Yakın zamanda hepiniz, şahsımı olmasa da “Duruşmaya bebeğiyle giren avukat” olarak beni tanıdınız. Duruşmaya bebeğiyle ya da çocuğuyla giren ilk anne olmadığımı biliyorum. Hatta hâkimlerin duruşmalarına çocuklarını götürmek zorunda kaldığını, hâkim babaların odalarında bebek pışpışlamak zorunda kaldığını, avukat babaların duruşma kapılarında çocuklarla duruşma sırası beklediğini, avukat annelerin 5 günlük bebeğiyle duruşmaya koşturduğunu, çocuğunu ofisinde büyüten ne kadar çok hukukçu olduğunu, hepsini…

İşte böyle bir gerçek varken, kimsenin bir şey yapmıyor oluşu, “Neden ihtiyaç duydun” diye sormaları, sanki ülke İsveç’miş de ben kabıma sığamıyormuşum gibi yapılan yorumlar beni son derece şaşırttı.

Görev yerlerinde bakıcı krizi yaşayan hâkim/savcılar, kreş/bakıcı sarmalında helak olan meslektaşlarım beni canı gönülden anladılar zaten. Hoş bu ülkede beni anlamak için hukuk bitirmiş olmaya gerek yok, çocuk sahibi olmak yeterli. Şuan çocuk sahibi olmayan meslektaşlarım o gün geldiğinde beni hatırlayacaklar eminim.

Olayı çok açmayacağım bu yazımda. Sadece Anadolu Adalet Sarayı’ndaki kreşten ve fiziki koşullardan bahsedeceğim. Biliyorsunuz hali hazırda bir kreş var bu adliyede. Ve fakat bu kreşe biz yargının üvey evlatları, avukatların çocukları alınmıyor.

Sadece hâkim/savcı ve adliye personelinin çocukları alınıyor. Hatta size daha ilginç bir şey söyleyeyim mi, 400 kişilik çocuk kontenjanının yarısı yandaki hastane personeline kullandırılıyor.

3 senedir avukat çocuklarının bir saatçik bile kabul edilmediği kreşin yarı kontenjanının hastane personeline kullandırıldığından ise herkes bir haber… Tüm bunlar oğlumla benim duruşmaya girip haber olmamızla ortaya çıkıyor. Bu işin sorumlusu kimdir bu anlaşmayı kimler neden yapmışlardır bilmiyorum. Öncelikle tüm adliye personeline ve avukatlara bu hak tanındıktan sonra yan hastane düşünülmeliyken bu şekilde bir anlaşma yapılması son derece sinir bozucu.

Avukatların çocuklarını tam zamanlı olarak adliye kreşine verip vermemesi ise ayrı bir konu. İsteyen verir isteyen vermez. Ama zorunlu hallerde çocukları 0-3 yaş ve 3-6 yaş gruplamasına göre, saatli alabilecek bir sistem geliştirilmesi gerekiyor. Sistemi geliştirmek zor değil, bu işin uzmanları var, çocuk psikologları var, kreş işletmecileri var,  kocaman adliyede kreş için yer var, Baro’da para ve istek var, katılım payı ödemeye razı avukatlar var. Daha ne olsun ki! 

Zorunlu hal demişken, meslektaş dahi olsak bazı çocuksuz kimseler ya da çocuklarını büyütüp tüm o süreci hızla unutmuş kimseler bir avukatın çocuğunu neden adliyeye getirmek zorunda kaldığını idrak edemeyebiliyorlar. Mesela kar tatili olunca anne baba çalışıyorken çocuğa kim bakacak sorusunu kendilerine hiç sormamışlardır. Ya da düğüne diye evden çıkıp kendisinden bir daha haber alınamayan bakıcı kadınla tanışmamışlardır. Ya da her şeyi ayarlamış çocuğu kayınvalide ya da anneye bırakacakken anneleri yatak döşek hastalanmamıştır. Ya da artık mazeret veremeyecekleri zaten bir kez düşmüş bir dosyada davacı vekili olmamışlardır. O yüzden “Duruşmaya ya da adliyeye neden bebekle gidilir ki, amaç nedir, adliye bir çocuk için sağlıklı bir yer mi ki” söylemlerini Arşimet’in “Evraka” heyecanına benzer bir üslupla dile getirmektedirler.

Neyse Allah’tan konuya oldukça ılımlı bakan bir Başsavcı buldum karşımda. Gazetecilerin bana olur olmaz yerlerde cüppe giymeyi teklif ettiği, “Hadi cüppeyle altını temizle de çekelim” , “ E biraz ağlatır mısınız öyle çekelim” gibi ilginç isteklerde bulundukları bu zorlu süreçte, kendisi beni bizzat iki üç kez aradı ve yüz yüze yaptığımız görüşmemizde de ilgili başsavcı vekilleri ve talimat verdiği kurumları tekrar arayarak sürecin hızlanmasını rica etti. Bu anlamda, açılacak olan bu kreşte ve emzirme odalarında Sn. Fehmi Tosun’un olaya gösterdiği sıcak tutum oldukça önemli. İstanbul Barosu da derhal avukatlar için bir kreş yapmayı istiyor ve iki kurum şuan bu konuda istişare ediyor.

Türkiye Barolar Birliği de geçenlerde Yönetim Kurulu kararıyla ihtiyaç olan tüm adliyelerde emzirme odası/bebek bakım odası/kreş çalışmalarını başlattı.

Tabi bizim ülkede bürokrasi ve Anadolu Adalet Sarayı’nın bir takım özel durumları sebebiyle bu iş o kadar hızlı ilerlemeyecek gibi görünüyor.
Zira tüm bu gelişmelerden sonra Avukat Sofrasına gidip mama sandalyesi sorduğumda çalışanın aklı gitti. Korku dolu gözlerle “Buralarda bir yerlerde olacaktı” diyerek sanki yere küçük bir şey düşürmüş de onu arıyormuş gibi döne döne mama sandalyesi aramaya başladı. Yan yemekhanelere koşturarak mama sandalyesi sordu. Hiçbir zaman olmamış o mama sandalyesini “az önce buradaydı” edasıyla arayışı gözümün önünden hiç gitmeyecek. Çünkü mama sandalyesi almak Başsavcılığın değil o yemekhaneyi işletenlerin mesuliyeti. Panikiği de bundandı.

Tüm bu sorunlar çözüldüğünde benim oğlan büyümüş olacak muhtemelen. Ama umarım benden sonra gelen bebekli ve çocuklu meslektaşlarım, adliyede saatler geçirmek zorunda kalan vatandaşlar o emzirme odalarında, mama sandalyelerinde ve kreşte bir nebze rahat ederler. Bizler de Anadolu Adalet Sarayı sakinleri olarak sosyal devlet anlayışının getirdiği bir takım insani olanaklardan faydalanmış oluruz.

Av. Feyza Altun Meriç

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Feyza Altun Meriç tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)