Yarın 28 Şubat Darbesinin 17’nci yılı. Esasen 28 Şubat 1997 öncesi ve sonrasıyla bir süreci ifade etmekle birlikte, dokuz saat süren MGK toplantısının yapıldığı gün darbeye ismini verdi. Bu nedenle 28 şubatlarda adına postmodern denilen bu darbeyi hatırlamak, unutmamak, unutturmamak son derece önemli.

Bu cümleden olarak sevgili okuyucularıma bir duyurum var. 17’inci yılında “28 ŞUBAT (S)AKLANAMAZ”  sloganıyla, Beyoğlu Tünel’den Galatasaray’a bir yürüyüş, kısa konuşmalar ve basın bildirisi okunmasıyla tamamlanacak bir eylem yapılacak. Bir çok sivil toplum kuruluşunun iştirakiyle oluşturulan 28 Şubat Platformu’nun organizesi     1 Mart 2014 Cumartesi günü saat 15.00’de. 

Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu gerçeğini haykırmak, demokrasiyi vesayet altına alacak her türlü  girişime karşı milli iradenin ve temsilcilerinin yanında olma zamanı. Yerinizi başkası dolduramaz. Görev başına diyorum sevgili dostlar!

27 Mayıs 1960 kanlı darbesiyle başlayıp, 12 Eylül’le devam eden, 28 Şubat’da postmoderni yapılarak şekil değiştiren darbeler zincirinin son halkası, 27 Nisan muhtırasına siyasal iktidarın verdiği cevapla  parçalandı.

2010 kısmi Anayasa değişikliği ile Ak Parti iktidarı gerçek anlamda muktedir olmaya başlayınca, içerde sorunlarını gittikçe azaltan, şahsiyetli ve milli bir dış politika izleyen, İMF borçlarını sıfırlamış, darbelere ve darbecilere karşı duruşuyla çıkar kaygılarına hapsolmayan, haktan ve haklıdan yana duruşuyla mazlum ve mağdurların umudu oldu.

Uluslararası arenada küresel güçleri rahatsız eden bu politikaların önünün kesilmesini Ak Parti iktidarının şöyle veya böyle sonlandırılmasında gören stratejik aklın, Ak Parti’yi en hassas olduğu noktalardan vurabilmek için, 2010 yılı referandumuna kadar iktidarla ortak hareket eden Gülen Cemaatini iktidarın muhalifi olmaktan öte düşmanı haline getirmeyi başardığını görüyoruz.

Yargı, emniyet ve kamu bürokrasisi içinde, bağlı olduğu ideolojik yapılanmadan talimatla, hukuku araçsallaştırarak operasyonlar yapan ‘paralel yapı’ ile organik bir bağlantısı olmadığını söylemelerine rağmen, her eylemlerine sonuna kadar sahip çıkan medyasıyla Gülen Cemaatinin söylemleri inandırıcılığını kaybetti.

Dini bir cemaat ise , dindar bir Başbakan’a düşmanca takınılan tavrı anlamak mümkün değil.

Dini cemaat değil ise- son zamanlarda ısrarla söyledikleri gibi-  sadece hoşgörülü, özgürlükçü, hak ve özgürlükleri, demokrasiyi savunan bir STK ise, demokrasinin çıtasını yükselterek hak ve özgürlükler alanında çok önemli adımlar atan AK Parti ve liderine yaptıkları büyük haksızlık.

‘Biz olmasak Ak Parti ne yapabilirdi, mümkün olsa mezardakiler kalkıp oy kullansa’ söylemi ve gayretiyle başarıları birlikte sağladık deniliyorsa, önemli katkılarınızla elde edilen kazanımları tümden kaybetmeyi göze alarak, bütün gücünüzü Başbakan’ı indirmeye teksif etmeniz anlaşılabilir değil.

‘Vesayet rejimini sonlandırmada en büyük pay bizim, öyleyse siyasal iktidar bizim vesayetimiz altında olmalı’ diyorsanız- şu anda algı budur- her türlü vesayete karşı duran ve bu duruşunu devam ettirmeye kararlı kitlelerin sizi anlamasını ve desteklemesini beklemeniz beyhude. Ak Partiyi güçlü kılan en önemli özelliği vesayete ve vesayetçilere karşı dik duruşu.

Anadolu’nun ücra köşelerinden dünyanın dört bir köşesinde, binbir meşakkate katlanarak “Allah rızası için hizmet ettiği” inancıyla koşturan fedailer, dini bir cemaat olmadığınız yönündeki beyanlarınız ve Türkiye karşıtı politikalara paralel duruşunuzu algıladıkça aynı heyecanla himmet ve hizmete devam etmeyeceklerdir.

Darbeler ve sonunda tesis edilen vesayet rejimlerinin acılarının hafızalarımızda tazeliğini koruduğu 28 Şubat’ın 17’inci yılında, herkesin her türlü vesayete karşı olma, milli iradeye sahip çıkma ortak noktasında yeniden  buluşması, farklı görüşteki bütün bireylerin, cemaatlerin, STK’ların ve bütün milletimizin yararına olacaktır. Eğriye eğri, doğruya doğru deme zamanı. Hatada ısrarın büyük hata, hatadan dönmenin erdemli bir davranış olduğu unutulmamalı.