Dün Star Gazetesi “28 Şubat’ı geçiştirmek ihanettir” manşetiyle çıktı. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan davanın seyri, STK’ları ve mağdurları endişelendirdiğine vurgu yapılan haberde, ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanan sanıkların tahliye edildikten sonra şimdi de yurt dışı yasaklarının kaldırılmasına dikkat çekiliyordu.

Gerçekten devam eden 28 Şubat davasının ve devam etmekte olan 28 Şubat soruşturmasının akıbetinden endişe etmemek mümkün değil.
Esasen bu dava sadece mağdurları ve STK’ları değil bütün milletimizi ilgilendiriyor. Demokrasimizi, demokratik hukuk devletini, kişi hak ve özgürlüklerini ilgilendiriyor.

Adına bazı sanıkların dediği gibi, postmodern darbe deseniz demeseniz  yakın tarihimizde gerçekleşen en son darbe; 28 Şubat Darbesi.

Sivil-asker failleri, iştirakçileri, destekçileri belli olan darbenin, 15 yıl sonra soruşturulabiliyor olması küçümsenecek bir gelişme değil diyebilirsiniz. Ancak sadece asker sanıklar hakkında dava açılması, darbe suçuna iştirak eden 5’li çete, medya, siyaset, finans ayaklarına hala dokunulmaması, soruşturma hukuki zeminde yürümüyor mu endişelerimizi haklı kılıyor.

Devam eden 103 sanıklı davada, TMK. 10’la yetkili mahkeme sanıkları gruplar halinde tahliye ederek tutukluluğu adli kontrol tedbirlerine çevirmişti. 5.Ağır Ceza Mahkemesi ise 6 Ekim tarihli son duruşmada sanıkların yurt dışı yasaklarının kaldırılmasına karar verdi.

Ömür boyu hapis istemiyle yargılanan sanıklar isterlerse yurt dışına kaçarak cezadan kurtulabilirler.
Yargılanan sanıklardan hangisi gerçekten suçlu sorusunun cevabını elbette mahkeme verecek. Suça iştirak etmeyenler de beraat edecek. Yargılanma hakkı, suçsuz olanlar için de bir teminat. Ancak 28 Şubat Davasını, Balyoz, Ergenekon davalarıyla hiç karıştırmamak gerekir. 28 Şubat’a emsal dava arıyorsak 12 Eylül davasına bakabiliriz.

30 yıl sonra yargılanıp mahkum edilen – dava temyiz aşamasında- 12 Eylül Darbesi gibi, 28 Şubat Darbesi de, bütün unsurlarıyla tamamlanmış bir darbedir. Refahyol Hükümetinin cebren düşürüldüğü, yerine Mesut Yılmaz’a “altın tepside” bir iktidarın sunulduğu darbedir. Darbenin gerçekleşip gerçekleşmediği değil, darbenin faillerinin kimler olduğu ve suça iştirak dereceleri yargılama konusudur. Buna rağmen tutuklu sanık kalmaması, şimdi de yurtdışı yasaklarının kaldırılmasına karar verilmesi elbette endişeleri artırıyor.

Yargılanan sanıklar arasında, eylemlere karışmadığını, ast kademede askeri personel olarak askeri faaliyet gibi verilen emirleri uyguladıklarını, suç işleme kasıtlarının olmadığını, sanık olarak anılmaktan rahatsızlık duyduklarını söyleyenler var. Ayrımı yapıp karar verecek olan mahkeme. 
Bunun yanında irticai tehdit karşısında durumdan vazife çıkararak demokrasiye balans ayarı verdiklerini söyleyenler, yaptıkları haksız hukuksuz eylemlerden rahatsızlık duymadıkları gibi savunmaya devam eden sanıklar var.

