Psikiyatr Prof. Kemal Sayar, Türkiye’den IŞİD’e katılan militanların neden böyle bir karar aldıklarına dair değerlendirmede bulundu. Sayar’a göre, ergenlikteki ya da ergenlikten çıkamamış bireyler, kendiliğinden büyüklenmeci ruh haliyle bu tip örgütlere gitme kararı alıyor ve bir kez katıldıktan sonra da grup narsisizmine kapılıyor. Risk bölgelerinin iyi belirlenmesi gerektiğinin ifade eden Sayar, ailelerin eve ekmek götürmek için dışarı giderken çocuklarını unutmamaları gerektiğini ve ailelerin çocuklarını eğitirken dinin irfanî boyutunu da anlatmaları gerektiğini belirtti.

Radikalleşen insanların dünyayı ‘biz ve ötekiler’ diye kurguladıklarını söyleyen Sayar, “bu tip insanların kendi karanlık taraflarını düşman olarak gördükleri kişilerin üzerine boca ettiğini” savundu.

Ayşe Karabat ve Abdulkadir Konuksever’in Al Jazeera Türk’te yayımladıkları “IŞİD’in Türk Muhacirleri” dosyasında yer alan Kemal Sayar söyleşisi şöyle:

Türkiye’den IŞİD’e katılanların aileleriyle görüştük. Yakınlarının bu kararı nasıl aldıklarına anlam veremiyorlar. Böyle bir süreç, radikalleşme süreci psikolojik açıdan nasıl işler?

Bu, insanların çok ciddi bir mağduriyet yaşamalarının neticesinde intikam hisleriyle dolmaları ve bazen tarihin, bazen ailelerinin, bazen de ülkelerinin intikamını almak için kendilerini çok daha keskin ideolojilerle ifade ettikleri yola koyulmalıdır. Şiddetin temelinde gönül kırıklığının yattığını söyleyen bir düşüncedir bu. Radikalleşen, daha özcü olan insanların zihin yapılarına baktığımızda dünyayı biz ve ötekiler diye kurguladıklarını görürsünüz. ‘Bize ait olan her şey masum ve yücedir. Onlara ait olansa kirlenmiş, saflığı bozulmuş ve çürümüştür’ diye bakarlar. Dolayısıyla köktenci kişi adeta hakikati tekeline aldığını düşünür. Onun eylemiyle, bütün dünya yeniden eski saflığına dönebilecek gibi bakar. Ama bu hiçbir zaman ideoloji düzeyinde kalmaz. İdeolojilerden eylemlere çok hızlı bir şeklide sıçramaya yarayan tramplen tahtası işlevi de görür. Orada çok tehlikeli bir yol ayrımı ortaya çıkıyor. İnsanlar, ‘dünyayı bizim düşüncelerimiz eski güzelliğine döndürecek. Karşımızdakiler mutlaka yola getirilmeli ve önümüzdeki engel kaldırılmalı’ diye düşünmeye başladığında siyasi rakiplerini düşmanlaştırır. Zaman içinde düşman kendi yaralanmışlığımızı, kendi incinebilirliklerimizi yansıttığımız, kendimizle ilgili kabul edemediğimiz karanlık tarafımızı üzerine boca ettiğimiz bir imgeye bürünür. O zaman da zihnimiz şöyle işlemeye başlar; ‘Ben onu yok etmezsem o beni yok edecek. Onun varlığına ben son vermeliyim ki, o benim varlığıma ve yüksek ideallerime son vermesin.’ İşte burada tarih boyunca izlediğimiz o zalimce diktatörlüklerin, kan dökücü tiranların zihin yapısıyla karşılaşıyoruz. Sözüm ona iyilik ya da meşru bir amaç uğruna dökülen kan ile karşılaşıyoruz.

