Globalleşen ve hızlı bir dönüşüm süreci içerisinden geçen dünyamızda, her alanda olduğu gibi tüketim hukuku alanında da değişiklikler meydana gelmiştir. 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a göre tüketici, ticari veya mesleki olmayan amaçlar ile hareket eden gerçek veya tüzel kişidir. Dolayısıyla şahsi talep ve ihtiyaçlarımızla bağlantılı olarak yaptığımız her türlü ürün ve hizmet taleplerimizin karşılanmasına ilişkin sözleşmeler tüketici hukuku kapsamında yer almaktadır. Yine belirtmek gerekir ki 6502 sayılı TKHK’da bahsi geçen tüzel kişilerden kasıt dernekler, kooperatifler ve vakıflardır. Çünkü Türk Ticaret Kanunu’na göre ticari şirketlerin amacı ticaret yapmaktır ve bu ticari şirketlerin ticari amaçlar çerçevesinde hareket etmesi gerektiği açıkça belirtildiği için tüketici hukuku anlamında ticari şirketlerin tüketici olması mümkün değildir.

Tüketici hukukunda tüketici sıfatını taşıyan gerçek veya tüzel kişinin karşısında ise hizmet sağlayıcısı dediğimiz taraf bulunmaktadır. Hizmet sağlayıcıları; kamu tüzel kişileri dahil olmak üzere mesleki amaçlarla hareket ederek hizmet sunmakta olan herkes hizmet sağlayıcısı olabilmektedirler. Dolayısıyla esnaf ve tacirler genel anlamda hizmet sağlayıcısıdırlar. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise; Türk Ticaret Kanunu uyarınca taraflardan birisi için ticari iş teşkil eden husus diğer taraf için de ticari iş sayılmaktadır kuralının aksine, Tüketici Hukukunda böyle bir kural bulunmamaktadır. Yani ticari amaçla hareket etmeyen, dolayısıyla hizmet sağlayıcısı konumunda olmayan bir kişinin, başka bir kişiye mal satması durumunda her ne kadar karşı taraf tüketici sıfatına haiz olsa da bu ilişki tüketici hukuku kapsamında incelenen bir durum değildir. Çünkü bir hukuki ilişkinin tüketici hukuku kapsamına girebilmesi için salt olarak bir ürün, hizmet ilişkisinin varlığı yeterli olmayıp, tarafların hizmet sağlayıcısı ve tüketici vasıflarına karşılıklı olarak haiz olmaları gerekmektedir.

Tüketiciyi koruyan, bilgilendiren ve hatta örgütleyen aynı zamanda da kanunun Avrupa Birliği mevzuatlarına uygun hale gelmesini sağlayarak, tüketiciyi de Avrupa standartlarındaki ticari hayata hazırlamak maksadıyla hazırlanan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun, ülkemizde günden güne artmakta olan tüketici uyuşmazlıklarında tüketiciyi, hizmet sağlayıcısı karşısında oldukça güçlü kılmaktadır. Son zamanlarda tüketici uyuşmazlıklarında en çok karşılaşılan durum ayıplı mal hizmetidir. Genel anlamıyla ayıplı mal; kişinin satın aldığı malda objektif olarak olmasını beklediği birtakım niteliklerin mevcut olmamasıdır. Tüketici böyle bir durumla karşı karşıya geldiğinde birtakım seçimlik hakları mevcuttur. Tüketici, kendisine tanınmış olan bu haklardan istediğini seçebilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu verdiği bir kararında, tüketici sahip olduğu haklardan birisini seçtiğinde yargılama içerisinde ıslah yoluna gitmeyecek de olsa seçmiş olduğu hakkından cayıp, durumun mahiyetine göre başka bir seçimlik hakkını kullanabileceğini söylemiştir ki bu karar da tüketiciyi koruma amacı güden 6502 sayılı TKHK’nın mahiyetine uygun düşmektedir. Dolayısıyla bu noktada gerek tarafların gerekse uyuşmazlık konusu yargıya taşındığı takdirde hâkimin, tüketici ve hizmet sağlayıcı arasında bir denge kurması, her iki tarafın da hakkaniyet çerçevesinde mağdur olmamalarını sağlaması gerekmektedir.

