Son zamanlarda artan aldatma olaylarıyla birlikte aldatan kocaya aldatılan kadının dayanamayarak hakaret ettiği görülmektedir. Böyle durumların yaşanmasıyla mahkeme şikayetleri ve Yargıtay’a taşınan kararlar benzer durumlara emsal niteliğindedir. Hukuk Genel Kurulu 2017/1906 E.,  2018/112 K. sayılı karara söz konusu somut olayda davalı kocanın Türk Medeni Kanunu madde 166’da belirtildiği üzere evlilik birliğini temelden sarsılmasına neden olan sadakat yükümlülüğüne aykırı davranmasıyla ağır kusurlu sayılmaktadır. Davacı kadın davalı eşine bu kusurlu davranışı nedeniyle eşine “zürriyetsiz, dürzü, gavat” şeklinde söylemde bulunarak hakaret etmiştir. Çift boşanmak için karşılıklı dava açmıştır.

Davacı karşı davalı kocanın vekili müvekkilinin evlilik süresince birlik görevlerini yerine getirdiğini, çocuklarının olmaması sebebiyle tedavi olmasına rağmen davalının tıbbi teşhis ve tedavi sürecinden ısrarla kaçındığını, sürekli olarak sorunun müvekkilinde olduğunu dile getirdiğini ve davalının müvekkilinin annesiyle de tartışmalar yaşadığını, evlilik birliğinin çekilmez hâle geldiğini belirterek boşanma kararı verilmesini talep etmiştir.

Davalı karşı davacı (kadın) vekili evliliğin ilk yıllarında hamile kaldığını, bu hamileliğinin düşükle sonuçlandığını, buna bağlı olarak tedavi gördüğünü ancak eşinin alkol alışkanlığı ve gece yaşantısı sebebiyle çocuklarının olmadığını, Ankara'ya yerleştikten sonra davacı karşı davalının çeşitli bahanelerle eve geç geldiğini, pavyon hayatına yöneldiğini, evin ihtiyaçlarını karşılamamaya ve başka bir kadınla yaşamaya başladığını, hakaret ettiğini, karşı davalının en son 24 Kasım 2012'de evi terk ettiğini belirterek, tam kusurlu olan erkeğin davasının reddine, karşı davanın kabulü ile boşanmaya karar verilmesini, 800,-TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile 50.000,-TL maddi ve 50.000,-TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Mahkemece davacı karşı davalının sadakat yükümlülüğünü yerine getirmediği, bu nedenle kusurlu olduğu, kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı gerekçesiyle asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, davalı karşı davacı (kadın) yararına 500, -TL yoksulluk nafakası ile 30.000,-TL maddi ve 5.000,-TL manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmiştir.

Tarafların vekilleri kararı temyize taşımıştır. Bunun üzerine Özel Daire davacı karşı davalı erkeğin başka bir kadınla ilişki kurmak, bu kişiyi yakın çevresine "yengeniz" diyerek tanıtıp, sosyal ortamlarda birlikte bulunmak suretiyle açık şekilde sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşıldığını gerekçe göstererek kararı bozmuştur.

Yerel mahkeme davacı karşı davalının sadakat yükümlülüğünü yerine getirmediği, eşini alenen ve fütursuzca aldatan bir eş karşısında kadının söylemiş olduğu sözlerin tepki niteliğinde olduğu belirtilmek suretiyle erkeğin davasının reddi, kadının davasının kabulüne ilişkin önceki hükümde direnilmiştir. Direnme kararı davacı karşı davalı (erkek) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca "...taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmadığı..." gerekçesiyle usulden bozma kararı verilmiştir. Yerel Mahkemece Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmak suretiyle verilen direnme kararı davacı karşı davalı (erkek) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davalı karşı davacının (kadının) kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı karşı davalının (erkeğin) boşanma davasının kabul edilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için ilgili yasal düzenlemelerin değerlendirilmesi yararlı olacaktır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 166. maddesi “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir…” hükmünü içermektedir.

Madde 166’da belirtildiği üzere, boşanmayı talep edebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmak gerekli değildir. Daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmaktadır. Boşanmaya karar verilebilmesi için, diğer tarafın az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi gerekmektedir. Az kusuru olan eş boşanmaya karşı çıkarsa bu hâlin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli görülmemektedir. Az kusurlu eşin davaya karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, evlilik birliğinin devamında bu eş ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 254. maddesi uyarınca aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz (HGK’ nın 24.12.2014 gün ve 2013/2-1417 E., 2014/1090 K. sayılı ilamı). Dosyada yerel mahkeme tarafından dinlenen tanıkların beyanlarının aksi ispatlanmamıştır.

Somut olayda da davacı karşı davalı erkeğin başka bir kadınla ilişki kurmak, bu kişiyi yakın çevresine "yengeniz" diyerek tanıtıp, sosyal ortamlarda birlikte bulunmak suretiyle açık şekilde sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmıştır. Davacı karşı davalı erkeğe atfedilen bu kusur belirlemesi Özel Daire ve mahkeme arasında çekişme konusu olmamakla birlikte davacı karşı davalı erkeğin annesi olan ve tanık olarak dinlenen M. K. beyanına göre davalı karşı davacı kadının da eşine " zürriyetsiz, dürzü, gavat" şeklinde hakaret ettiği anlaşılmıştır.

Ancak olaya özgü nedenlerle davalı karşı davacı kadının evlilik birliği içinde aleni bir şekilde sadakatsiz bir yaşam süren eşine bu şekilde söylemiş olduğu hakaret sözcüklerinin tepki ile söylenmiş olduğu kabul edilmelidir. Tepki ile söylenen sözler nedeniyle kadını az da olsa kusurlu saymak mümkün değildir. Burada Türk Medeni Kanunu' nun 166. maddesi 2. Fıkrasında belirtilen koşullarının oluştuğundan söz edilemez.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında davacı karşı davalı erkeğin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışı karşısında kadının sözlerinin tepki olarak söylendiğinin kabulünün olanaklı olmadığı, sarf ettiği sözler nedeniyle az da olsa kusurunun bulunduğu, bu nedenle bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Bu itibarla, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, tanık beyanlarına, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenler ve özellikle tepki niteliğinde olduğu kabul edilen davranışlarda bulunan davalı karşı davacı kadına boşanmaya sebep olan olaylarda herhangi bir kusur yüklenemeyeceği sonucuna varıldığından davacı karşı davalı erkeğin davasının reddine ilişkin direnme kararı yerinde görülmüştür.

Bu ve benzeri Yargıtay kararlarına baktığımız zaman aslında hakaret niteliği taşıyan bu söylemlerin yaşanan olaylar karşısında tepki olarak gerçekleştiği için hakaret suçu oluşmadığı gözlemlenmiştir. Benzer durumlar yaşandığı ve yargıya intikal ettiği takdirde bu ve benzeri kararlar yeni alınacak kararlara emsal niteliğindedir.