Temel hak ve özgürlüklere ağır müdahalelerde bulunulması sonucunu doğuran Ceza Muhakemesi faaliyeti gerçekleştirilirken uyulması gereken bazı ilkelerin olması, bir devleti insan haklarına saygılı, demokratik devlet ve hukuk devleti olarak nitelendirebilmek için önem arz etmektedir. Bu ilkelerden en önemlisi de hiç kuşkusuz; suçluluğu kesin hükümle sabit oluncaya kadar bir kimsenin suçlu sayılmaması ve cezai yaptırımlara maruz bırakılmaması anlamına gelen suçsuzluk (masumiyet) karinesidir.

MASUMİYET KARİNESİNİN ORTAYA ÇIKIŞ AMACI NEDİR?

Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan masumiyet karinesi, söz konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Masumiyet karinesinin kökleri Eski Roma'ya kadar uzanmaktadır. Ancak bu kavram gerçek değerini, 18. yüzyıl Avrupa'sında bulmuştur. Bu yüzyıla kadar Avrupa'da, özellikle düşünce suçlarının cezalandırılmasında kanıtların ikrar yoluyla elde edilmesi ve yargılama öncesinde işkence yapılmasına duyulan tepki; bu kavramın oluşmasının düşünsel temelini oluşturmuştur. Bu düşünsel temel, Türkiye'nin de taraf olduğu AİHM'nin kararlarında da 90'lı yıllardan itibaren net bir şekilde yer bulmaya başlamıştır.

AİHM'in 10 Şubat 1995'te verdiği kararda da belirtildiği üzere sanık için bir güvence olarak kabul edilen masumiyet karinesinin, yalnızca ceza yargılaması sırasında değil; aynı zamanda BÜTÜN resmi makamlar düzeyinde de gözetilmesi kabul edilmektedir. Bu nedenle, ceza yargılaması kesin mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmamış kişiye karşı, başka resmi görevlilerin suçlu gözüyle bakıp bu şekilde davranmaları “masumiyet karinesi”nin çiğnenmesi anlamına gelir.

ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİYLE KORUNAN HUKUKİ VE MADDİ DEĞER NEDİR?

Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ve Latince “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel şartı, suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir.

Gerçekleşme şekli şüpheli ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda şüphe belirmesi halinde uygulanacağı gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan delillerin bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir şüphe ve başka türlü bir oluşa imkan vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Anayasa madde 36'da da yer aldığı üzere Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Adil yargılanma hakkıyla da yakından ilgili olan masumiyet karinesinin, yargılamanın her aşamasında daima muhafaza edilmesi gerekmektedir. Modern ceza hukukununda bireyin en temel teminatı masumiyet karinesidir. Zira bu karine ile kişi, isnat edilen suç bakımından, suç kuşkuya yer vermeden ispat edilemedikçe, o suçtan cezalandırılamaz.

İSPAT YÜKÜ BAĞLAMINDA SANIK, SUÇSUZLUĞU KONUSUNDA  DELİL GÖSTERMEK YÜKÜMLÜLÜĞÜ ALTINDA DEĞİLDİR (ANCAK, SANIĞIN CEZALANDIRILMASINI İSTEYEN KİŞİ İDDİASINI KANITLAMAKLA YÜKÜMLÜLÜDÜR)

Masumiyet karinesine göre; kişi hakkında mahkûmiyet kararı verilebilmesi için her türlü şüpheden arınarak vicdani kanaatin oluşması gerekmektedir. Suçsuzluk karinesinden yola çıkılarak muhakeme süreciyle maddi gerçeğe ulaşılması amaçlanmaktadır. Suçsuzluk karinesi ilkesi ile ispat yükü birbiriyle yakından ilgili kavramlardır. İspat yükü bağlamında sanık suçsuzluğu konusunda delil göstermek yükümlülüğü altında değildir. Ancak, sanığın cezalandırılmasını isteyen kişi iddiasını kanıtlamak yükümlülüğü altındadır. Sanık suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda olmadığı gibi, ceza muhakemesi hukukunda amaç maddi gerçeği araştırmak olduğu için hâkim tarafların getirdiği delillerle (kanıtlarla) bağlı değildir. Ceza muhakemesinde Devlet, cezalandırma yetkisini kamu davası aracılığıyla kullandığı için kamu davası açma yetkisi ve ispat yükü Cumhuriyet savcısı üzerinde bulunmaktadır.

Ceza muhakemesinde hâkimin sorumluluğu olan re'sen araştırma ilkesi ile Cumhuriyet savcısının sanık aleyhine delilleri topladığı gibi sanığın lehine olan delilleri de toplaması kuralı, ceza muhakemesinde ispat yükünün bulunmadığı gibi sonucu ortaya çıkarmamaktadır. Sanığın mahkûm edilebilmesi için suçsuzluk karinesinin bertaraf edilmesi yani sanığın suçu işlediğine dair tam bir yargıya, vicdani kanaate ulaşılması gerekmektedir. Ancak sanığın beraat edebilmesi için masumiyetinin anlaşılması zorunlu değildir, suçlu olmadığının anlaşılması yeterlidir.

