BAŞLARKEN...

12 Eylül cuntasının Türkiye'ye vahşet senar-yoları eşliğinde hediye ettiği Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi'nde kırılıp dökülen, hırpalanan, akıl almaz işkencelere maruz kalan insanların bir kısmı hayata, bir kısmı devlete küstü. Ülkenin dört bir yanında 'sağ'dan, 'sol'dan binlerce insanı işkencehanelerde ezen postal darbeleri, Diyarbakır Cezaevi'nde kabuk bağlamış bir yarayı kanattı.

'Türkçe konuş, çok konuş' sloganları altında yapılan işkenceler etnik farklılıkları kışkırttı. İşte tam da bu sırada 12 Eylül öncesi kimsenin adam yerine koymadığı Apocular, cuntanın marifetiyle palazlandı. Darbeye zemin hazırlamak için bölgeyi karıştırma görevini eksiksiz yerine getiren Apocular, ödüllerini Diyarbakır Cezaevi'nden aldı.

Ardından döktüğü kana 30 yıldır doymayan PKK ortaya çıkıverdi. İşkence gören Kürtlerin çoğu, öç alma duygusuyla darbenin Türkiye'ye bir başka hediyesi olan PKK'nın peşine takılıp dağa çıktı.

İŞKENCEDEN REFERANDUMA
Dağa çıkmayanlar ise genç yaşta koparıldıkları hayata yeniden tutunabilmenin mücadelesine girişti. Ruhları ve bedenleri ezilmiş darbe mağdurlarının kimi yaşadığı travmayı atlatabilmek için sanat ve edebiyata sığındı. Kürt sorununun çözümünü demokratik yollardan aramak için siyasete atılanlar da oldu, her şeyden elini eteğini çekip geri dönmemek üzere memleketini terk edenler de.

Aradan yıllar geçse de 12 Eylül 1980'den Mart 1984'e kadar süren işkenceyi unutamayan Diyarbakır Cezaevi mahkûmlarıyla geçmişin acılarını, geleceğin umutlarını ve bir de darbe anayasasını değiştirme fırsatı sunan referandumu konuştuk.

Özellikle darbecilerin yargılanmasını engelleyen geçici 15. Madde'yi darbenin yıldönümünde tarihe gömecek değişiklik paketinin işkence mağdurları için ne anlama geldiğini birinci ağızlardan dinledik. Bu arada BDP'nin 'boykot' kararı ve terör örgütünün baskısının yanında kara propagandaya maruz kalan Diyarbakırlıların sandık eğilimini gözlemledik.

Evine birkaç kilometre uzaklıktaki darbe ürünü işkencehanede 4,5 yıl geçirse de memleketini terk etmeyen, devletine küsmeyen, dağa çıkmayan, hakkını siyaset yaparak arayan Bayram Bozyel'in hikayesi biraz Yeşilçam filmi gibi. 21 yaşında girdiği cezaevinden tahliye olur olmaz Kürt sorununun demokratik adımlarla çözülmesi için mücadeleye girişen Bozyel, gün geldi Hak ve Özgürlükler Partisi'nin (HAKPAR) genel başkanı oldu.

Bozyel, bir zamanlar akla ziyan işkencelere maruz kaldığı cezaevinin önünde '1982 Anayasası değişsin, darbeciler yargılansın' diye basın açıklaması yapıyor artık.

7. KOLORDU'DA HOŞGELDİN İŞKENCESİ
HAKPAR Genel Başkanı Bayram Bozyel, 12 Eylül 1980 sonrası toplum hayatının sıkıyönetime mahkum edildiği günlerde darbe zihniyetinden nasibini almış. 1982 yılında Diyarbakır Eğitim Enstitüsü'nde 2. Sınıf öğrencisiyken askerler okullarını basmış ve yaklaşık 50 öğrenciyle birlikte gözaltına alınıp Diyarbakır'daki 7. Kolordu'ya götürülmüş.

Gözaltında kaldığı 70 günün 50'si işkenceyle geçmiş. Aç-susuz bırakma, elektrik verme, suyla ıslatıp dövme ve dahası... Bozyel, yine de cezaeviyle kıyaslandığında gözaltındaki işkencelerin tercih edileceğini söylüyor.

AVINI BEKLEYEN AVCI GİBİYDİLER
Tutuklanan Bozyel, gözleri kapalı olarak Diyarbakır Cezaevi'ne gönderilmiş. Sıraya dizilmişler hemen. Bozyel, bu sırada etraflarını saran askerler için "Avını bekleyen avcı gibiydiler" diyor. Bu sırada ömürleri boyunca asla hayırla yad etmeyecekleri bir subay ve onun köpeğiyle tanışmışlar. Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran ve köpeği Co. Her ikisine de tekmil vermek zorunda olduklarını öğrenmişler.
 