Türkiye’den IŞİD’e katılanların birbirinden farklı motivasyonları var. Bir kısmında sanki bir çeşit ergenlik isyanı

Bu tür terör ve şiddet içerikli organizasyonlara katılımlarda o ergenlik heveslerinin çok baskın rol oynadığını düşünüyor ve görüyorum. Dünyada bir cennet kurma hayali insanın ergenlik çağlarında karşımıza çıkan bir şey. ‘Benim olmadığım yer yemyeşildir, benim olmadığım yer cennettir’ tarzı bir anlayışıyla başka bir yerde bugünün hoşnutsuzluğunu telafi etme çabası olarak görüyorum. Burada başka bir şey daha var. İnsanlar sanal âleme iltica ediyor, pop starlara, tüketim ideolojisine, politik partilere, futbol taraftarlığına iltica ediyorlar. İçimizdeki ıssızlığı bir şekilde iyileştirmeye gayret ediyoruz. Ama burada çok daha derin bir patolojisi olması gerek. Çok ciddi bir anlamsızlık buhranı içinde olması lazım insanın bu kadar vahşi ve terörü kendine meşru kabul etmiş bir organizasyona katılabilmesi için. Bu insanların hiçbiriyle tanışmadım fakat çok huzurlu bir çocukluk veya kuvvetli bir aidiyet hissi yaşamadıklarını tahmin ederim. Dinin sahih kaynakları ve yaşayan haliyle entelektüel bir alışveriş kuramamış olduklarından şüphe ederim. Çünkü sağlam bir bağ kursulardı insanın en büyük savaşının aslında kendi içinde ve kendi yakın çevresinde güzelliği diriltmek olduğunu idrak ederlerdi diye düşünüyorum. Dışarıda bir dünyayı yakıp yıkarak yeni bir ütopya yaratmak, yüzyıllardan beri bizim bu topraklarda akıp giden geleneğe aykırı bir şey. Bir tür nihilizm görüyorum. Bu hareketi Avrupavari bir hareket olarak da görüyorum.

Nasıl Avrupavari?

Binyılcı düşünce vardır. Ahir zamanda bir kurtarıcının geleceği ve dünyayı kurtaracağı yönünde.

IŞİD düşüncesinde de kıyametçi bir anlayış var.

Bu kıyametçi zihniyet, apokaliptik zihniyet modern terör hareketlerinin nüvesidir. Çok modern bir şeydir bu. Bence Batı'da boy vermiş olan pek çok anarşist hareket bu binyılcı düşünce kökenlidir. Burada aynı apokaliptik zihniyet nihilist bir ideoloji olarak karşımıza çıkıyor. Yakıp yıkıyor ve yakıp yıkarak en büyük gösterisini yapıyor. Türbe yıkmakla, tarihi eser yıkmakla adeta naklen yayında insan boğazlamakla adı üzerinde tedhiş yapıyor, insanlara korku salıyor ve bizi kendi gücüne inandırmaya gayret ediyor. Bu apokaliptik düşünce insanlar için çekici çünkü sıradan, anlamsız, boş ve buhranlı hayatlarından seçilmiş bir grubun, seçilmiş ve üstün bir üyesi olmakla iyileşmek isteyebilirler. Sıradan bir insan birden Cihadi John adını alıyor ve başka insanların hayatı üzerinde söz sahibi olarak büyük bir iktidar elde ediyor.

IŞİD’e gidenlerin bir kısmı muhafazakâr aile çocukları ve kendi ailelerini yeteri kadar İslami olmamakla eleştirmişler. Bu da görünüşteki nedenlerden biri gibi duruyor.

Muhafazakâr ailelerle ilgili genellemeler çok doğru değil çünkü her aile birbirinden farklıdır. Fakat muhafazakâr aileler de modern dünyadaki pek çok aile gibi eve ekmek getirmeye giderken çocuklarını unutan insanlardan oluşuyor. Çocuklar önemsenmemenin, dikkate alınmamanın hıncını anne ve babalarından çok daha ayrı düşen ve onların temsil ettiğini düşündükleri değerleri çok daha uç bir biçimde ve kendilerinden vazgeçercesine bir ideoloji ile adeta ailelerinden hınç alıyorlar. İntifada için Filistin’de şöyle bir yorum yapılmıştı: ‘İntifada gençleri anne ve babalarının ezilmişliklerini ve utancını kendi sinelerinde taşıyamadıkları için, başkaldırmak istedikleri için taşları attılar ve sokakları doldurdular.’