Şüphenin ortadan kaldırılamadığı durumlarda şüpheden sanık yararlanacak ve sanığın beraatine hükmedilecektir. Suçsuzluk karinesi yargılamanın her aşamasında yer aldığı için, yargılama boyunca ortaya çıkan her şüpheden sanık yararlanmalıdır.

MASUMİYET KARİNESİNİN HUKUKİ TEMELLERİ NELERDİR?

Suçluluğu kesin hükümle sabit oluncaya kadar bir kimsenin suçlu sayılmaması ve cezai yaptırımlara maruz bırakılmaması anlamına gelen masumiyet karinesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda açıkça düzenlenmiştir:

- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Özgürlük Ve Güvenlik Hakkı başlığını taşıyan 5. Maddesi "Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir...Yakalanan her kişiye, yakalanma nedenlerinin ve kendisine yöneltilen her türlü suçlamanın en kısa sürede ve anladığı bir dilde bildirilmesi zorunludur... Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve, eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir." şeklindedir.

- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Adil yargılanma hakkı başlığını taşıyan 6/2. Maddesi "Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır." şeklindedir.

- Anayasa'nın Kişi hürriyeti ve güvenliği başlığını taşıyan 19. maddesi "...Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir...Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir." şeklindedir.

- Masumiyet karinesi, aynı zamanda Anayasa Madde 36'da "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." şeklinde yer alan adil yargılanma hakkı ile de yakından ilgilidir.

- Anayasa'nın Suç ve cezalara ilişkin esaslar başlığını taşıyan 38. Maddesinin 4. Fıkrası "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklindedir.

- Anayasa'nın Mahkemelerin bağımsızlığı başlığını taşıyan 138. Maddesinin 1. Fıkrası "Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler." şeklindedir.

- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223/2-e maddesi uyarınca "Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması" hâlinde beraat kararı verilmektedir.

ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ YARGITAY KARARLARINA NASIL YANSIMIŞTIR?

Yargıtay,  kararlarında  masumiyet  karinesini  ve  bu  karinenin hukukumuzdaki yerini    tüm uygulayıcılara yol gösterir nitelikte ve kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde açıklamıştır:

- CEZA YARGILAMASINDA KUŞKUNUN BULUNDUĞU YERDE MAHKUMİYET KARARINDAN SÖZ EDİLEMEZ. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2017/723 E. 2018/562 K.)

"Bilindiği üzere; Ceza muhakemesi hukukunun temel prensiplerinden birisi de şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesidir. Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi olan bu ilkeye göre, yapılan ceza muhakemesi sonunda fiilin sanık tarafından işlendiği, yüzde yüz belliliğe ulaşmadığı taktirde beraat kararı verilecektir. Böyle bir ilkenin kabul edilmesinin sebebi, bir suçlunun cezasız kalmasının, bir masumun mahkum olmasına tercih edilmesi, başka bir ifade ile masumluk karinesidir. ...O halde, yapılan ceza muhakemesinin sonunda belliliğe, örneğin fiilin sanık tarafından işlendiğinin veya işlenmediğinin sabit olduğu sonucuna varılmaması durumunda sanık mahkum edilemez. Ceza muhakemesinde esas olarak, fiilin fail tarafından işlendiği veya işlenmediği konusunda, hukuk düzenince kabul edilen vasıtalarla, yargılama makamının tam bir kanaate ulaşmasını temin ameliyesine ispat denir. Burada inandırmak yetmez, tam bir kanaate ulaşılacaktır...Ceza yargılamasının amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırmada, yani gerçeğe ulaşmada, mantık yolunun izlenmesi gerekir. Gerçek; akla uygun ve realist, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bir bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa bir takım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması ceza yargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır. Ceza yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkumiyet kararından söz edilemez. Bu ilke evrenseldir."
 
ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ UYARINCA, SANIĞIN BİR SUÇTAN CEZALANDIRILMASI, SUÇUN KUŞKUYA YER VERMEYEN BİR KESİNLİKLE İSPAT EDİLMESİNE BAĞLIDIR. (YARGITAY 15. Ceza Dairesi2015/6800 E. 2015/31371K.)

