Vatandaş olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin iç ve dış güvenliği ile siyasi geleceği hakkında duyarsız kalmak mümkün değildir. Önemli olan, Türkiye Cumhuriyeti topraklarının ve Türk Milleti’nin menfaatlerinin korunmasıdır.

Haziran 2015 seçimleri sonrasında ortaya çıkan tablo, yönetim istikrarı için bir süre beklenmesi gerektiğini göstermektedir. Demokraside çareler tükenmez. Yakın zamanda başlayacak koalisyon arayışlarının, Ülkenin içinde bulunduğu iktisadi ve güvenlik sorunlarının daha fazla büyümeden olumlu sonuçlanma ihtimali mümkün gözükmektedir. İçeride ve dışarıda devam eden sorunlar sürecini ateşten gömlek görenler, şu an iktidardan uzak durmak isteyebilirler. Ancak amaç, yönetimde devamlılık ve Ülke sorunlarına duyarsız kalmayıp çözmeye çalışmak ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giren her siyasi partinin elini taşın altına koyması gerektiği de tartışmasızdır.

Koalisyon arayışlarında makul sürede yeni hükümet kurulmazsa, işin erken seçime gideceğini söylemek gerekir. Seçimden korkulmamalıdır. Temsili demokraside, Meclise giren siyasi partiler aralarında samimiyetle veya başka hesaplarla anlaşamadıklarında çare erken seçimdir. Ancak bu seçime %10 Ülke barajı ile gidilmesi, hem demokrasi ve hem de seçmen iradesinin sandığa doğru yansıması açısından ciddi bir hata olacaktır. Seçim barajı, ya tümden kaldırılmalı veya %3 veya %5’e çekilmelidir.

Ülkenin iç ve dış güvenlik sorunlarının devam ettiği bir aşamada hükümetsiz kalması düşünülemez. Şu an devam eden bir hükümet vardır, fakat Haziran 2015 seçimleri sonrasında oluşan TBMM’nin yansıttığı iradenin hükümeti bu değildir. Yeni milletvekilleri ve Meclise giren siyasi partiler, halktan aldıkları yetki ile asgari müştereklerde birleşip hükümet kurma ve Ülkenin sorunlarını çözme kararlığını göstermek zorundadırlar. Aksi halde, bir istikrar arayışı ve demokrasinin gereği olarak erken seçim kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye, Irak ve sonrasında başlayan Suriye iç savaşı ile birlikte ciddi bir sınır ve iç güvenlik sorunu yaşamaktadır. Türkiye’nin, en uzun sınır hattında gerçekleşen iç savaşa ve düzensizliğe karışmaması, bu konuda politika üretmemesi, vatandaşların can ve mal güvenliklerini korumaması düşünülemez. Bu kapsamda, Devlet ve Hükümet politikaları ne yönde olursa olsun desteklenmelidir. Herkes, görevinden kaynaklanan yetkileri hududunda hareket edip, uluslararası toplumda Ülkemizi zor durumda bırakacak ve mili menfaatlere zarar verecek karar ve eylemlerden kaçınılmalıdır.

Suriye’de devam eden iç savaş nedeniyle Ülkemize gelen yabancılardan kaynaklanan belirsizlik, kayıt dışı nüfus, yaşanma ihtimali olan güvenlik ve sosyal sorunlar dikkate alındığında, Türk Hükümeti’nin uzun süredir oluşturulmasını talep ettiği güvenli bölgenin ne derece önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Mevcut duruma göre Türkiye, kendi sınırından Suriye topraklarına doğru oluşturulacak güvenli ve uçuşa yasak bölge talep ettiği halde, farklı çıkarlar peşinde koşan başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere uluslararası toplumun bu talep ve yürüyen sorunlar karşısında umursamaz davrandığı görülmektedir.

Türkiye, savaştan kaçıp gelen yabancılara kendi topraklarında büyük masraflar ederek kurduğu kamplardan dilediği zaman Ülkenin kalbini oluşturan merkezi şehirlerine kayıt dışı seyahat ve yerleşmeleri kontrol altına alamamaktadır. Kanaatimizce, hangi insani sebeple olursa olsun hiçbir devlet bu tip öngörülemez ve bilinemez güvenlik sorunlara yol açabilecek kontrol dışı nüfus hareketlerine izin vermez. Türkiye, gerek göçmen ve gerekse insani boyutta yaşanan sorunları üstlenen, tahammül etmesi gereken ve tüm sorumluluğu üzerine almak zorunda bırakılan bir ülke konumuna getirilmiştir. Bunun kabulü mümkün değildir.

Bugün IŞİD, DAEŞ veya DAİŞ adı altında hangi yapılanma olursa olsun, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Müslümanlara onarılmaz ve tahammül edilmez zararlar verdiği bir gerçektir. Bu yapılanmaları hangi emperyalist güçlerin kurup desteklediği, kimlerin bu yapılanmalara üye olduğu, bu yapılanmaların Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in menfaatlerine hizmet edip etmedikleri, Irak ve Suriye’de çıkarılan iç karışıklıktan kimlerin menfaat elde edip, ülkelerin parçalanması ile ortaya çıkarılması hedeflenen devletçiklerin kimlere hizmet edeceği iyi düşünülüp hesaplanmalıdır.

Belki de, daha önce gündeme getirdiğimiz “Dinler Savaşı” özlemi olanlar vardır. Bu savaş; büyük dinler arasında yaşanabileceği gibi, bir dinin kendi iç hesaplaşmasına da dönüştürülebilir. Mevcut durum, fevkalade sayılabilecek derecede Müslümanların ve nüfus çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin aleyhinedir ve bu kötü durumdan çıkış için bir ortak proje de geliştirilememektedir. Özellikle Müslüman ülkelerde kaybolan iç düzen ve hiyerarşik yapı, gerek o ülkeler ve gerekse komşu ülkeler bakımından gerçek ve yakın tehlikeler haline dönüşmüştür.

Bir zamanlar Arap Devrimi, Arap Baharı, demokrasi hareketi, barış ve kardeşlik türküleri arasında desteklenen iç karışıklık ve düzensizliklerin yerini, doymak bilmeyen emperyalist güçlerin türlü silah ve mermilerinin tüketildiği iç savaşlar, güvensizlik, soykırım, insanlığa karşı suçlar, kan ve gözyaşı almıştır. İşin ilginç tarafı; gelinen bu aşamadan en fazla fayda sağladığı düşünülenler, daha önce bu tip suçların mağduru olduklarını söyleyenlerdir.

Sınırlarımızda yaşanan ve bizi her an içine çekip alma tehlikesi bulunan bu yangın karşısında; Türkiye Cumhuriyeti, Türk Milleti ve Türk Silahları Kuvvetleri milli menfaatlerimizi koruyacak kararlı duruşu göstermek zorundadır.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)