Bir süredir hukukçuların yazdığı anı ve otobiyografi kitaplarını derleyip okuyorum. Bu eserler, hukukçu sosyolojisi ve psikolojisine ilişkin çok değerli bilgiler içeriyor. 

Son okuduğum anı kitabı “Bir Savcının Anıları Adaletin Gözyaşları” isimli eser[i]. Bu eserden twitterde paylaştığım bir anekdot çoğunluğu avukat olan hukukçuların büyük tepkisine neden oldu[ii]. Anekdot aynen şöyleydi:

“ Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde fasılasız bir şekilde beş yıl boyunca iddia makamını temsil etme onuruna eriştim. İlk günde son ana kadar mahkeme heyeti ile olan ilişkilerim son derece medeni ve uyumlu oldu. Böyle olmakla beraber hiçbir zaman görüşüme uymayan kararları temyiz etmekten geri kalmadığımı da belirtmek isterim. Bu mahkemedeyken halimden son derece memnundum., kaldı ki burada önemli davalara bakarken belli bir hukuksal birikime ulaşıyor ve içtihadi bilgiler ediniyordum. Kararları dört hukukçunun ortak akıl ve ferasetiyle vermekte olduğumuz için bir kişinin altından kalkmakta zorlanacağı meseleleri heyet halinde rahatlıkla çözüme kavuşturabiliyor, kimin kimden farklı bir bilgisi varsa ortaya döküyor ve bundan hepimiz yararlanıyorduk Bu mahkemede çalıştığım sürece ruhen arındım, dinlendim ve rahatladım.”

Anekdottan anlaşıldığına Bakırköy 9. Ağır ceza Mahkemesi, savcının da katılımıyla dört kişiden oluşan bir heyet olarak çalışmaktadır. Eleştiri ve tepkilerin gerekçesini, savcının hukuka aykırı olarak fiilen heyete dahil edilmesi, heyette savunma makamına yer verilmemesi ve bunun silahların eşitliği ilkesine aykırı olması oluşturmaktaydı.

Kitabın 499. Sayfasındaki anekdottan ise, bu çalışma biçiminin bu mahkemeye özgü olmadığını, yazarın İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde çalışırken de savcının heyete dâhil edildiğini, müzakerelere aktif olarak katıldığını anlıyoruz. Hatta DGM’de görülen bir davanın müzakeresinde savcının tahliye talebine mahkeme başkanının müzakere esnasındaEfendim mutlaka cezalandırılması gereken bu insanları nasıl tahliye ederiz, böyle şey olur mu, haydi biz ettik, MİT ve Genelkurmay buna ne der” diye tepki göstermesi ülkemizde egemen olan “hukuk zihniyeti” açısından ve hakim ve savcıların hangi sosyal etkilerin altında karar verdiği ayrıca incelenmeye değer bir konudur.

Mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri usulü Kanunun 382. Maddesine göre müzakerede ancak hükme iştirak edecek hâkimler bulunur. Reis, mahkeme nezdinde staj yapmakta olan hukuk mezunlarının müzakere sırasında hazır bulunmalarına müsaade edebilir. 5271 sayılı mer’i Ceza Muhakemesi Kanunun 227. Maddesindeki düzenleme de aynı yöndedir. Savcının müzakerelere katılması, açıkça hukuka aykırıdır. Yazarın bu anekdotun geçtiği tarihte en az 20 yıllık savcı olduğu anlaşılmaktadır. Böylesi deneyimli bir savcının ve deneyimli heyet üyelerinin kanunun açık hükmünü bilmediklerini düşünemeyiz. Ancak Savcının, bu durumun hukuka aykırı olduğunu bilmemesi bir yana, bunu çok doğal, yasal olarak olması gereken ve hatta övünülesi ideal bir durum olarak anlatmasının hukuk ötesi bir başka sebepleri olsa gerekir.

Öncelikle bunun en önemli nedeni, kanuna aykırı bu uygulamanın münferit olmayıp, yaygın ve benimsenmiş bir uygulama olmasıdır. Hemen hemen her ağır ceza mahkemesinde diğer pek çok kanuna aykırı fiili uygulama gibi sık sık karşılaşılan bir kanıksanmış durumdur bu. Bunu azıcık pratik deneyimi olan her hukukçu bilir. Bu olayda şaşırtıcı olan bunun deneyimli bir savcı tarafından övünülecek ideal bir durum olarak anlatılmış olmasıdır.

Yazarın savcı olarak üçüncü görev yeri olan Nusaybin’de geçen başka bir anekdotu sorunun temellerine biraz ışık tutar gibi:

Teftişin ilk günlerinde müfettiş ziyaretime gelip hâkim beyin çok tartışılır keşifler yaptığından bahsetmiş, dosyaların kiminde birden çok keşfe gidildiğini, bazı keşiflerin zaman aşımından sonra yapılarak boşu boşuna kamunun zarara uğratıldığını söylemişti. Bazı hakim ve savcıların para kazanmak için keşif yaptığını belirttikten sonra “Acaba bu arkadaşınız keşifleri, gerektiği için değil de para için mi yapıyor, menfaatine düşkün biri midir?” gibi sorular sorup beni de eleştirmekten geri kalmamıştı. “ Zaten mahkemede aşırı derecede birikmiş dosya var, maşallah sen de her kararı temyiz etmişsin Peki bu hakim bu şartlarda bundan böyle nasıl karar verecek? Onun için sen bugünden tezi yok temyizlerine son ver, bundan böyle temyiz etmek yerine yapabilirsen testi kırılmadan evvel, yerinde ve zamanında karar vermesi için ona elinden gelen yardımı yap da ben seni ondan sonra takdir edeyim demişti. Bunda haklı olabilirdi ve ben bu dost uyarısını çoktan hak etmiştim.

Bu anekdottan anlaşılacağı üzere savcının hâkimle bir dosyayı müzakere etmesi yadırganan değil, eskiden beri teşvik edilen olumlu bir davranış olduğu anlaşılmaktadır. İncelediğimiz hâkim-savcı anı ve otobiyografi kitaplarından hâkim ve savcıların mesleki tutumlarının ilk görev yaptıkları kasabalarda oluştuğunu göstermektedir. İlk görev yerinde kaymakam, savcı, hakim ve bazı ilçe bürokratlarından ve zaman zamanda ilçe eşrafından oluşan kapalı bir toplumsal grup içinde oluşan mesleki tutumlar, muhakeme ve davranış kalıpları mesleğin ilerleyen aşamalarında büyük kentlerde ve yüksek mahkemelerde de sürdürülmektedir.

Adaletin Gözyaşları kitabı, savcı ve hâkimlerin mesleki tutum ve davranışları, sosyal ilişkileri, hukuki muhakeme biçimleri bakımından çok ilginç olayları içeriyor. Bu kitap, Meslekler sosyolojisi ve psikolojisi açısından hukuk mesleğinin incelenmesinin, gerçekte hukukun ne olduğu ve nasıl işleğini anlamakta pozitif hukukun incelenmesinden daha gerçekçi sonuçlara ulaşmamızı sağlayabileceğini gösteriyor.

----------------------------------

[i] Ahmet Ayvaz, “Bir Savcının Anıları Adaletin Gözyaşları,” Lİbrum Yayınları, Ankara 1917.

iii. Twit için bkz. https://twitter.com/fahrettinkayha1/status/1237856659940098048