Bozyel, tanışma merasiminden sonra Yıldıran'ın "Bunları banyoya götürün" emriyle şaşkınlık yaşamış. 'Acaba burayı yanlış mı biliyorum' sorusu aklına takılmış. Banyo, hoş geldin dayağı demekmiş.



LAĞIMI ANLATMAYA UTANIYORUM
"Koridorda bizi iştahla bekleyen avcılar üzerimize çullandı" diye anlatmaya başlıyor Bozyel. Çırılçıplak soyulmuşlar, saatlerce süründürülmüşler. Kalaslar, joplar bedenlerine inip kalkmış. Sıra işkencenin en ağırına, insanlıktan en uzak olanına gelmiş. İşte o anda bütün mağdurlar gibi Bozyel'in de rengi değişiyor. Sinirlerine hakim olmaya çalışarak "Üst kattaki hücrelerden ilk kata diz boyu dolmuş olan lağım sularına bizi yüz üstü soktular" diyor. Utanç verici bir durum olduğunu söyleyerek lağım işkencesinin devamını anlatmak istemiyor Bozyel. "Yapanlar hiç utanmadı" diye de ekliyor.

UYKUYU LAĞIM AÇAR
Hoş geldin banyosunun ardından hücrelere atılmışlar çırılçıplak. Bozyel'in atıldığı 4 metrekarelik hücreye 19 kişi sığdırmışlar. 20 gün kalmışlar hücrede. İşkence eksik olmamış elbette. Bu arada havalandırmada marş söyleme, yürüyüş, sürünme eğitimleri başlamış.
 
Sesin çıkmıyorsa, adımların kısaysa hele bir de yorulduysan istikamet lağım kuyusu... Üstüne bir de dayak. Fakat yorgun düşmemek mümkün değil. Çünkü kış ortasında buz gibi havasıyla ve daracık haliyle hücrede uyku imkânı yok.

İŞKENCE EDEMEYEN GÖNDERİLDİ
Bozyel'in, "Koca cezaevinde 1 tane bile işkenceye karşı olan bir asker yok muydu" sorusuna verdiği cevap oldukça düşündürücü: "Bırakın onların yaptıklarına icap etmemeyi, işkence etmeyi beceremeyenleri hemen değiştiriyorlardı. Mesela getiriyorlardı yeni çocukları. Bizi dövüyorlardı ama belli ki içinden gelerek yapmıyor. Bu askerleri gözlemliyorlardı. Bakıyorlardı ki işkenceyi hakkıyla yapmıyor, gönderiyorlardı."

Bozyel, cezaevindeki subayların erlere göre çok daha bilinçli olduğunu dile getirirken günümüze atıfta bulunarak çarpıcı bir değerlendirme yapıyor: "Kendi camisini bombalama planı yapan, kendi karakolunu bastıran adam her şeyi yapar."

AÇLIK DAYAKTAN BETERDİ
Hücre sonrası koğuşlara dağıtılmışlar. Bozyel'in koğuşlarla ilgili ilk değindiği husus açlık. "Emin olun bir gün bir ekmek getirdiler, o ekmeği 19 kişi paylaşmıştık" diyor. Ardından net bir cümle kuruyor: "Koğuş döneminde yürümek, yatmak, sigara içmek, ayakta durmak, yani uyku da dâhil olmak üzere her an işkenceyle geçiyordu."

 Bozyel, küçük bir fırsat bulduklarında mahkum arkadaşlarıyla sadece yemek üzerine konuştuklarını söylüyor. 'Hangi memlekette ne yemek yapılır, sağ çıkabilirlerse ilk olarak ne yerler' gibi sorular üzerine muhabbet ediyorlarmış. Çünkü dayağın acısı geçse de açlık unutulmuyormş.

GÖRÜŞ GÜNÜ ANNEMLE GÜLÜŞÜRDÜK
Koğuş dönemi rutin işkenceyle geçmiş. Marşlar, uygun adım yürüyüşler, yüksek sesle kitap okumalar ve hepsinin başında, ortasında, sonunda türlü türlü işkenceler. Görüş günleri ayrı bir işkence tabii.

Görüşme kabinlerine girdiklerinde gardiyan 1'den 5'e ne kadar uzun sürede sayarsa anne-babayla o kadar fazla görüşebiliyorlar.
 
Görüş için gelenin Türkçe bilmiyor olması mühim değil. Kürtçe yasak. Bozyel annesinin geldiği bir görüş gününü şöyle anlatıyor: "Benim annem Türkçe bilmezdi. O bazen Kürtçe bir iki şey söylerdi. Ama ben ona asla Kürtçe cevap vermezdim. Bir birimizin gözüne bakar gülerdik. Çünkü aykırı konuşanları ailelerinin yanında döverlerdi. Sonra da koğuşa gelene kadar süründürür acısını çıkarırlardı."



