1920’li yıllarda o dönemin dinamiklerinin dikkate alınması suretiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu, “ulus devlet” anlayışının benimsendiği, tüm vatandaşların bir kimlik altında birleştirilmesinin hedeflendiği, bu nedenle etnik hassasiyetlerin dikkate alınmadığı ve “laiklik” ilkesinin önplana çıkarıldığı, Devletin kuruluş felsefesinin buna göre dizayn edilip Cumhuriyet’in niteliklerinin tanımlandığı görülmektedir. Tarih tartışılırken bugünün şartlarına ve dinamiklerine göre iyi ve kötü nitelendirmesinde bulunulamaz. Yürümeyecek veya toplumu kaosa sürükleyecek değişim süreçlerinden kaçınılmalıdır. Toplumun önemli bir kısmının reddettiği ve birleştiricilik taşımayan veya uluslararası alanda reddedilen veya hoş karşılanmayan değişim süreçlerine girildiğinde, bunun bugün olmazsa yarın ciddi sonuçları olacaktır. Toplumda bir mutabakat, uzlaşma ve birlik sağlanmadan veya ulusal ve uluslararası açıdan bugünün dinamiklerini dikkate almadan yapılacak değişimlerin olumsuz sonuçları kaçınılmazdır. Devlette ve toplumda yapısal değişikliklere gidilmeden önce, önerilerin olumlu ve olumsuz taraflarının sonuçlarının tartışılması gerekir ki, “etki tepki” kuralı ile hareket etmenin devlet politikalarında yeri olmamalıdır.

Devlet politikaları ve sosyal değişim süreçlerinde samimiyet önemlidir. Toplumun normalini değiştirmeye çalışırken bunun yapılmadığının söylenmesi ve yaşam tarzına yansıyacak şekilde hukuk kuralları başta olmak üzere sosyal kabullerde öngörülen yenilikler şüphe ile karşılanmakta, toplumsal mutabakat ruhuna uygun düşmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken “yeni devlet”, “ulus ruhu” ve “cumhuriyet” kavramlarının çatısı altında toplumda bir birliğin ve mutabakatın sağlandığı düşünülmelidir, aksi halde Devletin kurulup yaşayabilmesi mümkün değildir. Her ne kadar din ve etnik kimlik üzerinde tartışmalar yaşansa da, bugün gelinen noktada Devletin kuruluş felsefesi ve Cumhuriyet’in temel niteliklerinde değişime gidilmeden arızalı noktaların ve sorunların çözülmesi mümkündür.

15 Temmuz’da yaşanan darbeye teşebbüs sürecinin bir amacı da; Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk Milleti’nin iç sorunlarla meşgul edilmesi, kamu otoritesinin yıpranması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kan kaybetmesi, başını kaldıramamasıdır. Dış destekli FETÖ/PDY’nin 2007 yılından bu tarafa yürürlüğe koyduğu senaryonun hedefi, zayıflamış ve zayıflatılmış TSK’nın ulusal güvenliği koruma gücünü kırmaktır. Küllerimizden doğacağımız kesindir, çünkü Türk Milleti’nin birlik içinde hareket edip ulus ruhunu benimsemekten başka çaresi kalmamıştır.

Etnik kimlik, din ve mezhep üzerinden ayrışmaksızın, kısır çatışmalarla enerjimizi tüketmeksizin, karşı kaşıya kalınan tehlikenin farkına varıp buna göğüs germeliyiz. Biz ise, Devletin yıkılıp yıkılmadığı, yeni Devletin kurulup kurulmadığı, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün kontrollü olup olmadığı ile uğraşıyor, tartışıyor ve enerjimizi tüketiyoruz. Bu sırada düşman boş durmuyor, maksadı ne ise ona ulaşmak için plan ve programını kararlılıkla sürdürüyor. Devletin kuruluş felsefesi ve Cumhuriyet’in nitelikleri ayaktadır, bugüne kadar yaşanan tüm saldırılara, Türkiye’yi güçsüz düşürmek, zayıflatmak ve ele geçirmek için yapılan tüm plan ve programlara karşı Türk Milleti yıkılmamıştır. Bu sebeple; gün birlik olma ve ulus ruhunu diriltme zamanıdır, bu Millet, ancak ulus ruhu ile ayakta kalabilir. Ortada yıkılan bir devlet yoktur. Hangi manada söylenirse söylensin bu tür sözler emperyalist güçlerin ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramaz. 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılması ile başlayan süreç; bir arınmayı, bozulan kamu otoritesi yapısının yeniden toparlanmasını, kamu düzenin sağlanmasını, olağanüstü halin ilanına yol açan sebeplerin bertaraf edilmesini hedeflemelidir.

Devlet ve meşru Hükümet, hiçbir güce karşı savaş kaybetmemiş, Ülke daimi işgale uğramamış, iç ayaklanma ile mevcut Devlete ve Hükümete son verilmemiştir. 15 Temmuz'da olan, Türk Ceza Kanunu m.309, 310, 311 ve 312 kapsamında değerlendirilebilecek bir darbe girişimidir ve başarısız olmuştur, Devlet ve temsilcisi Hükümet dahil tüm kuvvetler ayaktadır, dolayısıyla ortada yıkılan bir devlet yoktur.