Anne ve babalarının dünyayı değiştirmek için herhangi bir gayret göstermediğini, kurulu düzenle uzlaşmacı bir tabiat içinde bulunduklarını düşünen ve dürtülerini kontrol edemeyen bıçkın bazı gençler, onlara bütün ergen-anne baba çatışmalarında olduğu gibi doğru hayatın ne olduğunu göstermek isteyebilirler. Bunun için insanın ya hayatta bir yerlere gelmesi gerekir, ‘bakın ben düşünce ve duygu olarak öyle bir yerdeyim ki size yanlışlığınızı gösteriyorum’ ya da hayatını pey olarak ortaya sürebilir. ‘Öyle bir hayat ortaya koyuyorum ki senin bütün yaşadıklarını geçersizleştiriyor.’ Bazıları intihara yönelir, madde bağımlılığına yönelir. Teröre katılarak, ‘ben hayatımı dahi ortaya koyabiliyorum, demek ki uğruna ölünecek şeyler var’ demek ister anne babaya.

Ailelere ne önerirsiniz?

Barbarlığı İslam alemi tarafından tescil edilmiş bir organizasyona körü körüne gitmenin, insanların kendilerini yok etme fantezileriyle de alâkalı olabileceğini düşünüyorum. Kendilerince bu anlamsız dünyaya meydan okuma. Zaten anlamsız ve buhran içinde olan hayatları daha geniş bir ülkünün bir parçası olarak anlamlı hale getirme çabası. Daha yüksek bir hedefin peşinde kendi varlığını anlamlaştırma gayreti olarak görüyorum. Burada problemin muhafazakâr ya da seküler ailede değil de temel problemin gençlerde kendilerini yok etmeye ayarlı dürtüsü olduğunu düşünüyorum. Başka terör örgütlerine katılmakla IŞİD’e katılmak duygu olarak birbirine çok benzer. Kendi bedenini yok ederek yücelmeyi hedeflediğini düşünüyorum. Muhafazakâr aileler çocuklarına dini bilgileri üstün körü vermekle işlerinin bitmediğini fark etmemeliler. Anne babalar çoğu zaman dini birtakım doğruları onlara aktarmakla yetiniyor ama çocuklarıyla bire bir ilişki geliştirmekte çok aciz kalabiliyorlar. Yani çocuklar anne babalarının gözlerinde kendilerini seyredemiyorlar. Değerli oldukları, kıymetli oldukları, dünyaya yeni bir şey katabilecekleri hissini alamıyorlar ve bu durumda da bir şekilde bu önemsenmemişliğin, yok sayılmışlığın hıncını şiddete yönelerek, daha büyük bir ülkünün parçası olarak çıkarmak isteyebiliyorlar. Fakat bütün bu olup biteni TV’den izleyip, gazetede okuyup, vahşetin bu kadar kurumsallaştırılmasını ve bunun üzerinden güç devşirilmesini görerek, böyle bir organizasyona katılmak isteyen gençlerin de çok ciddi kimlik karmaşası yaşıyor olabileceklerini tahmin edebiliyorum.

Bir de yaptıkları her şeyi meşrulaştırıyor IŞİD ve taraftarları. Ürdünlü pilotu yakarken kendilerini haklı buluyorlar mesela.

Grup narsisizmi deniyor buna. Seçilmiş bir gruba dâhil olmak, o grubun bütün eylemlerini sonuna dek şüphesiz bir biçimde benimsemeyi beraberinde getiriyor. Bu kolektif narsisizm insanların kendi gruplarının hatalarını hiçbir biçimde görmemeleri ve karşı tarafın hatalarını gözlerinde büyütmelerini beraberinde getiriyor. İnsanlar metinleri de tamamen kendi ideolojilerine uydurarak okumaya başlıyorlar. Her türlü seçilmişliğe inanan hareket, klasik metinleri de kendi ideolojisine uydurabilir. Mesela kürtaj yapan doktorları öldüren fundamentalist bir Hıristiyan örgüt de İncil’i kendisine göre yorumlayabilir. Bu çok zor bir şey değil. Ayrıca köksüz bir hareket bu. İslam'ın medeniyet tarihiyle, düşünce tarihiyle bir ölçüde temas kurmuş, ufak bir dokunuşla bile ilişki kurmuş bir insanın modernliğini, köksüzlüğünü anında görebileceği bir hareket bu. Burada başka bir faktör de devreye giriyor. Dini, insanı onaran, esenliğe götüren, barışa götüren bir kaynak olarak okumak yerine sığ ve katı bir okumaya tabi tutarak, fanatik taraftar olmak var. Bu fanatik taraftarlık başka alanda da ortaya çıkabilir. Geniş ölçekte bakınca iyi yetişmemiş gençlerin ‘dünyayı biz onaracağız’ büyüklenmeci kendiliğinde ortaya çıkıyor. Büyüklenmeci kendilik önemli. İnsan bilgi sahibi oldukça dünyada neyi değiştirip, neyi değiştiremeyeceğine ilişkin bir kanaat edinir. Ama ergenlerin büyüklenmeci kendiliği öyle bir şeydir ki dünyaya nizam vermeye çok hazırdırlar. Ellerine gücü verseniz her şeyi yakıp, yıkmaya hazırdırlar. Bu hem dünyanın iyi okunmamasından, dinin iyi okunmamasından ve kişinin kendini iyi okuyamamasından beslenen bir şey.