"...Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “şüpheden sanık yararlanır” kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulunun, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlı olduğu, gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılmamış olan olaylar ve iddiaların, sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı, ceza mahkumiyetinin, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanması gerektiği, bu ispatın, hiçbir kuşku ve başka bir türlü oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olması gerektiği, yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmanın, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına geleceği dikkate alınarak; somut olayda, sanığın suçlamaları kabul etmemesi, katılanın soyut iddiasından başka mahkumiyete yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmaması, sanık ile katılan arasında olay tarihinde meydana gelen başka davalar olmasının tek başına bu suçun işlendiğini de göstermeyeceği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK'nın 223/2-e maddesi gereğince sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi bozmayı gerektirmiş..."

- SANIĞIN BİR SUÇTAN CEZALANDIRILMASINA KARAR VERİLEBİLMESİNİN TEMEL    ŞARTI,    SUÇUN    HİÇBİR    ŞÜPHEYE    MAHAL    BIRAKMAYACAK KESİNLİKTE İSPAT EDİLEBİLMESİDİR.    (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/6-66 E. 2015/52K.)

"Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti, herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir."

- HİÇKİMSE, KESİN BİR KANAAT VERMEKTEN UZAK KANITLARA VE VARSAYIMLARA DAYANILARAK CEZALANDIRILAMAZ. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2009/8-122 E., 2009/266K.)
 
"..Beyanların inandırıcılıktan uzak ve sanıkların cezalandırılmasına yeterli bulunmadığı, kanıtlarla doğrulanmamış ve soyut iddialarla sanıkların hürriyetten yoksun kılma suçlarından cezalandırılmalarına karar verilmesinin ceza yargılamasının en temel ilkesi olan “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesine aykırı olacağı, bu itibarla, kesin bir kanaat vermekten uzak kanıtlara ve varsayımlara dayanılarak, sanıkların kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan cezalandırılmalarına karar veren yerel mahkeme direnme hükmünün isabetsiz olduğu, bozulmasına karar verilmesi gerektiği anlaşılmaktadır."

- CEZA YARGILAMASINDA MAHKÛMİYET, BÜYÜK VEYA KÜÇÜK BİR OLASILIĞA DEĞİL, HER TÜRLÜ KUŞKUDAN UZAK BİR KESİNLİĞE DAYANMALIDIR. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/87E. 2017/352K.)

"... Ceza mahkûmiyeti, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkûmiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır." şeklindedir.

Yargıtay kararlarında da yer alan, Uluslararası hukuk terimi olarak "presumption of innocence" olarak bilinen Masumiyet karinesi, isnat edilen suç kesinleşmediği sürece kimsenin hükümlü sıfatıyla değerlendirilemeyeceğini ifade eden, temel hukuk doktrinidir. Bu doktrin evrensel bir yargı doktrini olup, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde yer almaktadır.

Ceza Muhakemesi faaliyeti gerçekleştirilirken, bu faaliyetin doğası gereği temel hak ve özgürlüklere ağır müdahalelerde bulunulması sonucu doğmaktadır. Bu sebeple uyulması gereken bazı ilkelerin olması, bir devleti insan haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti olarak nitelendirebilmek için oldukça büyük önem arz etmektedir, hatta temel kriterdir. İŞTE TAM DA BU SEBEPLE HİÇ KİMSE , İSNAT EDİLEN SUÇ KUŞKUYA YER VERMEYEN BİR KESİNLİKLE İSPAT EDİLENE KADAR CEZALANDIRILAMAZ!

Aksi takdirde modern ceza hukukununda bireyin en temel teminatı olan masumiyet karinesinin korunması mümkün olmayacaktır.

Maddi Ceza Hukuku, devletin düzenlemede kendi takdirini kullandığı bir alan, Ceza Yargılaması Hukuku ise bireyi devlete karşı koruyan bir alandır. Bu nedenle buradaki bireyin masumiyetine yapılan vurgu ve temelde masumiyet karinesinin varlığı, bireyi devlete karşı koruyan en önemli ilkedir. Bugün yargımızın temel sorunlarından biri de ispat külfetinin teoride iddia edene verilmiş olmasına rağmen; uygulamada, isnat altında bulunan kişiye bu külfetin yüklenmesidir. Bir hususta şüphe varsa, bu durum genelde yerel mahkemelerde sanık aleyhine değerlendirilmektedir. Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi, uygulamada daha çok Yargıtay kararlarında yer bulmaktadır. Bazen Yargıtayın da bu ilkeyi gözden kaçırdığı görülmektedir. Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi, teorik olarak hukuk literatüründe oturmuş bir kurumdur, fakat uygulamada hala yeterli derecede uygulanamadığı çok açık bir şekilde görülmektedir. Özellikle siyasi nitelikteki davalarda Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi çoğunlukla tam tersi şekilde uygulama alanı bulmaktadır.
 
Unutmamak gerekir ki masumiyet karinesi mutlak bir temel haktır. "Masumum." demek yetmez, devletin ve yargının da "Masumsun!" demesi gerekir.