İddianamede İllegal oluşum olarak  ifade edilen BÇG’nin sivil kurumlara illegal talimatlar verdiği, YÖK’e verilen talimatlarla hukuk dışı başörtüsü yasağının uygulandığı gündeme gelince, YÖK’ün asker üyesi sanık E.Korgeneral Erdoğan Öznal, başörtüsü yasağının BÇG’nin talimatı ile uygulanmadığını söylerken, “Çevik Bir’in yazısı başörtüsüyle ilgili değil, katsayı uygulamasıyla ilgiliydi” deyiverdi. Şecaat arz edeyim derken sirkatini söylemek bu olsa gerek. Tam bir itiraf diyebiliriz. Tabii ki, Genelkurmay 2.Başkanı olan sanık Çevik Bir’in YÖK ile, katsayı ile ne ilgisi vardı? YÖK, Genelkurmay’a mı bağlıydı?  YÖK’e talimat vermek darbe dışında nasıl mümkün olabiliyor? Sorularına muhatap oldu ve vereceği bir cevap yoktu.

Sanık Çevik Bir’den söz açılmışken, müşteki Ayten Durmuş ile aralarında geçen bir diyaloğu sizlere aktarmak istiyorum.

Duruşmada ifade veren şikayetçilerden Ayten Durmuş, edebiyat öğretmeni olduğunu, darbe öncesi görevine devam ederken 28 Şubat darbesi sürecinde
namaz kılması ve tesettürü nedeniyle soruşturma geçirdiğini bildirerek "...çok sıkıntılar yaşadım, önce verem oldum, sonra sol gözüme perde indi. Ankara'ya geldik, yaşım 34, doktor bana 'Bu hastalık ilerleyen yaşlarda çıkar. Sana ne oldu kızım?' dedi. Başımı şimdiki gibi önüme eğdim" dedi. Hastalığında tedavisinin bile engellendiğini anlattı. Ayten Durmuş’u dinleyip de duygulanmamak, yapılan zulümlere tepki göstermemek mümkün değildi. Öyle de oldu, duygulu anlar yaşandı. Bazı sanık avukatları da yaşanan haksızlıklardan üzüntü duyduklarını ifade ettiler.

Duruşmaya ara verildiğinde, müşteki Ayten Durmuş ile sanık Çevik Bir arasındaki konuşma tam bir yüzleşme idi;

-    Anlattıklarımı dinlediniz mi paşa?
-    Dinledim ama biz kardeşiz.
-    Ben size karşı kendimi hiç öyle hissetmiyorum Paşa.
-    Size, bu anlattıklarınızı ben yapmadım.
-    Sen yaptın paşa, sen yaptın! Senin o garnizon komutanın benim için telefon edip sürgünümü yaptırdığınız yerde bile ‘Ayten Durmuş gelecek, sakın göreve başlatmayın’ dediği günden beri ben, aile büyüklerimin oğlumu ‘Paşam!’ diye sevmelerini yasakladım Paşa.
-    Ama biz kardeşiz.
-    Paşa! Bu kardeşlik sözlerini on yedi yıl önce söyleseydiniz bir anlamı olurdu. ‘Bunlar bizim milletimizin evlatları, biz onlara kıyamayız.’ deseydiniz, bir anlamı olurdu. Ama şu anda bu sözlerinizin benim için hiçbir anlamı yok Paşa.

Ayten Durmuş haklıydı. Bu sözlerin bir anlamı olması için, kapı önünde bir diyalog olmaktan öte, var ise duyulan pişmanlık kamuoyuna duyurulmalı ve mağdurlarla birlikte bütün milletimizden özür dilenmeliydi.

Bu kanaatimi beyan ile  Çevik Bir’e; “Gelin erdemli bir davranış yapın, pişman olduğunuz söyleyip bu milletten özür dileyin” dedim. “Tek kusurlu biz miyiz Reşat bey” dedi.

28 Şubat’ın kudretli generali, baş aktör olarak öne sürülen Çevik Bir, itiraf niteliğindeki bu sözün de kanımca haklıydı.
28 Şubat Darbesi’nde sorumlular sadece askerler değil. Darbe iştirakçisi sivil unsurlar da mutlaka yargı önüne çıkarılmalı ve hesap vermeli.