Darbe anayasası tarihe karışmalı
Türkiye'nin 30 yıldır darbe anayasasıyla yönetilmesini 'ayıp' olarak değerlendiren HAK-PAR lideri, hem darbeyle hem de darbecilerle hesabını gören Yunanistan, Şili, Portekiz, Arjantin gibi ülkelerin örnek alınması gerektiği fikrinde. "Bizdeki durum sonsuza kadar böyle mi gidecek?" diye soruyor ve cevabı kendisi veriyor: "Hayır" Anayasa değişiklik paketinin eksik olsa da önemli bir adım olduğuna dikkat çeken Bozyel, geleceğe dair hayalini şöyle aktarıyor: "Keşke bir bütün olarak değiştirilebilseydi ve 12 Eylül'den tam anlamıyla kurtulabilseydik. Çözüm, tümden bu Anayasa'yı tarihin çöplüğüne atmak ve yeni bir Anayasa yapmaktan geçer. Eğer bu paket geçerse toplumun yeni bir Anayasa yapma konusunda kendisine güveni artacaktır. 'Ben artık bu rejimden kurtulabiliyorum' noktasına gelecektir. Hayırlı olacak, gelecek, geçmişten daha iyi olacak."

Apocular cezaevinden beslendi
Bozyel, cezaevinde uygulanan sistematik işkencenin mahkûmları, onların ailelerini, yakınlarını devlete küstürdüğünü belirterek önemli bir noktaya işaret ediyor. 12 Eylül öncesi esamisi okunmayan Apocular'ın cezaevi şartlarından beslendiğini ifade eden Bozyel, net bir cümle kuruyor: "Herkes bilmeli ki bugün PKK'nın gerçekleştirdiği eylemlerin ve bütün bunların yol açtığı maddi manevi kayıpların hepsinin sorumlusu 12 Eylül'dür"

BDP boykotun hesabını veremez
"BDP, boykot kararının hesabını kimseye veremez. Yine de boykotun referandumda büyük bir etki uyandıracağını sanmıyorum. Çünkü büyük kentlerde herkes vicdanının sesini dinleyecektir. Bir de referanduma kadar BDP'nin tutumunu gözden geçirme ihtimalini de düşünüyorum. Çünkü tabandan ciddi baskılar var. Kamuoyundan, Avrupa'dan hatta Irak'taki Kürtlerden bile baskı var. Bu baskıya direnebileceğini sanmıyorum.En azından bir yumuşama bekliyorum."

Diyarbakır'da sandığa giden 'Evet' der
Bozyel, BDP'nin boykot kararının yanısıra terör örgütü PKK'nın baskılarına maruz kalan Diyarbakır'da referandumun nasıl şekilleneceğini şöyle değerlendiriyor: "Normal koşullarda Kürt toplumunun tavrı değişimden yanadır. Kürt toplumu bunca sıkıntının mağdurudur. Dolayısıyla bu sürece en çok sevinen Kürtlerdir. Ama işin içine siyasal kaygılar girdiği zaman durum değişiyor. Benim inancım sandığa gidenler ezici çoğunlukla 'evet' diyecektir. Diyarbakır'da da, bölgenin genelindede hiç kimse sandığa 'hayır' demek için gitmez. BDP'liler boykot kararı alarak yanlış yaptılar. Önümüze çıkan bir fırsatı boykot etme gibi bir lüksümüzün olmaması gerekir. Bize göre Kürtler ve demokrat olan herkes bir yandan buna destek çıkmalı bir yandan da paketin eksikliklerini anlatmalı. Bu çalışmaların da ileride yapılacak yeni bir Anayasa kampanyasının provasına dönüştürülmesi gerekir. Yani, sonraki adımlarda temel hakların olduğu bir Anayasa geliştirebiliriz."

NEREDEN NEREYE....
Bozyel, 1986 yılında tahliye olduktan sonra şehir merkezinde bulunan cezaevinin önünden sık sık geçmek zorunda kalmış. "Hep hüzünlenirim" diyen Bozyel, 'nereden nereye' dedirten hikayesini şöyle anlatıyor: "En son geçen sene gittik açıklama yaptık orada. Arkadaşlar dediler nereden nereye. 'Bir gün parti başkanı olacağını ve buraya gelip açıklama yapacağını bekliyor muydun' dediler. Hayat böyle tabii inanılmaz sürprizlerle dolu. Orada kaldığın koğuş var üst katta. Sen önünde basın açıklaması yapıyorsun." Bozyel, bu cümleleri sıraladıktan sonra Diyarbakır Cezaevi'yle ilgili 'insan hakları müzesi olsun' talebini dile getiriyor.


Yenişafak