Sivil, dindar, demokrat Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçen Turgut Özal 9 Kasım 1989’da Kenan Evren’den görevi devir almıştı.
Yedi yıllık görev süresini tamamlamasına ömrü vefa etmedi. Öldü mü, öldürüldü mü tartışmaları 20 yıl devam etti. Tartışmalar soruşturmaya dönüştü. Mezarından çıkarılıp (fethi kabir) otopsi yapıldı. Soruşturma davaya dönüştü.
Özal’a Cumhurbaşkanı  demeyi içine sindiremeyen, ‘864 Rakımlı Tepe’  söyleminin mucidi Süleyman Demirel 16 Mayıs 1993’de köşke çıktı. Demirel seçilinceye kadar dönemin Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Cumhurbaşkanlığına vekalet etmişti.
 
Demirel Cumhurbaşkanı olduktan sonra bir gazeteciye verdiği mülakatta, Cumhurbaşkanlığı seçiminin önemini anlatır ve 12 Eylül 1980 darbesinin esas nedeni Çankaya meselesi olduğunu ifade eder.
 
Demirel 16 Mayıs 1993 - 16 Mayıs 2000 tarihleri arası 7 yıl Cumhurbaşkanıdır.
 
Cumhurbaşkanlığının işgal dönemi
 
Ahmet Necdet Sezer’in görev tarihlerine baktığınızda bir anormallik görürsünüz.
Başlangıç 16 Mayıs 2000. Bitiş 28 Ağustos 2007. Süre; 7 yıl 3 ay 12 gün.
 
Cumhurbaşkanlığı süresi Anaysa gereği yedi yıl olduğu halde, A.N.Sezer görevini bırakmadı.
Yeni Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın vekalet etmesi engellendi.
Anayasal süresi dolmasına rağmen A. N. Sezer, Cumhurbaşkanlığını neden bırakmamıştır?
Diğer bir deyimle 3 ay 12 gün Cumhurbaşkanlığı makamı haksız ve hukuksuz olarak nasıl işgal edilmiştir ?
Süresi dolan Ahmet Necdet Sezer’in görev süresini re’sen uzatmak gibi bir yetkisi var da biz mi göremedik?
Bu yetkiyi Anayasa’dan almadığına göre, nereden alıyor? Milletten ve Meclis’inden gizlenmiş ‘Kırmızı Kitap’tan mı?
Vesayet makamları böyle mi emir buyurdular?
 
İşgalin arkasında 27 Nisan Bildirisi mi var?
 
Yedi yıl öncesinin 27 Nisan gecesi Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin basın açıklaması başlığı altında bir bildiri yayınlanmıştı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın bizzat yazdığını ifade ettiği bildiri, bir basın açıklaması mı, muhtıra mı tartışmaları devam ededursun, sonuçları itibariyle Cumhurbaşkanı seçimine darbe tehdidiyle doğrudan müdahaleydi.
 
Bildiride, Cumhurbaşkanlığı makamına “laikliğe sözde değil özde bağlı” birinin seçilmesi zarureti anlatıldıktan sora darbe tehdidi şöyle yer alıyordu:
Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.”
 
Cumhuriyet Halk Partisi, 27 Nisan Bildirisini ‘muhtıra’ olarak değerlendirmiş, hükümetin bunun gereğini derhal yerine getirmesi gerektiğini ifade etmiştir. Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, “Genelkurmay’ın tespitleri bizim tespitlerimizden farklı değildir. Altına imzamızı atarız” diyerek, demokrasi yerine darbeden yana tavrını açıkça ortaya koymuştur.
 
CHP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimini krize dönüştürme, krizden darbe, darbeden iktidar sağlama girişimi bu defa sonuç vermemiştir. Muhtıracılar ve arkasındaki siyasilerin hesabı hükümetin 28 Nisan cevabıyla bozulmuştur. Ancak Anayasa Mahkemesinin hukuksuzluğuyla maruf 367 kararıyla uzayan seçim sürecinde 27 Nisan Bildirisinin somut sonucu olarak Cumhurbaşkanlığı 3 ay 12 gün A.Necdet Sezer tarafından işgal edilmiştir. Bu işgal karşısında, kendilerini Anayasa’nın teminatı ve bekçisi olarak gören ‘yetkili organlar’ın hiçbirinden ses çıkmamıştır. Makamı işgal eden Sezer, yetkisiz olarak görevine devam etmiş, atamalar yapmış, kararnameler imzalamıştır. Hatta Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair Anayasa değişikliğinin iptali için AYM’ne başvurmuştur. AYM’nin tutumunu ayrı bir yazı konusu olarak sonraya bırakalım.
 
 
28 Nisan siyasi tarihimizde bir milattır.
 
28 Nisan 2007 günü Türkiye’de bir ilk yaşandı. Genelkurmay’ın 27 Nisan bildirisine Hükümet boyun eğmedi. Meşhur tabirle şapkasını alıp giden bir Başbakan bekleyenler sükutu hayale uğradılar.
28 Nisan günü Hükümet sözcüsü Sayın Cemil Çiçek’in okuduğu basın bildirisi, T.C. Hükümetinin vesayeti kabul etmediğinin ilanıydı. Kendilerini seçen milletin iradesine sahip çıkılarak, kimsenin Anayasa ve kanunlardan almadığı bir yetki kullanamayacağı ifade ediliyordu.
Öncelikle söylemek isteriz ki, başbakana bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığının herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez.
Genelkurmay Başkanlığı, hükümetin emrinde, görevleri anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı başbakana karşı sorumludur.”
Bugün, 27 Nisan gece yarısı muhtırasıyla Cumhurbaşkanlığı seçimine, siyasete, milli iradeye müdahale etmek isteyenlere en güzel cevabın verildiği günün yedinci yılı.
Demokrasiyi, hukuk devletini, halkın iradesini muhtıracılara yedirmeyen sağlam iradenin temsilcisi Başbakan Erdoğan ve kabinesini yürekten tebrik ediyorum. Onun için tekraren ifade etmek istiyorum, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Nisan’daki onurlu duruşu siyasi tarihimiz için bir milattır.
Bundan böyle Cumhurbaşkanını doğrudan halkımız seçecektir. İradesi üzerine ipotek koymak isteyenlere en güzel cevabı ise halkımız vermiştir ve verecektir.
Bu bağlamda günün konusu olan Anayasa Mahkemesi Başkanı sayın Kılıç’ın siyasete müdahaleyi amaçlayan 25 Nisan açıklaması da, 27 Nisan bildirisi gibi siyasi tarihimizin antidemokratik girişimler bölümünde yer alacaktır.