Tüketicinin sahip olduğu seçimlik hakları arasında, satılanı satıcıya iade edip, satıcıdan zararının tazminini isteme, ayıplı malın mümkünse ayıpsız bir benzeriyle değiştirilmesini isteme, satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinden indirim isteme, masrafları satıcıya ait olmak üzere satılan ayıplı malın onarımı isteme gibi hakları bulunmaktadır. Örneğin tüketici, satın aldığı ayıplı malın, satıcıdan onarımını isterse ve bu onarım işleri için harcanacak para, malın kendi fiyatına çok yakın ya da eşitse hâkim duruma müdahale ederek, satılan malın ayıpsız bir benzeriyle değiştirilmesine, mal için biçilen fiyattan indirim yapılmasına veya tüketicinin sözleşmeden dönüp akabinde ise satılan ayıplı malı iade ederek satıcıdan, tüketicinin uğramış olduğu zararın tazmin edilmesine karar vermelidir.

İki tür ayıp söz konusudur. Bunlardan birincisi açık ayıp, diğeri ise gizli ayıptır. Maldaki ayıp, bazı durumlarda teslim anında açık bir şekilde ortada iken, bazı durumlarda sonradan ortaya çıkabilir. Teslim tarihinden itibaren altı ay içinde ortaya çıkan ayıpların, teslim tarihinde var olduğu kabul edilmektedir. Bu gibi durumlarda, malın ayıplı olmadığının ispatı satıcıya aittir. Bu karine, malın veya ayıbın niteliği ile bağdaşmıyor ise uygulanmayacaktır. Ayıplı mala ilişkin talepler, taşınır mallar için iki yıllık zamanaşımına tabidir. Ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, zamanaşımı yine 2 yıldır. Taşınmaz mallar için ise bu süre kanunda 5 yıl olarak belirlenmiştir. Taraflar, sözleşme ile, zamanaşımı için daha uzun bir süre öngörebilirler fakat bu süreleri kısaltamazlar. Eğer maldaki ayıp hile yoluyla gizlenmişse veya satıcı ağır kusurlu ise, zamanaşımı söz konusu olmayıp, tüketici her zaman talep ve dava hakkına sahiptir.

Tüketim toplumu olarak aldığımız ayıplı mal, çok daha büyük problemlere sebebiyet verebilmektedir. Örneğin satın aldığımız bir gıda ürününün ayıplı çıkması tüketicilerin sağlığını bozabilir ve dahası kişinin fiziksel olarak olmasa dahi psikolojik olarak yiyeceklere karşı obsesif bir tavır takınmasına neden olabilmektedir. Sonuç olarak; tüketici uğradığı zararların tazmini için mahkemeye başvurma kanaati içerisinde ise, satın aldığı ayıplı ürün bilhassa   yiyecek, içecek gibi gıda ürünleri kategorisinde ise bu tip ürünler mahiyetleri gereği bozulma ihtimalleri çok yüksek olduğundan, tüketicinin böyle durumlarda mahkemeye başvurmak suretiyle öncelikle bir delil tespiti yaptırması lehinedir. Maldaki ayıp nedeniyle tüketicinin maddi zarara uğraması mümkün olduğundan, uğranılan maddi zararı ispat etmek şartıyla tüketici, maddi tazminat talebinde bulunabilir. Ancak satın aldığı mal nedeniyle tüketicinin manevi zarara uğraması, istisnai haller hariç, pek mümkün bir durum değildir. Fakat tüketici ayıplı mal nedeniyle kendisinde meydana gelen psikolojik problemleri mahkemeye aktarabildiği ölçüde manevi tazminat davası da açabilecektir.

Av. Begüm Gürel (LL.M.) & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Meltem Kılıç