Bir daha aynı olayların yaşanmaması için, 15 Temmuz olaylarının; hukuki, toplumsal ve insani açıdan doğru ve gerçekçi değerlendirilmesinin yapılması bir zorunluktur.  Bunu sağlamak için darbe ve sonrasının hukuki ve sosyal yapılanmasına kısa bir göz atmakta yarar vardır.

DARBE BİR SUÇTUR

Öncelikle ifade etmek ve kabul etmek gerekir ki; yönetime ve ülkenin yürürlükte olan düzenine karşı "askeri ve sivil darbe" girişimi hiç bir şekilde kabul edilemez. Bu bakımdan 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılmak istenen eylem tasvip edilemez, yasa ve hukuk dışıdır.

Bu yönü itibariyle de 15 Temmuz darbe girişimine kalkışanlar ve silah kullananlar suç işlemişlerdir. Bu kişilerin yargılaması başlamış ve büyük cezalara çarptırılmışlardır.

Ülkesini, ilke ve değerlerini korumak için toplumsal tepki ve direnişlerini göstermek amacıyla toplanan halka karşı silah kullanılamaz. 15 Temmuz olaylarında yaşandığı üzere; ülkesini, ilke ve değerlerini korumak üzere toplanan halka karşı silah kullananlar, yaralama ve ölüme neden olanlar, suç işlemiş olurlar.

KARŞI SUÇLAR

Aynı suçun yani silah kullanma, yaralama ve öldürme suçlarının, darbe girişimini önlemek iddiasında bulunan kişiler tarafından işlenmiş olması da suçtur.

Darbe girişimine bilerek veya bilmeyerek katılmış olan ama teslim olan veya teslim alınan kişilere karşı işlenmiş olması da suçtur. İster bilerek ve isteyerek, isterse olaylardan hiçbir haberi olmaksızın, emir kumanda zinciri altında olaylara karışanlardan bir kısım asker silahlarını bırakmış, teslim olmuşlardır. Teslim alınan bu kişiler; kırbaçlanmış, dövülmüş, ağır ve sürekli aşağılanmalara maruz kalmış, hatta bir kısmı ağır yaralanmış ve ölümlerine neden olunmuştur.

Bu suçları işleyen kişilerin de, darbe girişimine kalkışanlar gibi yargılanmaları gerekir.

ÖRNEKLER

15 Temmuz gecesi köprüde hayatını kaybeden Hava Harp Okulu öğrencisi Murat Tekin’in ablası “Acının yaşı 21” isimli bir kitap yazmıştır. Kitapta yazıldığı üzere; 21 yaşındaki Murat Tekin tam bir Cumhuriyet çocuğudur ve en büyük hayali bir gün vatan için şehit olmaktır. Ancak, kalkışma sonrası otobüsten indirilen ve savunmasız bir durumda bulunan Tekin, kızgın bir kalabalık arasında hayatını kaybetmiştir.

Aynı gece hayatını kaybeden, Hava Harp Okulu’nun 20 yaşındaki bir başka öğrencisi Ragıp Enes Katran için verilen Adli Tıp Kurumu Otopsi Raporu’nda; yüzünde, boynunda, vücudunda öldürücü kesikler ve yaralar bulunmuştur.

Başta da ifade ettiğimiz üzere; bu suçları işleyen kişilerin de, darbe girişimine kalkışan, ölüm ve yaralanmalara sebep olanlar gibi yargılanmaları gerekir.

SUÇU KALDIRAN DÜZENLEMELER

24 Kasım 2016 da kabul edilen 6755 sayılı Kanun’un 37 maddesinde “15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” hükmü kabul edilerek, bir nevi dokunulmazlık getirilmiştir.

Daha sonra aynı dokunulmazlığın, darbe girişimine karşı çıkarken suç işleyen sivilleri de kapsaması için 24 Aralık 2017 de yayınlanan 696 sayılı (Torba Kanun şeklindeki) Kanun Hükmünde Kararname’nin 121. maddesinde “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır.” denilmiştir.

Böylece, sanki; darbe girişimini önlemek için sokağa çıkanların suç işlemeleri, adam dövmeleri, yaralamaları, öldürmeleri halinde bile haklarında hiçbir işlem yapılmayacağı hükme bağlanmak istenmiştir.

BU MADDELER, BU SONUCU SAĞLAYAMAZ

Darbe girişimini önlemek için sokaklara dökülen kişilerin, işledikleri darp ve diğer suçlardan dolayı haklarında yasal bir tahkikat yapılıp yapılamayacağı veya bunun ne kadar geçerli olup, ne derece hukuki ve ahlaki olduğu ayrı bir sorundur.

Ama bunu sağlamak için yapılan ve yukarıda yazılan maddelerin, bu sonucu sağlamaya yeterli olup olmadığı hiç tartışılmaksızın kabul edilmiştir.

Oysa yazılan maddelerin içeriği, bu isteği hiçbir şekilde tahakkuk ettiremez.  Hukukçuların bunu, bu güne kadar dile getirmemiş olmaları da akıl almaz bir durumdur.

Zira madde de (sizlerin de okuduğu üzere), dokunulmazlık getirilen kişiler “darbe teşebbüsünün… bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında resmi bir sıfatı olan veya resmi bir sıfatı olmaksızın görev alan kişiler” olarak sayılmıştır.