15 Temmuz sonrası; kamu otoritesini kontrol altına alarak, Devleti ele geçirmek veya yıkıp yeniden kurmak veya yapılandırmak isteyen dış destekli bir illegal yapının tasfiyesi, kamu otoritesinin arındırılması, Devletin, Cumhuriyet'in Anayasada yazılı olan niteliklerine uygun şekilde yapılandırılması veya bunların yörüngesine oturtulması olarak değerlendirilebilir. Bu sebeple; kamu otoritesinin hatası, ihmali veya ilgisizliği ile yaşanan 15 Temmuz süreci, Devletin yıkılıp yeniden kurulması olarak nitelendirilemez. Çünkü ortada; yıkılmış ve yerine kurulmaya aday bir veya birkaç devlet olmayıp, Devleti ele geçirme ve yeniden dizayn etme niyeti ile hareket eden illegal yapılanmanın darbe girişimi ve bunun akamete uğratılması süreci vardır. Bu nedenle; maksadını aşan sözler ve tartışmalar, birliğe ve Cumhuriyet'e zarar vereceği gibi, en önemlisi de Cumhuriyet'in nitelikleri konusunda toplumda yaşanan kutuplaşmayı ve güvensizliği tetikleyecektir.

Bir an için 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsa idi, Devletin yıkılıp yeniden kurulma süreci yaşanabilirdi ki, bu noktada felaketin eşiğinden dönülmüştür. Bunun dışında Devletin yıkılıp kurulduğu veya niteliklerine aykırı şekilde yeniden yapılandırıldığı iddiasının; hukuki, sosyal ve siyasi gereği olmadığı gibi, Vatana ve Millete hiçbir yararı da yoktur, Milleti ve Vatanı güç durumlarda bırakacak, özellikle ulusal güvenlik konusunda zora sokabilecek, gereksiz tartışmalarla toplum birliğine olumsuz etkileri olabilecek açıklama, öneri ve tartışmalardan kaçınılmalıdır. Bir toplumu birlikte tutan ulus birliği, inanç ve samimiyettir. Bunlar olmazsa, Cumhuriyet'e sahip çıkılmazsa, puslu hava sadece düşmana yarar.

15 Temmuz 2016 tarihinden itibaren; kamu otoritesinin yeniden yapılandırılması, deyim yerinde ise fabrika ayarlarına dönülmesi, Devletin kuruluş felsefesinin ve Cumhuriyet'in niteliklerinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç yoksa ve bu amaca ulaşmak için gösterilen çabalarda samimiyet olmazsa; Devletin yıkılıp yeniden inşası gündeme gelmese de, kuruluş felsefesinden ve Cumhuriyet'in niteliklerinden ilk aşamada şeklen değilse bile, özde uzaklaşma başlayacak ve derinleşecektir.

Devletin yapı taşları ile oynanır, kuruluş felsefesi ve Cumhuriyet'in nitelikleri üzerinde değişikliklere gidilmeye çalışılırsa, bu teknik anlamda Devleti yıkıp kurmak olmaz, ama Devletin yeniden şekillendirilmesi, kuruluş felsefesi, nitelik ve rejiminin değiştirilme gayreti olarak değerlendirilebilir ki, bunun da kabulü mümkün değildir.

Son söz;
Bir ihtimal 2018 ve en geç 2019 yıllarında Cumhurbaşkanı, milletvekili ve belediye seçimlerinin yapılacağı dikkate alındığında, siyasi partilerin ve adayların “yeni Devlet kurma” gibi ideolojik ve temeli olmayan tartışmalarla zaman harcamamaları, gündem oluşturmamaları ve memleketin esas sorunları konusunda fikir üretip kamuoyuna somut öneriler sunmaları gerekir. Adalet, güvenlik ve ekonomi konularında ortaya koyulacak öneriler ve gelişmeler, seçimlerin sonuçlarını belirleyici olacaktır. Bunlardan “adalet” deyim yerinde ise karın doyurmasa da önemlidir ve bu kavram sadece yargı ile sınırlı tutulmamalıdır. Adalet her yerde, seçimde, çalışma hayatında, eğitim öğrenimde, sağlıkta, kamu hizmetlerinden yararlanmada, idari teşkilatlarda geçerli olmalı, bu konuda yapılacaklar sözden ibaret bırakılmamalıdır. Yargının eşit yaklaşmadığı, korkunun hakim olduğu, herkesin her an şüpheli veya sanık olabileceği bir ortamda adaletin ve hukuk güvenliği hakkının varlığı tartışmalı olacaktır.

Güvenlik en önemli meseledir. İç ve dış güvenliğin gözetilmediği, milli sınırların güvenliğini sağlayıp koruyan politikalar üretilmediği, terörün kaynağında kurutulamadığı durumda, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik sorunu varlığını sürdürecektir. Şu an için komşularımız Irak ve Suriye devletlerinin bütünlüklerini koruyamamaları, egemenlik sorunu yaşamaları, dış destekli yapı ve tehditlerle karşı karşıya kalmaları, ister istemez Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürmektedir.

Geçmiş tecrübelerle sabit olduğu üzere; bir seçimde seçmenin tercihini etkileyen en önemli faktör ekonomi, bu kapsamda iş, aş, milli gelirin dürüst dağıtılması ile ilgili önermelerdir. Bu konuda sorun çözen somut öneriler, reform içeren teklifler ortaya koyulmadıkça, ideolojik tartışmalar ve ayrışmalar üzerinden siyasette sonuç alınabilmesi ve seçim kazanılabilmesi sürdürülebilir gözükmemektedir. Bu nedenle; suni, kısır ve fayda sağlamayacak ideolojik iddia ve söz düelloları ile enerji tüketmenin topluma ve seçilmek isteyene yararı olmayacaktır. Toplumun orta kesimini hedefleyen, kararlı, inandırıcı ve refahı artırıcı somut projelerin ve önerilerin ortaya koyulup anlatılması en doğrusu olacaktır.

 
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)