Yakınları IŞİD’e giden ailelerin bir kısmı da çocuklarına yeterli dini eğitim verilmemesinden şikâyetçi. Bu dini eğitim nasıl olmalı?

Dinimizin irfani tarafıyla çok az buluşturuyoruz. Bir de tabii Batılı efendilerin yarattığı büyük bir travma var. Bu topraklarda yaşıyor olmak hasebiyle garpzedeyiz. Bilinçaltımızda bir mağlubiyetin neden olduğu öfke var. Bu öfke çok değişik şekillerde patlamalar gösteriyor. Batılı efendilerin bu coğrafya üzerinde sömürgecilik hedeflerinin dinmediğini görüyoruz. Irak’ta, Filistin’de can veren bir insanın hayatının Batı'da can veren insandan daha değersiz olduğunu görüyoruz. İnsanlar savaşa katılmasa da savaşın bir tanığı durumundadır. Hepimiz bunları ekranda görüyoruz. Mikro travmadır bunlar. Bu mikro travmalarda incinen insanlar bu yenilmişlik hissini öfkeye ve intikam hissine dönüştürerek bu acziyetten kurtulmak istiyor. Terör örgütü de buradan ekmek yiyor. İnsanın içindeki o acziyet duygusunu alarak oradan bir devrim şehidi yaratmak istiyor. Onu güçlendiriyor. ‘Sen cennetliksin, hilafet mensubusun. Devrimin yürüyen insanısın’ diyor. Sıradan insana bahşettiği bu güçle onu birden yürüyen bombaya, ayaklı terör makinesine dönüştürebiliyor. Din her şeyden önce insan canına saygı duymayı ve tevazuyu öğretir. Oysa modern ideoloji insana büyüklenmeyi ve amaçları uğruna her şeyi mubah saymayı öğretiyor. Bu modern ideojik okumalara karşı dinin irfanî ve medeniyet boyutunu ön plana çıkaran bir boyut vermemiz lazım. Mevlana ile Yunus’la, bizim kültürümüzde çokça örneği bulanan bu irfanî kaynaklarla canlı ilişki kurabilen, onların şiirini okumaktan lezzet alan insan, başka insanları incitmekten kaçınacaktır çünkü bütün tasavvuf incitmeme üzerine kuruludur. Ama işte bütün hayatı bir güç yarışına çevirdiğimizde ve ‘eğer incinmek istemiyorsan incit’ felsefesini yaydığınızda dinin özü de buharlaşıyor. Eğitim olarak da risk bölgelerinin çok iyi belirlenmesi gerekir. Hangi bölgelerden insanlar bu tip örgütlere devşiriliyor, bununla ilgili devletin tartışma yürütebilmesi gerekir. O ailelerle konuşulması, neyin yanlış gittiğinin iyi anlaşılması lazım. Ergenlik çağındaki insanlarda ya da ergenlikten çıkamamış gençlerde akran baskısı da çok önemlidir. Akranlarının tesiriyle kendilerine sosyal kimlik bulmak için ne kadar cesur olduklarını, dava adamı olduklarını ispatlamak için bu tip organizasyonlara yönelebilir. Aslında bütün derdi kendi karakterini göstermektir ama girilen yol yalnızca kendisi için değil bütün dünya için tehlikelidir.