Adam dövmek, yaralamak ve öldürmek bir görev olmadığına göre, bu fiilleri işleyen kişiler hakkında yargılama yapılacaktır.

Ayrıca, işlenen “bir suç, hiçbir zaman ve  hiçbir şekilde, suç olmaktan çıkarılamaz. Aksine yapılan düzenlemelerin hukuki geçerliği yoktur.”

Bütün bunlardan çıkan sonuç; darbe girişimine katılıp suç işleyenler gibi, darbe girişimini bastırmak iddiasında olup suç işleyenlerinde aynı şekilde cezalandırılmasının kaçınılmaz olduğudur.
Bir kalkışma haberinin alınması üzerine, sivil halkın sokaklara çağrılmasının ne derece doğru olduğu da, üzerinde ayrıca durulması gereken hususlardandır.

ŞEHİT VE GAZİ TANIMI

Ülke ve düzen için hayatını veya vücut bütünlüğünü kaybeden kişiler, her türlü övgüye layık, vatansever, cesur, üstün ve hatta kutsal kişilerdir. Ancak bir kısım deyim ve unvanların çok genişletilmesi onların saygınlığına zarar verir. Bu bağlamda "şehit" deyimi çok dar kapsamlı olarak kullanılmalıdır. Şehit kelimesinin özü "yurdu için savaşırken ölen kişi'dir". Şehit ve gazilik için aslolan "savaş" halidir.

Bu unvanın verildiği kişiler ve onlara tanınan olanaklar arasında bir takım farklılıklar ve ayrıcalıklar yaratılması, kavrama ve saygınlığına zarar vermektedir.

Ayrıca bu son darbe girişiminin, yalnızca halkın karşı çıkması ve karşı koyması ile önlendiğini iddia etmek hayatın olağan akışına ve gerçeklere aykırıdır.

Darbenin önlenmesinde; geniş kitlelerin karşı çıkması ve eylemi kuşkusuz etkili olmuştur ancak tek ve etkili eylem bu değildir. Tankların önüne çıkan ve hatta önüne yatan kişiler kadar, kullandığı tank ve araçları bu kişilerin üzerine sürmeyen-süremeyen askerlerin, ülkesine ve insanına beslediği sevgi, saygı ve özveri de gözardı edilmemelidir.

15 TEMMUZ BİR BAYRAM MIDIR

Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki 2429 sayılı kanuna göre, tek bir “Ulusal Bayram” vardır, o da “1923 yılında Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim günü’dür.” Türkiye’nin içinde ve dışında Devlet adına yalnız bu gün tören yapılır.

Bunun dışında resmi bayram günleri; “Milli Bayram Günleri” ve “Dini Bayram Günleri” olarak ikiye ayrılır.

Bilindiği üzere dini bayram günleri; “Ramazan Bayramı” ve “Kurban Bayramı”dır.

Resmi bayram günleri ise; “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik Spor Bayramı ve 30 Ağustos Zafer Bayramı”dır.

Bu bayram günlerinin dışında, bir de bayram olmamakla beraber    “Tatil Günü” olarak sayılan günler vardır. Yani bu günler bir bayram günü değildir, yalnızca bir tatil günüdür.

Yasaya göre; Bayram olmayan, yalnızca tatil günü sayılan günler; “1 Ocak Yılbaşı Tatili, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü ve 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü Tatili’dir.”

Bir diğer ifade ile şehit, yaralı ve gazilerin olduğu 15 Temmuz gününü “Bayram” olarak kabul etmek ve giderek dini bir görünüm vermek, “sela’larla” karşılamak her bakımdan yanlış ve kabul edilemez bir durumdur. Kaldı ki o günde, halk içinden olduğu kadar, genç öğrenci ve askerlerden de üzüntü verici kayıplar yaşanmıştır.

Ayrıca ülkenin ulusal bayram ve günleri; ancak o ülkenin "kuruluş" ve yabancı güçlerin işgal ve egemenliğinden "kurtuluş" günleri olmalıdır. Bunun dışında, darbe ve ihtilal girişimleri ile bağlantılı günleri, bayram ve tatil günü olarak kabul etmek uzun vadede rağbet görmemekte ve uygulama olanağı bulmamaktadır. Bunun en yakın örneği 27 Mayıs ve 12 Eylül günlerine ilişkin uygulamalardır.

Başta da ifade ettiğimiz üzere; yönetime ve ülkenin yürürlükte bulunan düzenine karşı "askeri ve sivil darbe" girişimi hiç bir şekilde kabul edilemez. Bu bakımdan 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılmak istenen kalkışma eylemi gözardı edilemez, yasa ve hukuk dışıdır. 

Ancak "hukuk dışı" eylemlerle mücadele etmenin en etkin ve tek yolu, hiçbir ayrım yapmaksızın her olayda aynı şekilde "hukuk içi" yani hukuki ve hukuksal yöntemlerin uygulanmasıdır.

Hukuk zorlanarak hiç bir yola gidilemez, hiç bir yarar sağlanamaz.

Bu ve benzer günlerden alacağımız dersler ile daha mutlu ve aydınlık günlere ulaşmamızı dilerim.
 

Av.A.Erdem Akyüz

Hukukun Egemenliği Derneği

O.Genel Başkanı