınlanmış zihinler tarafından görülebiliyor.

Altın tapınak Rokuonji’ye giderken
Kyoto otobüs durağından otobüse binerek Rokuonji Tapınağı’nın olduğu bölgeye doğru yol alıyoruz. Otobüs kalabalık, inenler binenler çok... Eh bu gayet normal... Ama dikkatimizi çeken başka bir durum var; orta yaşın üzerindeki otobüs şoförü, her durakta inene teşekkür ediyor! Alışık olmadığımız bu durum karşısında şaşırıyor ve yol boyunca şoförü ve yolcuları sükunetle izliyoruz. Rokuonji Tapınağı’nın olduğu bahçenin kapısından içeri giriyoruz. Hava sıcak, güneş arada bulutların arasından kendini gösteriyor. Giriş biletini alarak bahçede ileriliyoruz. Gölün kenarındaki altın tapınak Rokuonji, göz alıyor. Çevre çok kalabalık. Tapınakla selfie yapan turistler çoğunlukta...
Başlangıçta Rokuonji adıyla anılan tapınak, bugün kendisini çevreleyen kampüsün bütününe atıf yapacak şekilde, Kinkakuji olarak da biliniyor. Köşkün her katı farklı bir stilde oluşturulmuş. İlk kat, Heian dönemini yansıtırken ikinci kat samurayların ev düzeninde, üçüncü kat ise zen tapınağı stilinde dekore edilmiş. Tapınağın çatısında ise Çin’in efsane kuşu Ho-o yer alıyor. 1950 yılında yanan, yeniden yapımı 1955’te tamamlanan tapınak, 1994’te Unesco Dünya Mirası Listesine girmiş.  

Bu kez Kyoto’dan yüksek hızlı trenle Osaka’ya geçiyoruz. Normal trenle bir saati aşan yılculuk hızlı trenle tam 14 dakik sürüyor. Japonca’da ‘yeni ana hat’ anlamına gelen Shinkansen yüksek hızlı tren hattını 4 Japon şirket işletiyor. Saatte 240 ila 320 km arası hız yapan trenler oldukça konforlu.
Tokyo’dan sonra ikinci büyük şehir Osaka, ülkenin önemli ticari noktalarından. Şehrin en turistik yeri Dotonbori, günün her saati turist akınına uğruyor. İnsanlar sokaklarda dolanırken yan yana dizilmiş retoranlardan yükselen yemek kokuları birbirine karışıyor. Sushi, nodel, okonomiyaki (japon pizza) ve takoyaki (ahtapot topları) en lezzetleri burada... Sushi konusunda titiz iseniz ve gerçek lezzeti tadmak peşindeyseniz Dotonbori’deki Sushi Zanmai tavsiye edilir.
İşte tarihi mekanlarından doğasına, yemeklerinden insanlarına kadar özel olan bu ülkeye seyahat etmek için sebep çok.

HÜRRİYET